Asıl çocuklar koşulsuz sever anne-babalarını

"Koşulsuz seven ve affeden , sınırsız hoşgörüsü olan, yerleşik kabulün aksine anne-baba değil, çocuktur. Çocuk anne-babası ona nasıl davranırsa davransın sever ve zaten çocuğun dramı da buradadır. Anne, baba, ne yaparsa yapsın çocuğun onu bir şekilde sevmeye ve saymaya devam edeceğini affedeceğini içten içe bildiği için böyle rahattır."


Bu cümleyi duyup da duymamış gibi olabilir misiniz? Sanmam. Hani bizdik fedakar olan. Saçını süpürge eden. 9 ay karnımda taşıdım, aylarca sütümle besledim diyen... Nasıl oluyor da seven, affeden çocuktur diyebiliyor bu insan. Ve hatta kim o?


Bu cümle Nihan Kaya'ya ait. Cümlenin geçtiği "İyi Aile Yoktur" onun 10. kitabı. 5 romanı, 2 öykü kitabı, 2 tane de inceleme kitabı var.




"İyi Aile Yoktur" vurucu bir ifade. Okuyanı bir durduruyor. Altında da şöyle yazıyor: Ya da paradoks şu ki iyi aile "iyi aile yoktur" düsturuyla hareket edebilendir. İlk cümleyle vurdu ama 'bu kancaya takıldıysan, gel bak çıkış yolu da var' diye söylemeden geçmedi.


"İyi Aile Yoktur" devrimci bir kitap. Bu düşünceler, bu topraklarda anadili Türkçe olan birileri tarafından daha önce bu şekilde ifade edilmedi. Devrimci, çünkü kutsal atfedip de eleştirmediklerimizi, ezberleyip sorgulamadıklarımızı, ucundan farkına varıp da altını çizmediklerimizi anlatıyor. Gocunmadan, çekinmeden... Kutsal annelik, kutsal aile, ebeveynin fedakarlığı gibi konuların ters yüz ediyor.


Çocuk açısından bakıyor hayata. Çocuğun kısacık boyundan, çelimsiz bedeninden bakıyor...


Onun, henüz bizimki gibi binlerce deneyim ve onlardan çıkarılmış derslerle yüklediğimiz kelimelere yabancı oluşundan...


Yetişkinlerin kendilerine göre şekillendirdikleri bir dünyaya uyum sağlama mecburiyetinden bakıyor...


Onun, dünyaya gelmeyi seçme hakkı olmayışından bakıyor.


Pası bize atıyor. Yetişkinlere. Anne-Baba olmayı seçenlere. Şöyle diyor:


"Bir yetişkinin çocuk sahibi olmama iradesi ve özgürlüğü vardır. bu iradeyi kullanmayan yetişkin, doğmuş çocuğunun her türlü ihtiyacını karşılamakla mükelleftir."


Elbette, mükemmel insan, mükemmel anne baba olun, demiyor. Bunu demek için ayakları fazla yere basan bir kişi. Anne-baba olduğunuzda ruhunuzun derinliklerinden ortaya yepyeni bir kişi çıkacak. Sizin çocukluk deneyimlerinizle, gördüğünüz ebeveynlikle şekillenen bu kişi, eğer dönüp de yaralarınızı önce fark etmeyi ve sonra iyileştirmeyi seçmediğiniz takdirde çocuğunuza olan davranışınızda sürecek, diye anlıyorum ben söylediklerini.


"Bütün anne babalar kendi travmalarının acısını, o travmayı aşamadıkları ve çözümleyemedikleri, kendi anne babalarının o travmadaki suçunu tam manasıyla kabullenemedikleri takdirde çocuklarına çektirirler."


İçimdeki his hep söylüyordu, diye düşünüyorum bu kitabı okuduktan sonra. Biz yetişkinlerin, kocaman kocaman bedenlerimiz, kurallarımız, seslerimiz ve kurduğumuz hayali sistemlerle çocuk olmanın pek zor olduğu bir dünya yarattığımızı biliyordum hep. Ve üzülüyordum, devler ülkesindeki Güliver misali yaşayan çocuklara.


Kitabı epeyce okuduktan sonra bir gün Nihan Kaya ile buluşuyorum, kelimelerini bir de sesinden duymak, bu düşünceleri bir görüntüyle tamamlamak için.


Porselene benzeyen bir kadın çıkıyor karşıma. İncecik, bembeyaz, zarif, parlak. Minik bir dokunuşla kırılabilir, bir balona tutunup uçabilir gibi bir hali var bana kalırsa... Ona soruyorum.





İyi anne/aile nasıl olur?

