Az emin, çok kuşkulu
Dolabın kapağını açıyorum. Onu en son buraya bırakmıştım, tam bu orta çekmecenin şu köşesine. Daha geçen hafta buradaydı, çok eminim. Oysa…
Bazen hiç beklemediğim bir anda, bir şey kaybediyorum. Kimi zaman bir dolabın küçücük çekmecesinde, işte tam şuraya koymuştum dediğim çantamın minicik gözünde ya da hayatımın tam ortasına yerleşen bir seçenekler kavşağında…
O ânı hatırlayalım. O çekmeceyi açıp aradığımız şeyi bulamadığımızda yaşanan benzersiz şaşkınlığı. O kadar eminim ki orada olduğundan, aslında elim onu son bıraktığım yere hiç düşünmeden gidiyor. Onu alıp, kafamdaki bir sonraki adıma geçebilmek için. Ama o kaybediş anında elimi atıyorum ki… Yok.
Böyle bir şey olduğunda önce donup kalıyorum. Sonra kaşlarım çatılıyor. Kafam kuşların, kedilerin, köpeklerin de şaşırdıkları zaman yaptıkları gibi yana eğiliyor. Sanki düşünmek için beynimin içindeki bir çapanın yerinin değişmesi gerekiyor. Belki de bunun için kafamı sağa, sola eğiyorum. Olamaz diyorum, burada olmalıydı. Oysa oldu bile…
Kaybettiğim o nesneyi gördüğüm son sahneye geri dönmek için hafızamı zorlarken, zihnimin beni götürdüğü yerde, anılarımın içinde neler olup bittiğine dair bir ipucunun peşinde, dakikalar süren ama bana çok daha uzun gelen bir gezinti yapıyorum. Gerçek sandığım o hayalî sahne o kadar canlı ki…
İşte insan zihnindeki sanal gerçeklikle gerçek hayat arasındaki bağ aslında bu kadar ince. O an aradığımı bulamıyor olmamın tek bir sebebi var; fazla eminim. Tam da bu yüzden başka seçenekler asla aklıma gelmiyor. Yani aslında ortada bir kayıp yok, kaybolan bir şey yok. Yalnızca ben onu bulmak için ortadan kaldırmam gereken yanılgımı fark edemeyecek kadar, doğru yere bakamayacak kadar ‘çok’ eminim.
Emin olmak böyle bir şeydir. O kadar eminsinizdir ki kaybettiğiniz şeyi en olmayacak yerde bulana kadar kim size ne söylese fikrinizi değiştiremez. Hayır dersiniz, orada olmalıydı, ben koydum onu oraya, başka türlüsü imkânsız.
Hiçbir şeyden bu kadar emin olmayın. Hayatta gerçekten aradığınızı bulmak istiyorsanız önce en emin olduklarınızdan vazgeçin. Yani kendinizden, yani kendi aklınızdan, yani o yanılgıyı kendi elleriyle oracığa koyduğundan emin olan ‘sizden’. Kadınsanız erkek, doğuysanız batı, anneyseniz çocuk gibi bakmaya çalışın her şeye.
Aradığınız her neyse onu en olmadık yerde bulacağınız fikri dışında hiçbir şeye eskisi kadar güvenmeyin. Kaşlarınızı çatmayı, başınızı yana eğik tutmayı sürdürün. Aklınıza sizi yanılttığı için duyduğunuz o öfkenin, bu denli yanılabiliyor olduğunuzu anlamanın getirdiği şaşkınlığın kıymetini bilin. Çünkü ancak o hayret ateşi sizi her şeye başka bir yerden bakmak için gereken yakıtı sağlayacak.
Kayıpları bulmanın anahtarı kuşkudur. Çok emin olduğunuz şeylerden her zaman kuşkulanın.
Yanılgıların getirdiği hayal kırıklığı kalbinizi açacak kadar şaşkınlık verdiğinde, başka ihtimallere açılacak, yeni bir gözle bakmaya başlayacak ve aradığınızı bulacaksınız. Muhtemelen size tek yardım eden de aklınız değil kalbiniz olacak…
YORUMLAR