İnsanlık günü…
İhtiyacımız olan tek gün bence bu… ve bilinen resmî bir tarih yok!
Hepimiz birbirimizle özel günleri paylaşıyoruz veya bir şekilde sosyal platformlarda karşımıza çıkıyor, öğreniyoruz. Yok kız çocukları günü, yok kadınlar günü, yok çocuklar günü (erkekler günü diyemiyorum çünkü bizde yok) babalar günü, anneler günü vs…
İyi hoş günler var, anlamları da büyük ama daha önce de yazdığım gibi çoğunun içi boş... Zira yaşamın gerçeğine yansıyan bir bakışı, duruşu yok. Kadınlar gününde kadın öldürülür, çocuklar gününde ise çocuk ya şiddet görür ya da tecavüze uğrar. Günün anlamı da önemi de daha o dakikada biter.
Maalesef Melek Irmak yine bizim utancımız oldu ve hepimizin içine yeni olmayan başka bir acı oturdu. Söyleyecek neyimiz var bilemiyorum. Utanç duyuyorum.
Bunca hasta ruhtan nasıl arınacağız? Aileleri zamanında sevgiyi veremedi mi acaba, eksik bıraktığı hangi duygulardı? Meditasyon filan da demiyorum… Hangi insan bir canlıya zarar vermek ister? Hele ki o canlı, dünyanın en aciz varlığı ise..
Günlere gelecek olursak, hepimizin ihtiyaç duyduğu tek bir gün var; o da İNSANLIK GÜNÜ!
Aslında resmi kabul edilen birkaç gün var;
İnsani Yardım Günü var; 19 Ağustos. Birleşmiş Milletler tarafından onaylanmış,
İnsanlık Günü var; 29 Kasım. Mersin Rotary Kulübü, insanları uyarmak, insani değerlerin daha çok açığa çıkmasının yanında dünyada yardımlaşma bilincinin arttırılmasına katkıda bulunmak için 29 Kasım tarihini 'Dünya İnsanlık Günü' ilan etmiş.
İnsan Hakları Günü: 10 Aralık. Birleşmiş Milletler tarafından onaylanmış.
Ancak ne yazık ki tüm dünyaca bilinen özel ve resmî bir “İnsanlık Günü” tarihi yok. Olmalı mı, bu da ayrı bir tartışma konusu…
Ancak ihtiyaç duyduğumuz tek kavram bu. Yaşadıklarımız ile iyi bir gelecek inşa etmek pek de mümkün görünmüyor. Hepimiz sevgi ve saygı kavramları ile yetiştiriliyoruz ve çocuklarımızı da bu hak ve hukuk yaklaşımı ile büyütmek istiyoruz.
Hepimizin bir yaşam mücadelesi var, çoğu da ortak aslında. Yaşamımız yaşamsal haklarımızı almanın mücadelesi ile geçiyor. Oysa hayatımız, bence yaşadığımız güzel anların, gururların, güzel duyguların ve bıraktığımız izlerin toplamı olmalıydı.
Farkında mısınız, dinamiklerimiz sürekli değişiyor, bir yerlere yetişirken, duygularımızı, hislerimizi gün geçtikçe bırakıyoruz. Hırslarımıza yenik düşüyoruz ve zamanla o duygusuzluğun adı ‘’profesyonellik’’ oluyor.
İyi de çıkış noktamız her zaman her yerde insanlık, iletişim ve hizmet değil miydi? İçinde sevgiyi ve saygıyı barındıran duygular değil miydi?
Duygular gitti, yerine egolar geldi. En tehlikelisi, en zehirlisi…
Ne yazık... Herkesin yapması gereken sadece kendini tanıması… Önce kişisel dönüşümü ve sonra gelişimi…
İçinde hasta, öğrenci ya da işçi, hangi statüde olursa olsun İNSAN faktörünün olmadığı bir konu, kesinlikle gerçeği yansıtamaz ve yaşamlara doğrudan uygulanamaz. Yaşadığımız acılara inatla insan olmayı öğreneceğiz, insan gibi yaşamayı bileceğiz ve öğreteceğiz…
O kadar!!
YORUMLAR