Joe Dispenza ile 3 gün
Joe Dispenza hakkında biraz fikrim vardı ama tam da bilgim yoktu. Güvendiğim iki arkadaşım gitmişti eğitimlerine; çok sevmişlerdi. Bir şekilde denk geldi; nadiren Avrupa’da yapılan çalışmalardan birine bilet aldım; 3 günlüğüne Basel’e geldim.
Ben biraz köşeleri olan bir insanım. Yeniye zor alışırım. Kalabalıktan kaçınırım. Gürültülü, coşkulu insan topluluklarından hoşlanmam. Sakin olsun, tanıdık olsun, mütevazi olsun, samimi olsun severim. İşte kendimi böyle bilmeme rağmen 8000 kişilik bir stadyum etkinliğine gelmeye cesaret ettim. Epey söylenerek. Her adımda geri kaçıp, evimde koltuğumda otursam daha iyiydi, diye düşünerek.
İlk gün şoka girdim. Bu kadar çok insan, enerji, ses hemen sinir sistemimi aktive etti. 45 dakikalık aralar tuvalet sırasında bekleyerek geçiyordu. 9’da başlayacak seminer için düzgün bir yerde oturabilmeyi umuyorsan salona sabah 7’de gelmek gerekiyordu. Eğitim araları vahşi doğada hayatta kalmaya benziyordu. “Eyvah” dedim. “Ben hiç zorlamayayım, yarın döneyim”
Yanımda oturan Alman kadın halimi gördü. “Meditasyonları bekle, sonra karar ver” dedi. O dedi diye değil ama meraktan; ve yiğitliğe bok sürememekten biraz; biraz da çok zaman ve para ayırmış olmaktan kaldım. 2. günün öğleden sonrası başlayacaktı meditasyon; o zamana kadar ızdırap çektim.
Teorik bilgi hep bildiğimiz şeylerdi. Kadim bilgeliklerin söyledikleri biraz zamane popüler bilimiyle örülmüş bir biçimde sunuluyordu:
Aynı şekilde düşünerek farklı bir hayat yaratamayacağımızı söylüyor ve bunun çevresinde örüyordu teorisini.
Düşünceler duyguları, duygular kararları, kararlar davranışları, davranışlar karakterimizi bu da hayatı yaşama tarzımızı oluşturuyor; bunu biliyoruz.
Peki, tüm bunlar seni memnun olmadığın bir yere getirdiyse; mesela bir hastalığın varsa, bağımlılığın varsa, kendinden, ilişkilerinden memnun değilsen ve başka türlü olsun istiyorsan bunu nasıl sağlayacaksın; diye soruyor...
Her gün aynı şekilde yataktan kalkıp, aynı şekilde yüz yıkayıp, aynı sandalyede oturarak, aynı favori kahvaltıyı ederek ve aynı insanları görerek, aynı iş yerine giderek, aynı yoldan eve dönerek, çocuklarla ilgilenip, evle ilgilenip, aynı dizileri izleyip yarın uyanıp tekrar aynılarını yapmak üzere uykuya giderek… Nasıl değiştireceksin hayatını, diye soruyordu Dispenza. Seni hasta etmiş olan bu hayat tarzını; aynı şekilde yaşamaya devam ederek nasıl değiştireceksin? Geçmişte yaşadığın deneyimlerin yarattığı duygular ve onları oluşturduğu bir algının içinde durduğun sürece nasıl yeni ve farklı bir gelecek yaratabilirsin?
Her gün 90 bin civarında düşünce geçiyor aklımızdan; bunun %90’ı dün de geçmişti, bir önceki gün de, daha önceki gün de. Yani bu çok önemsediğimiz; hatta gaflete düşüp kendimizle özdeşleştirdiğimiz düşünceler aslında temcit pilavı gibi tekrar edip duruyorlar. Ve bizi işgal eden bu düşünceler, duyglarımızı, halimizi, biyokimyamızı da etkileyerek bedensel ve zihinsel sağlığımızın temelini oluşturuyor. Mevlana'nın söylediği gibi: "Gül düşün gül bahçesi olursun; diken düşün dikenle dolarsın"
Beden, diyor Dispenza; geçmişte yaşar. Zihin, diyor; hem geçmişte hem gelecekte yaşar. Ancak şimdiki anın içinde durabilirsek bu yeknesaklıktan çıkabiliriz. Ancak An'ın sonsuzluğunda yeni bir şeyler bulabiliriz; olabiliriz.
