Babam neden onun içinde anne?

Çocuk saftır. Hesap kitap bilmez, bir tek yüzü vardır, neyse odur.

Ve bir yetişkinin göze alamayacağı kadar büyük bir cesaretle dürüsttür çocuk.

Hem kendine hem de başkalarına. Sonunda bir gün gelip hayat o çocukluğu elinden alana kadar.


Açıkça sorar çocuk, kıvrılıp bükülmez, alt metinden, üst akıldan, kınama ya da nefretten, ihanetten, savaştan, siyasetten, bankadan, ekmek parasından, ölümden bihaberdir.


Bu yüzden de büyükler gibi ‘şimdi böyle desem şöyle düşünür, sonra bana böyle der, iyisi mi öyle değil böyle diyeyim’ hesapları yapmaz, dümdüz sorar.


Babam neden onun içinde anne? Neden?

Çocuğun pusulasıdır bu soru. Bir gün cevabını bilmek isteyeceği bir ‘neden’ sorusu dayanır kapısına. Onu takip edeceğim derken girdiği yol uzar gider, bir bakar ki zaman geçmiş, artık ne çocukluğu, ne de sorusu kalmış elinde. O da büyümüş.


Ve bir çocuk bir şeyi dümdüz soruyorsa, o anın tek doğru sorusu odur.

Ne bir kelime eksik, ne de fazla…


Nerede değil, bu kutu ne değil, etrafımızdaki bunca insan kim değil, ne zaman eve döneceğiz değil. Babam neden onun içinde anne? Bilmek istiyorum. Neden?


Bir tabutun başında, kıvrım kıvrım bukleli saçları ve gözlerindeki yaşlarla o kız çocuğunu defalarca bu soruyu sorarken gördüğüm an, içime dolan ağrıyı fiziksel olarak da göğsümde hissedince, elimi ciğerimin üstüne götürüyorum. Çaresizce izlerken ben böyle hissediyorsam, daha ‘onun içinde’ dediği tabutu dahi bilmeyecek yaştaki o kalpte açılan yarayı düşünemiyorum bile.


Böyle zamanlarda etraftaki hiçbir yetişkin soramazken, bir çocuk sorulması gereken tek gerçek soruyu yüksek sesle sorduğunda, herkes sessizce başını öne eğer. Kimse bir cevap veremez. Çocuk usanmaz, cevabı alana kadar bıkmadan gerekirse yüzlerce kez sorar o soruyu. Ama bir türlü kimsenin sesi çıkmaz. Çünkü aslında söyleyecek bir şeyleri olsa da herkes bilir. O cümlelerden hiçbiri bu denli saf ve katıksız bir sorunun asıl cevabı değildir.

O yüzden böyle anlarda hazırun ağız birliği etmişçesine suskundur.


Cümle ruhumda yankılanıyor, kız çocuğu cevap alamadığı için aynı cümleyi tekrarlıyor, bir daha, bir daha, bir daha. Büyüdüğüm apartmandan komşum, ilkokuldan sıra arkadaşım geliyor aklıma. O çok küçükken şehit olan emniyet mensubu babasının o zamanlar salonun baş köşesinde asılı duran fotoğrafını, ne zaman onlara gitsem evde hissettiğim yası, perdeler açık ve güneş dışarıda parlarken bile hissedilen kasveti hatırlıyorum. Annesinin bütün acısına rağmen hepimize gösterdiği şefkati, hayattan sağlam bir yumruk yemiş insanlara has kalenderliğini. Abla ve abisinin o çok küçüktü diye hep üstüne titreyişlerini ama arkadaşımın boynunun hep biraz bükük duruşunu. Çok merak etsem de o soruyu hiç soramayışımı.


O an bir şey olsun ve kendimi tabutun başındaki o kız çocuğunun yanında bulayım istiyorum. Yetişkin olduğumu unutayım. Boyum onun kadar kısa, saçlarım öyle bukleli, yanaklarım yeniden pembe olsun. O saflığa geri döneyim. Etrafımda, ülkemde, yeryüzünde bugüne dek gördüğüm ne kadar kötülük, dehşet, vicdansızlık ve acı varsa hepsini unutayım. O çocuğa sarılayım.


Her şeyin gerekçesi diye bana anlatılan bütünhesaplaşmalardan, intikam ve ideallerden, politikalardan, ortaklıklardan, planlardan, düşmanlıklardan, ideolojilerden sıyrılayım. Kim kimdir bilmeyeyim. Ne sınırlar, ne de kimlikler kalsın zihnimde. Bunca şeytani kıyım için öne sürülen bütün sebeplerden habersiz olayım. Ne biliyorsam unutayım.


Onun kadar saf, onun kadar insan ve onun kadar mazlum olayım.


Ve öyle uzaklaşayım ki bugünden, aklımda tek bir soru olsun sadece, her şeyi en baştan sormaya başlayayım.


Neden?


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.