Kısa kafası
Bazen bir yaşamı tanıtmaya çalışırken başka insanlarla tanışır, başka kapılar açılır ve başka yaşamların içine girme şansınız olur. Gerçekleştirmek istediğiniz projelere yönelik ‘’Nasıl yaparım nasıl ederim’’ diye düşünürken aslında Tanrının sizin için bu işleri ne de güzel planladığını hisseder, görür ve yaşarsınız. İşte bizim hikayemiz de böyle başladı kamera arkası ile…
Yani yine bizim kızın girdiği kapıdan girdim ama o genelde kamera önü olduğu için, bana da arkası kaldı. İşte girdiğimiz bir set ekibinden size güzel, örnek alınacak cesaretlendirici bir hayat hikayesi…
Sevgili Orhan Önder Yaycıoğlu, sizin ilk kamera ile muhabbetiniz nasıl başladı paylaşır mısınız?
‘Bir gün arkadaşlarımdan Ali Önal, hikayelerime bakarken “Önder, biz bu yazdığın hikayeleri neden babanın kamerasını kullanarak film olarak çekmiyoruz?’’ diye sordu. O zamana kadar hiç aklıma gelmemişti. Fikir hoşuma gitmişti ve hemen hikayelerime, hangisini film yapabiliriz gözüyle baktım.
Hemen organize olup ilk haftasonunda “Mahşerde Mutlu Olmayabilirsin” adlı hikayemi çekmek için toplandık.
Ben kamerayı almıştım. Ali ve Sevim’de oynayacaklardı. Ancak Ali hikayeyi okuduğunda bana “Ben bu kadar repliği ezberleyemem, madem sen yazmışsın sen oyna” diyerek elimden kamerayı aldı ve kendimi birden kamera önünde buldum ve Ali kamerayı çalıştırıp “Motor!” diye bağırdı. İşte ilk film çekimi ve kamera ile muhabbetim bu şekilde başladı.
Sonrasında hem kamera ile çekim yapmak hem de kamera önünde oyunculuk çok hoşuma gitti. Aslında aklımda Biyolog hatta Virolog olmak vardı. Bu yüzden eğitim sürecimi İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü, sonra yine İ.Ü. Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans, sonrasında ise Metropolitan Florence Nightingale Mikrobiyoloji Laboratuvarı Şef Yardımcılığı ile tamamladım.
Alman bir ilaç şirketinde Klinik Araştırmalar Uzmanlığı yaparak iş hayatıma başladım ama bu süre içerisinde kısa film çekmek benimle hobi olarak da olsa ilerledi.
Artık Kameralarım yavaş yavaş değişmiş, üst modeller haline dönüşmüştü. Çektiğimiz kısa filmler: “Uzak Değil”, “50 Saniye”, “Kendimden Farklı”, “Sürpriz”. Kameraları alırken hafta sonları da eğitimlere gidiyordum. Sinematek kamera kursu, Plato film okulu, Ayla Algan oyunculuk kursu, Digital Film Academy Berna Tunalı oyunculuk kursu gibi...
Aktif olarak internetteki tüm kısa film sitelerini ve e-mail gruplarını takip edip kısa film çekenlerle iletişim ağımı geliştirdim. Kısa filmlerimizde oyunculuk yapmak isteyenler, kamera kullanmak isteyenler ve yazdığım ilk senaryoları çekebilmeye başlamak ancak 2006 yılında mümkün olabildi.
Oyunculuk kurslarından tanıştığım arkadaşlarımla beraber bu kısa filmlerimde oynadım. Çünkü Sinematek kursunda Yücel Ünlü öğretmenimin bize çok önemli ve değerli bir tavsiyesi vardı “Eğer ileride yönetmen olmak istiyorsanız kamera önünde oyunculuk yapmalısınız ki, oyuncuların ne yaşadığını bilin ve anlayın” dedi. İşte bu sözleri hala kulağımdadır. O yüzden yazdığım senaryolarda, zevkle oyunculuk da yaptım.