"İyi anneler" diyor "kendi anneliklerini sorgulayan ve iyi aile yoktur lafından çok da rahatsız olmayan anneler. Hata yapabileceklerini kabul ediyorlar ve böylece o hatayı telafi imkanı sağlayabiliyorlar."


Çocuk algımızda hatalı olan şey ne?

Biz çocuğu kendimize ait bir şey gibi görüyoruz. Yani pasif ve şekillendirilmesi gereken, eğitilmesi gereken bir varlık gibi. Ama çocuk kendine dair bilgilerle doğuyor. Ancak çocuğu kendimizden ayrı görebilirsek işte o zaman çocuğa saygı duyabiliriz. Bizden ayrı tercihleri olduğunu, bizden ayrı midesi, bizden ayrı bedeni bizden tamamen ayrı bir kişiliği olduğunu anlayabiliriz. Alice Miller’ın da dediği gibi "bütün çocuklar anne babalarına ters gelen bazı özelliklerle doğarlar ve bu son derece normaldir."


Bir ailenin çocuğa verebileceği en iyi şey nedir?

Bence saygı göstermek. Sevgi diyoruz ama aslında sevginin içerisine başka şeyler karışıyor. Bütün aileler yeterince severler belki ama gereğince sevmezler. Ve birbirimize borçlu olduğumuz şey sevgi değil, saygıdır. Burada saygı çocuğun bir kişiliği olduğunu bizden ayrı bir birey olduğunu düşünebilmek demek.


Saygıyı biraz açalım mı?

Biz farkında olmadan bazı şeyleri dayatıyoruz çocuğa.


- Biz ona öfkelenebiliriz ama çocuk bize öfkelenemez.

- Biz çocuğu eleştirebiliriz ama çocuk bizi eleştiremez.

- Ve çocuk üzülemez, üzülmemesi gerekir, ağlamaması gerekir çocuğun olumsuz hislerini yasaklıyoruz.


Fakat çocuğun bütün olumsuz hislerine saygı duymalıyız. Bu aslında sadece çocuklar için değil hepimiz için geçerli. Zaten insanı hasta eden şey acı çekmek değil, olumsuz hisleri ifade etmenin yasaklanması. Biz farkında olmadan küçük yaşta çocuğa şunu öğretiyoruz. "Seni bu şekilde seviyorum ama ağlarken sevmiyorum. Buna karşı çıkmanı istemiyorum. Bunu bu şekilde yapmanı istiyorum." Çocuk da bunu şöyle algılıyor. Annem babam beni bu şekilde seviyor ve bu şekilde olmadığım zaman bana saygı duymuyor, beni kabul etmiyor.





Anne baba yada en yakınlar çocuğa bakarken kendi hayalleriyle, beklentileriyle bakıyorlar ama o çocuk aslında ne? Olduğu gibi görebiliyor muyuz çocuğu?

Her çocuğun kendisine ait bir sesi vardır ve kitabımın da amacı "Çocuğumuzun kendine ait sesini duymasını nasıl sağlayabiliriz?" sorusunu sormak. Hem biz duyacağız hem kendisi duyacak. Çünkü eğer çocuğu dinlemeye hevesli bir yetişkin kulağı yoksa çocuk da kendisini duymayı ve kendiyle iletişim kurmayı öğrenemiyor. Ve uzun süreli yetişkin hayatımızda kendi kendimizle iletişim kurmamızın önüne geçen en büyük etkenlerden biride bu maalesef.


Kitapta, problemli çocuk yoktur; problemli ebeveynler, öğretmenler, okullar ve toplumlar var, diyorsunuz. Bundan bahsedelim mi?


Anne ve baba çocuk sahibi olduğunda kendi çocukluğuna geri dönüyor fakat bunun farkında değil. Kendi kırıklıklarını bir ayna gibi çocukta görüyor. Bunu bilmediği için problem varsa çocuktan kaynaklandığını sanıyor. Oysa ki bir çocukta istenmeyen davranışlar varsa çocuğum problemli demek yerine önce durup düşünmeli. Gerçekten de çocuğum mu problemli yoksa ben mi onu öyle görüyorum?


Anne-babalığın bir de fedakarlık boyutu var. Bunlardan yola çıkıp çocuğu borçlandırması var (saçımı süpürge ettim mantığıyla)


İnsan yavrusu diğer tüm canlılar arasında bakıma en çok muhtaç olarak doğanı. Bu belli. Ben bir yetişkin olarak en başından bunun ne kadar zor olduğunu takdir edebilirim ve bunu yapmaya ya da yapmamaya karar verebilirim. Birçok anne baba bunu düşünmeden çocuk sahibi oluyor. Sonra da yaşadığı zorluklardan çocuğu sorumlu tutuyor. Hamileyken yaşadığınız sıkıntıları düşünün: evet bulantı çekiyorum ve bu hiç de kutsal değil, berbat bir şey. Bunu kendim istedim. Çocuğun bununla hiçbir alakası yok. Kendi özgür irademle bu işin içerisine girdiğimi biliyorum, çocuğum bundan mesul değil, dersem o zaman çocuk bana yenik olarak dünyaya gelmez.