Bir şeyi düşündüğümüzde ya da hissettiğimizde bedenimizde biyokimyasal bir tepkime meydana geliyor; bu sayede düşünmek gibi soyut bir eylem bile somutlaşarak bedende var olmaya başlıyor. Bu da düşünceler ile bizi hasta da mutlu da olabileceğimiz anlamına geliyor… Sadece eski ve kötü bir anıyı hatırlamanın bile bize o anıyı tekrar yaşamışız gibi hissettireceğini bilirsiniz. Düşünceler duyguları, duygular düşünceleri izler ve bunlar alışkanlıklara, otomatik pilotta yaşadığımız davranışlara ve nihayetinde varoluş biçimimize dönüşüyor. Gün be gün geçmişi yeniden yeniden yaratıyoruz; bu da geleceğimizin geçmişe benzemesine sebep oluyor. Peki, iyileşme nerede? Potansiyelini keşfetme nerede?
“Yeni bir gerçeklik yaratmak istiyorsan, değişmelisin!”
Tamam da; dış koşullarım tamamen aynıyken; aynı şehir, aynı ev, aynı iş, aynı arkadaşlar vs… nasıl değişeceğim?
Dikkatinizi nereye verirseniz enerjiniz oraya akar.
Dispenza diyor ki; “Bu aynılık tuzağından kurtulmak ve yeniyi yaratabilmek için dikkatinizi bilinmeyene vermelisiniz…” Bunu anlamak ilk başta kolay değil. Bilinmeyeni nereden bileceğim?
İşte burada nefes ve meditasyon devreye giriyor.
Biz, hayatımızı dış koşullara, insanlara, olaylara, mekanlara dikkat ve enerji vererek geçiriyoruz. Yüksek teknoloji ve hızın hüküm sürdüğü dış dünya bizi sürekli kendisine çağırıyor. Bu da yaratıcı enerjimizin sürekli maddi boyutta takılı kalmasına yol açıyor. Ancak; dikkatimizi iç dünyaya, duyularla algılanmayan boyutlara çevirmeyi öğrenirsek burada bir yaşam büyütmeye başlayabiliyoruz. Sınırsız ve sonsuz olasılıklara, bilinmeyene yaklaşmak ancak böyle mümkün olabiliyor. Bunu sadece Dispenza söylemiyor; kadim metinlerden tek tanrılı dinlere her birisinde insanın dikkatini kendi iç dünyasına yöneltmesi; onunla hemhal olması; duyularla algılanamayan gerçekliğe aşina olmasının insanın sınırlı yapısını dönüştüreceğini; hastalıkları, memnuniyetsizlikleri değiştireceğini ifade ediyor.
Burada Kuantum Alan teorisi devreye giriyor: Bu görünmez bir enerji ve bilgi alanı. Varoluşu yaratan zeka ya da tümel bilinç de denebilir. Bu alana bedenle girilmez, diyor Dispenza ve bu alanda var olmayı kolaylaştıran nefes ve meditasyon teknikleri öğretiyor.
Bu kadar teknik bilgi bence yeterli. Dahasını merak edenler Joe Dispenza’nın “Placebo Sensin” ve “Doğaüstü olmak” , "Kendin Olma Alışkanlığını Kırmak" isimli kitaplarını okuyarak da öğrenebilirler…
O kadar da kötü değilmiş sanırım!
Etkinlikteki 1,5 günü geride bırakırken kalabalığın ve detaylı teorik bilginin ve rahatsız sandalyelerin ve tuvalet sıralarında geçirdiğim zamanın etkisiyle hala kaçmak istiyorum ama kaçmayacağım; meditasyon vaktini bekleyeceğim. Yine de anlayamadım: Nasıl oluyor da bu adam bir haftada iki etkinlik için 16 bin kişiyi toplayabiliyor bir küçük Avrupa şehrine. Nasıl oluyor da tüm canlı etkinlikleri yok satıyor. Hani spiritüellik sakin bir şeydi. Burada her gün partiyle başlayıp partiyle bitiyor. Burada bir şeyler yanlış olmalı, yanlış olmalı, yanlış geldim, boşuna geldim…
Geçmişte yaşamaya teşne, statükoya alışık, bir hayli inatçı ve münzevi ruhum Clarissa’nın eğitimlerindeki ortamın (en fazla 100 kişi, sakin, derin) doğru, buranın yanlış olduğuna emin. 8 bin kişi ve yüksek sesli parti müziklerinin konunun özüyle ters düştüğüne; burada olanların gerçek bir ruhsallık değil de pazarlama etkinliği olduğu aklımda dolaşıyor. Sahnede Cem Yılmaz gibi enerjik, iddialı, çok konuşan, şakalar yapan bu adamın alamet-i farikası ne? Anlamıyorum ama. Bekleyeceğim.