Bugüne kadar pek çok değerli isim ve kameralarla çektiğimiz kısa filmler; A Loto Story, Kamera arkası belgeselleri, Kudret Sabancı – “Karaoğlan”, Uğur Yücel – “Benim Dünyam”, Oğuz Çelik – “Tut Sözünü”.
İşte bunca yıldır kameralar ile olan muhabbetim bundan ibaret şimdiki planlarım arasında Panasonic HCX 1000 ve Panasonic GH4 kameralarını almak ve çekimlerimde bu kameraları kullanmak var.
Şimdiye kadar yirminin üzerinde kısa film çektim. Kısa filmlerimde oynayan tüm arkadaşlarıma, ablam Özlem Göksal’ a, yeğenlerim Kaan Göksal ve Renan Göksal’a da destekleri için sizin aracılığınız ile teşekkür ediyorum.
Sektördeki çalışmalarınız ve hedefiniz neler?
Tüm bu kamera ve oyunculuk eğitimlerimin yanı sıra, tabii ki hedefim duyarlılığın da içinde olduğu güzel ve etkili bir uzun metraj film çekmek...
Ben genelde filmlerin DVD’lerinde özel seçeneklerde kamera arkasını seyrederim. Türk filmlerinin DVD’lerinde, genelde iyi bir kamera arkası belgeseline rastlayamıyorum, çünkü nasıl çekildiğinden çok, sette yapılan komiklikler veya oyuncuların gülüşmelerinden, oyuncuların ve yönetmenin birbirleri ve karakterleri hakkındaki konuşmalarından oluşuyor. Diğer ekip, ne kadar emek sarf edildiği, yani film kadrosuna dair bazı bilgiler çok azdı...
Neyse ki, benim için çok değerli olan sevgili Tolga Örnek’in 2007 yılında “Devrim Arabaları”nı seyrettiğimde özel seçeneklerde bulunan kamera arkası belgeseli benim bütün isteğimi karşıladı... Onun için Tolga Örnek’in de bendeki değeri çok ayrıdır.
Bir filmin nasıl yapıldığına önem veren bir yönetmen, yani kendi filmine değer veren bir yönetmen, bu gerçekten çok önemli.
Ben de, radikal bir karar alarak gönlümdeki asıl mesleğe geçiş yapmak istedim ve çalıştığım ilaç şirketinden ayrılarak, hobimi işim haline getirdim.
Hemen “benimsinemelarım” internet sitesinde tanıştığım Cenk Özakıncı’yı aradım ve işten ayrıldığımı söyledim, çünkü, kendisine daha önce “Ülkemizde kamera arkası yok bu büyük bir sıkıntı” diye epey dert yanmıştım.
Cenk Özakıncı, Orhan Atasoy için bir müzik klibi çekmeyi planlıyordu. “O zaman al kameranı gel ve bana kamera arkası çek” dedi e ben de hemen koştum.
Klipte Taner Birsel ve Zuhal Gencer oynuyordu. İlk kamera arkası çekimim ve set ortamımdı. Bir günde 4 kasetlik yani 4 saatlik görüntü çekmiştim. Sonunda Cenk Özakıncı’nın danışmanlığında 17 dakikalık bir kamera arkası hazırladım. Çok beğendi ve bana “Yapmış olduğun kamera arkası, benim için, çektiğim klipten bana daha değerli” demişti.
Sonrasında ‘’Akademi 35 buçuk’’ ilanını gördüm. Tolga Örnek Kamera önü oyunculuk eğitimi veriyordu. Onunla kesinlikle tanışmam gerekiyordu bu yüzden kursa kayıt yaptırdım. Altan Gördüm ve Vahide Perçin’den Oyunculuk 1, Oyunculuk 2 dersleri aldıktan sonra nihayet Tolga Örnek ile Kamera Önü Oyunculuk eğitimine girmeye başladım ve kendisiyle tanışabildim. Bu arada da Akademide tanıştığım Derya Yıldızdoğan ile “DİLEK PERİSİ” adlı kısa filmi çektik ve Uluslararası Lions Kısa Film Yarışmasına gönderdik. Bir derece alamadık ama yine de yarışmaya ve güzel bir gala gecesine katılmak harikaydı.