Kendime de bulantı çekmenin ya da geceleri uyanmanın ne kadar zor olduğunu itiraf edebilmeliyim. Winnicot'un "Bir annenin çocuğundan nefret etmek için 28 nedeni" diye bir makalesi vardır. Anne de aslında bir çıkmaz içinde; yani herkes kadını anne olmaya zorluyor ama anne olduktan sonra yaşadığı zorlukları ifade etmesine müsaade edilmiyor, bir yandan da kutsallık anlayışıyla çocuğa karşı hatalarını meşrulaştırabiliyor.


Kadını anneliğin getireceği ruhsal ya da bedensel yüklere hazırlayan ne bir kurum ne bir kişi var. Bunları belki bilse insanların bazıları çocuk sahibi olmayı seçmeyebilir ya da daha iyi hazırlanabilir.

Ağır şekilde istismara uğrayan çocukların istenmeyen gebeliklerden kaynaklandığını öne süren araştırmalar var. Bunun dışında kadın ya da erkek çocuk istediğini fakat gerçekten istiyor mu yoksa toplumun isteğini kendi isteği mi sanıyor bunun üzerine düşünmek lazım. Ve bu yüzden anne baba olmanın kişinin kendi yaralarını deşeceği bilgisinin çocuk yapmayı düşünen yetişkinlerle paylaşılması lazım. Bu işin fiziksel zorlukları üzerine de bilgilendirilmesi gerekli. Maalesef bunlar yeterince yapılmıyor.


Evet, ruhsal zorluklarına da hazırlanmıyor kadın.

Evet çünkü kadınlara şöyle deniliyor; "çok kolay". Oysa ki her anne doğar doğmaz kendini anne gibi hissetmiyor. Yani sanki bütün anneler doğar doğmaz çocuğuyla bağ kuracakmış, fiziksel zorluklar kolaylıkla aşılacakmış gibi hissettiriliyor. Ve anne zorlandığında bunu rahatlıkla ifade etme şansına da sahip değil.


Ben kutsal bir iş yapıyorum zorlanamam bunu layıkıyla yapmak zorundayım, diye düşünüyor.

Bunun acısını çocuktan çıkardığını düşünüyorum. Acısını çocuktan çıkartıyor ama bunu sanki çocuğun iyiliği için yapıyormuş gibi görünüyor. Herkes de böyle düşündüğü için gerçeğin farkına varamıyoruz. Bunun hepsi o kutsallık atfından kaynaklanıyor. Yani bu bir zincir gibi. O zincirin en başına gidersek gerçeği görebilmemizin önüne geçen şeyleri açabiliriz aslında.


Son olarak ne deyip de kapatalım?

Aslında hiçbir çocuk annesini üzmek istemez, çocuğun bütün kötü davranışlarının nedeni kendisini ispatlamaya çalışmasıdır. Çocuğun kabul edilemeyen davranışları olduğunda "Acaba çocuğum neden böyle davranıyor ve onda neyi hissettirirsem acaba bu davranış daha azalır?" diye düşünebiliriz. Ve kendimize çileden çıkma ve zorlanma hakkını da tanımamız gerekiyor; çünkü annelik bilinciyle sürekli iyi bir şey yapmaya çalışmak bizim çocuğumuzun kendisine özgün sesini duymamızı, onu tanımamızı engeller. Çünkü biz o kadar meşgulüzdür ki iyi anne olmakla, o sırada çocuğumuzu tanımak fırsatını kaçırırız.


Çocuğumuz için yapabileceğimiz en iyi şey onu olduğu gibi kabul etmek.

Böylece çocuk kendini değerli hissedecek.

Ve kendini değerli hisseden çocuk yaptığı şeyden, hayattan zevk alacak.

Bunu başardığımız müddetçe çocuk kendini ezdirmeyecek.

Mutluluğu başkalarını memnun etmeye çalışmakta aramayacak...

Yani çocuğumuzun mutluluğu için yapabileceğimiz tek şey çocuğumuzun kendisini değerli hissetmesini sağlamak.


****


Nihan Kaya'nın ilham aldığı Alice Miller'ın Yetenekli Çocuğun Dramı isimli kitabıyla ilgili yazım da burada.



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Nehir
    CEVAPLA
  • Misafir Her cümlesine katılıyorum. Kutlarım.
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.