Bu süre içerisinde lise öğrencilerine destek oldum, yani bir nevi kendi yaşımdaki o hallerime yardım ettim. 2010 yılında daha önceden kısa film çekmelerine yardımcı olduğum lise öğrencisi Fatih Mehmet Köksoy beni aradı ve Başakşehir lisesi öğrencileri olarak bir kısa film çekip okul olarak Milli Eğitim Bakanlığı’nın düzenlediği “Gençliğin Gözünden” adlı yarışmaya katılmak istediklerini, senaryoyu yazdıklarını ancak kısa film çekimi konusunda ekipman ve çekiminde onlara yardımcı olup olmayacağımı sordu. Zevkle kabul ettim. Çekilen “SOLUK” isimli kısa film o yarışma da 400 film arasından 8. oldu. Bu benim için de çok güzel bir haberdi.
Bu kısa filmler, okul projeleri ve gençlerin gözünden çekilen senaryolar, sosyal konulara değiniş halen devam ediyor. Onlara bu konuda yardımcı olmak ve destek sağlamak tabii ki beni de mutlu ediyor.
Tolga Örnek’le bir araya geldiniz mi peki?
2011 yılının Mayıs ayının sonlarına doğru Arnavutluk’tan döndüğümde Tolga Örnek’in uygulayıcı yapımcısı İsmail Çağlar, çekecekleri Labirent filminin öncesinde benimle iletişime geçti ve Tolga Örnek’in çekeceği Labirent filminin kamera arkasını çekip çekmeyeceğimi sordu. Ben de tamam dedim. Hazırlık döneminin de çekilmesi isteniliyordu. Hazırlık evresinde çekimleri yaptıktan sonra set başladı.
O sette çok değerli insanlarla tanıştım. Burak Kanbir ve İsmail Karadaş, Alptekin Bozkurt, Karin Mecelyan bu değerli insanlardan bazıları. Kamera arkası çekimini aynı zamanda kendi eğitimim için kullanıyordum. Kamera arkası çekerken gördüğüm teknikleri, çalışma şekillerini sonrasında kendi çektiğim kısa filmlerimde kullanıyordum. Labirent setinde tanıştığım görüntü yönetmeni Burak Kanbir’e danışmanlığında kamera arkası belgeselde yararlanabileceğim ekip başları ile röportajlarımı yaptım. Çekim ekibinden birçoğu kendileriyle röportaj yapılma isteğini çok garipsedi ancak kendilerine emeklerini, yaptıklarını gösterecek fırsat verildiği içinde çok mutlu oldular. Onların yaptıklarını sarf ettikleri emeği onlardan duymak benim içinde çok keyifliydi.
Set bittikten sonra benden istenilmemesine rağmen filmin set sonrası aşamalarını da çekmeye devam ettim. Filmin kurgusu, renklendirilmesi, seslendirilmesi, ses tasarımı yani post prodüksiyon sürecini de çektim. Fragmanı çıktığında filmin fragmanına destek olarak sosyal medya da paylaşılması için fragman, kamera arkası görüntüler ve fragman görüntülerini beraber kurguladığım ve Tolga Örnek’in danışmanlığında “İnternet Spotları” yaptım ve bu kısa videolar film vizyona girmeden önce filmin internet sitesinde, sosyal medya sayfalarında paylaşıldı.
Film vizyona girdikten sonra filmin bir kopyasını da alarak kamera arkası görüntüler, röportajlar ve film görüntülerinden olan 35 dakikalık kamera arkası belgeselinin kurgusunu da yaptım. Bu kurgu finalize olduğu sıralarda TİMS’ten aradılar ve Disney kanal için çekilen ‘’Zil Çalınca’’ dizisinde kamera arkası çekimine ihtiyaç olduğunu söylediler
Türkiye’de kamera arkası çeken birinin olmadığını dizi çekiminde beraber çalıştıkları Burak Kanbir’in benim ismimi verdiğini söylediler. Ben de zevkle kabul ettim. Çok keyifli bir çalışma ortamıydı. Bu arada kısa film çalışmalarım da devam ediyordu. Tabii onu da zevkle kabul ettim.
Sonrasında pek çok sette kamera arkası çekimleri için teklifler almaya başladım, biliyorsunuz Lal ve sizinle de yine başka bir kamera arkası çekiminde tanıştık.
2013 yılında İsmail Çağlar beni aradı ve Yunan yönetmen Jorgo Papavassiliou’nun ‘’Ölü ya da Diri’’ filmini Türkiye’de çekeceğini o filmin kamera arkasını çekip çekmeyeceğimi sordu. Ben de tabii ki dedim. O setten hemen sonra da Uğur Yücel’in ‘’Benim Dünyam’’ ve akabinde ‘’Senin Hikayen’’, ‘’Tut Sözünü’’ setlerinin zevkle kamera arkası çekim tekliflerini kabul ettim.
Artık hem setlerin, hem de moda fotoğraf çekimlerinin kamera arkasını çekiyorum. Bu setlerde birçok önemli isim ile bir araya geldim.
Bizdeki bu film sektöründe, gerek çekim teknikleri, gerekse çalışma disiplini olarak pek profesyonel değiliz gibi hissediyorum. Ne dersiniz?
Aslında yabancı yönetmenlerle kullanılan kameralar genelde aynı ama neden o kalitede değil derseniz, öncelikle kullanılan ışık tekniği ve hazırlık sürecinin süresi diyebilirim. Yine de sinemamız ilerledi ancak olması gereken yerde değil.
Ülkemizde çekilmesi planlanan bir film genelde yapımcı perspektifine takılıyor düşüncesindeyim. Az ödeyerek kaliteliye nasıl ulaşabiliriz? Bizim filmlerimizde bir film için ön hazırlık dönemi en fazla 2 ay, çekim süreci en fazla 2 ay ve filmin post süreci en fazla 4 ay gibi bir süreç arasında iken yurtdışında tüm bu 8 ay belki de bir filmin ön hazırlık sürecini oluşturuyor.
Tüm ekip çalışanlarının yaptıkları net kimse ondan daha fazlasını istemiyor daha fazlasını yapmaya çalışsa belki de setteki son günü oluyor. Örnek vermem gerekirse yurtdışından Stargate filminin sanat ekibinde çalışmış Alex Thompson İstanbul’a 2 günlük atölye çalışması için gelmişti ve ben de o atölyeye katıldım. Söz gelimi sette bir çiçek saksısı var ve bir yere konulmuş. Siz eğer o saksının konulduğu yere müdahale ederseniz bu sizin setten kovulma nedeniniz olabiliyor, çünkü setteki çiçeklerden ve bitkilerden sorumlu “Greenman” denilen kişiler var ve bu onların sorumluluğunda! Yani filmin yapımcısı değilseniz o çiçek veya saksıların yerine veya kendilerine yapacağınız herhangi bir hareket sizin o gün setten kovulmanızın nedeni. Setlerde görev dağılımı çok nettir! Göreviniz haricinde başka bir şey yapmanıza izin yok.
Ama bizde eğer bir kişi bir işlem için ekibe dahil edilmişse o kişi aynı fiyata bir iş daha yapabileceğini söylüyorsa bu onun ekibe alınmasının sebebi olabiliyor çünkü yapımcıya göre daha ekonomik. Bu kişinin iki işi birden nasıl yapacağını merak eden yok. Doğal olarak da o kişi sette olması gereken kalitede yapamıyor.
Bizde de bu durumu önemseyen yok, bütçesel anlamda ucuz olması yeterli ve de önemli. Ülkemizde film ekiplerinde diğer alanlarda da sıkıntının var olduğunu biliyorum ama ben kendi yaşadıklarımdan örnekler verebilirim.
Ben kamera arkası belgeseli çekiyorum. Yani kamera arkası videosu çekiyorum. Bu iş, filmin hazırlığından, filmin vizyona girene kadar sürüyor, sonrasında da röportajlar ve tüm bu belgeselin kurgusu.
Yapımcı perspektifi denilen mantık ise ‘’neden bu ücrete sadece video çekiyorsun, neden set fotoğrafı da çekmiyorsun?’’
Cevap çok basit; set fotoğrafçılığı bambaşka bir alan. Ve benim o işi yapmam o işi yapan arkadaşlarıma saygısızlıktır ve işlerini küçümsemektir. Ama bu çoğunlukla işi yapanlar tarafından böyle düşünülmüyor. Bu soru sorulduğunda işi kaybedeceği endişesi ile tamam ben bu paraya set fotoğrafı da çekebilirim diyor.
Sonrasında yapım biz sizinle çalışmak istiyoruz ancak bu ücreti de düşürebilir miyiz diyor. Çünkü aslında biz çok rahat elinde bir Canon 5D Mark II’si olan bir sinema öğrencisine hem set fotoğraflarını çektirmeyi hem de video çekimini bedavaya yaptırabiliyoruz. Burada, bedavaya, düşük ücrete çok iş yaptırmayı düşünmek yapımcı perspektifi oluyor.
Kamera arkası video çekimi setteki yapılan ‘goygoy’ ların çekilmesi olarak görülüyor. Dolayısıyla sektör yaptığınız işi çok daha ucuza ben yaparım diyenlerle dolu olunca aranılan kaliteden epey uzaklaşılmış oluyor.
Bir de set saatlerinin bitiş zamanlarının çok net olmayışı kaliteyi düşüren etkenlerden sayılabilir. Setlerde neredeyse hafta da bir gün ‘REPO’ dur. Yani o gün izinlisinizdir. Tabi uyku reposu değilse…
Sektörde isim önemli mi?
Sektörde çalıştığınız isimler bence önemli. Eğer çalıştığınız kişiler yaptığı işe titizlikle de yaklaşıyorsa sette bu işi en iyi öğreneceğiniz kişilerdir. Bazı yönetmenler isim olarak marka olmuş gibidir çekecekleri film çok önceden bilinir ve gösterime girecekleri vizyon tarihinde genellikle başka filmler vizyona girmez. Çünkü çok önceden o film halk tarafından konuşulur ve bilinir. Bu yüzden de önemli olmalı.
Hedeflerde başka neler var, bahsettiğiniz atölye çalışmaları neler?
Klişe olan cevabı demin söyledim, yani hedef uzun metraj! Atölye çalışmaları da şöyle;
Şu an setlerde hem set fotoğrafçılığı hem de kamera arkası video çekmem isteniliyor. Ancak bazı setlerde, nedendir bilinmez, bu iki işi de sinema öğrencileri bedavaya yaptığı için yapımcılar bu konuda çok fazla arayış içerisine girmiyorlar. Oysa öğrenciler yaptıkları bu davranışla, kendi işlerini ucuzlatıyorlar. O yüzden ben de biraz rotamı değiştirdim.
Uzun yıllardır kısa film çekmekle uğraştığım ve kısa film çektiğim için şimdiye kadar olan deneyimlerimi paylaşmak adına 2013 yılında Met Film School Berlin’de aldığım “iki günde kısa film atölyesi”ni Sineplus Akademi kapsamında kısa film ile uğraşan arkadaşlarla paylaşıyorum. Bu atölyenin aynı zamanda benim gibi bir dönem kurumsal şirkette çalışan ama kısa film çekmek isteyip de vakit bulamayan arkadaşlara kısa film hakkında her şeyi yoğunlaştırılmış bir kurs niteliğinde taşıyoruz.
Aynı zamanda İpek Üniversitesi Sinema Akademisi bünyesinde, set fotoğrafçısı olan değerli arkadaşım Ziynet Özen Özkan ile “kamera arkası belgesel yönetmenliği ve set fotoğrafçılığı etkinliği” düzenlemeyi planlıyoruz.
Peki ya Kısa Kafası?
İstanbul Sinema Akademisi'nin evimize çok yakın bir yerde kurulduğunu görünce şimdiye kadar yaptıklarımı içeren CV'mi direkt olarak Akademi'nin müdürü Mustafa Çetin bey'e gönderdim.
Bir kaç gün içerisinde görüştük ve görüşmemiz sonrasında Mustafa bey beni eğitim koordinatörü olan Yiğit Özaltın'a yönelendirdi. Yiğit bey ile görüşmemiz sonrasında Yiğit Bey beraber nasıl bir proje yapabiliriz diye bir soru yöneltti. Sanırım bu soru, 90'lı yıllarda çocukluk arkadaşım Ali İnankur'un bana sorduğu bu hikayeleri neden film olarak çekmiyoruz sorusundan sonra yaşamımın ikinci önemli dönemeç sorusuydu. Ben de aklımda olan KISA KAFASI projesinden kendisine bahsettim.
Ülkemizde Türkçe kısa film çekimi hakkında internette çok doyurucu videolar olmadığını, ilgilenmek isteyip İngilizcesi olmayan genç arkadaşların bu konuda çok zorluk çektiğinden bahsettim. Yiğit bey de bu projeyi çok beğendi. Hemen aşağıda onlara tahsis edilmiş ardiye olarak kullanılan stüdyoya indik ve KISA KAFASI'nın setini kurduk. Ekipte kimler olmalıydı tabi ki kısa filmlerimin ilk makyözü Özlem Kanbul, kendisi o sıralarda oyunculuğa da merak sarmış ve bir oyunculuk okuluna başlamıştı. Bize makyaj konusunda da yardımcı olabileceğini söyledi. Tolga Örnek'in ‘’Senin Hikayen’’ filminin setinde tanıştığım ve beraber kısa film çekmeye başladığımız Deniz Bilol, kendisi aynı zamanda reji ekibinde de çalışıyordu. Ve daha sonra oyunculuklarıyla bizim ekibimize dahil olan Bestem Yuvarlak (aynı zamanda kendisinin bu yıl albümü çıktı çıkacak), Bestem'in oyuncu arkadaşları olan İpek Şenol Elmas, Yağmur Akdoğan ve benim oyuncu arkadaşım Gizem Kunter. İşte KISA KAFASI ekibi kısaca böyle kuruldu.
Sineplus Akademi ile de aynı şekilde bağlantıya geçtim ve akademileri bünyesinde farklı bir eğitim alanı açmak istedikleri için, onlara daha önce yurtdışında aldığım "Crash Short Film Course”u buraya uyarlayabileceğimi söyledim. İki günlük bir atölyeydi.
Dediğim gibi, bunlar kurumsal şirketlerde çalışan ve benim gibi bu işle ilgilenmek isteyenlere hitap edecek bir kurs. Çünkü o mesailerde öyle 6-8 haftalık kurslara ayıracak vaktiniz olmuyor.
Bu 16 saatlik kurslar, inanın sizi bir kısa film çekmeye başlatabilecek donanımı verebilecek niteliktedir. Zaten film çekimini okuduğunuz kitaplardan değil bizzat uygulayarak öğrenirsiniz.
Bilgilerinizi pratikle pekiştirmezseniz istediğiniz kadar kitaplar, okullar bitirin o teorik bilgiler malesef bir kenarda öylece kalacaktır.
Bu eğitici ve harika sohbet için teşekkür ediyorum ve hemen sizi sete uğurluyorum…
Sevgili Önder (ve değerli eşi Pınar Yaycıoğlu) benim için, gönlüme kayıtlı, diyetli çocuklarım için çok önemli şahıslardan birisi. Çünkü Lal her ortama girdiğinde, rahatlıkla diyetini anlatabiliyor ve ona göre uygun seçenekler hanımefendiye sunuluyor. Eh sonrasında da ben proje arkası yapıyorum ve bu sayede duyarlı kişilerle diyetli yaşamlar adına güzel işler hazırlıyoruz.
Birlikte çektiğimiz ‘’90 saniye’’ ve çekeceğimiz güzel tanıtım filmi için şimdiden ve tekrar sevgili Orhan Önder Yaycıoğlu’na tüm çocuklarımız adına teşekkür ediyorum…
YORUMLAR