2.gün öğleden sonra meditasyona geçiyoruz. Işıklar sönüyor; kimileri etraf dikkatlerini dağıtmasın diye göz bantları getirmiş onları takıyor, etkili bir müzik başlıyor ve ardından Dr.Joe eline mikrofonu alıyor:
“Sit up now! (Dik oturun), derin nefes alın” diyerek kelimeleri sonsuza kadar uzattığı daha önce hiç rastlamadığım bir konuşma tarzıyla meditasyonu yönlendirmeye başlıyor. İlk meditasyon sanırım yarım saat sürüyor. Bedenim huzursuz. Oturduğum yerin rahatsızlığının fazlasıyla farkındayım. Zihnim aktif; onu beğenmiyor, bunu eleştiriyor; şimdiki zamanın içinde sonsuza akmak yerine gündelik dertlerin, geçmişin geleceğin ardından koşup duruyor. Elimden geldiğince bilinçte kalmaya çalışıyorum; şikayet eden zihnimi geri çağırıyorum. Rahatsız olan bedenimi duymazdan geliyorum. Tıpkı bir yavru köpeği eğitir gibi; “Çok uzaklaştın geri dön. Sakin ol. Otur. Hah işte böyle…”
Baştan beri hoşlanmadığım 67 ülkeden gelmiş olan 8000 kişi birlikte duyularımızın ötesine dalıyoruz. Salonda çıt yok. Sağımda ve solumda oturanların kıpırdanmalarını hissediyorum. 8000 kişi aynı şeye odaklanmanın büyüsü hissedilir oluyor. Kalabalık o kadar korkunç bir şey olmayabilir mi? Bazen uzaklardan bir yerden ağlamalar ve hatta çığlıklar geliyor… Dr. Joe garip biyonik sesiyle kelimeleri uzata uzata bizi yönlendiriyor:
“Relax into NOTHİNG” – (Hiçliğin içinde gevşeyin)
“Become Nothing” – (Hiçliğe dönüşün)
“Become noone” – (Kimseye dönüşün)
Bu yaşıma kadar hep bir şey olmuşum, biri olmuşum, birileriyle olmuşum… Meditasyon pratiğim var ama bu başka… Nasıl hiçliğe dönüşürüm? Nasıl kimseye dönüşürüm? Zihnim çalışıp duruyor. Arada yakaladığım düşüncesiz alanlarda rahatlıyorum. Hiçliği tahayyül etmek zor. Bir deniz düşünüyorum; sonsuza kadar uzanıyor; o sonsuzun bir yerinde gök ile birleşiyor. Sonsuz ufuk oluyor. Tahayyül edebildiğim hiçlik böyle bir şey. Eckhart Tolle’nin de söylediği gibi: “Cennet sonsuz bir boşluktur”… Bu şekilde algılayabiliyorum ancak…
İlk meditasyon bitiyor. Alıştığım her şeyin çok uzağında, tam da rahatlayamamışım hiçliğin içinde ama yine de: “Burada ilginç bir şey oluyor” hissi gelmiş… Kalmaya karar veriyorum.
1,5 günüm daha var.
Tenefüsslerde kalabalığa rağmen ihtiyaçlarımı giderebilmek için yollar bulmaya başlıyorum. Hiç su içmiyorum mesela tuvalete gitmek zorunda kalmamak için; araları dışarı çıkıp temiz hava alarak değerlendirmeye başlıyorum. Kalabalığın ritmini biraz anladım; onlardan farklı yöne hareket ediyorum. Mekana suluk getirmek yasak; her tarafta pet şişe sular, colalar vs. dağıtılıyor; ortaya çıkan plastik çöpü düşünerek sinir oluyorum. Aralarda ikram edilen çay ve kahveler de plastik bardaklarda; kesinlikle içmiyorum; mikroplastik yutmaya niyetim yok. Yine de duracağım. Merak ediyorum. Açılış ve kapanışlardaki parti ortamına da alıştım. Kalkıp partiye katılmıyorum ama oturduğum yerde dans ediyorum. Zaman geçtikçe ben de direncimi bir kenara bırakıyorum…
Meditasyonlara devam ediyoruz. Hiç olmaya çalışmaya alıştım. Star Wars'dan çıkma bir sahne gibi sonsuz uzay boşluğunun ufkundan yükselen ışık yerleşiyor dimağıma. Bedenim kıpırdanmaktan vazgeçti. Düşüncelerim kaçıp dursalar da uzay boşluğuna geri geliyorlar çağırınca. Zihin gözümün önünden yaratmak istediğim geleceğin sahneleri geçiyor. Gözlerim yaşlarla doluyor. Kalbim bastı gidiyor; davul mübarek. Bu his çok güzel. Burada kalabilirim.
Değişmek için diyor Joe Dispenza: “Net bir niyet ve yükseltilmiş bir duygu gerekir” bunun ne demek olduğunu anlamıyorum ilk başta ama adam işini biliyor; yaptığı yönlendirmeler, müzikler, videolar ve meditasyonla o niyeti ve o duyguyu buluyorum.
“Ben yaşamak istiyorum.” Geçen sene aldığım kanser teşhisi ve ardından zorlu geçen tedavi süreciyle içime bir korku yerleşmiş. “Ya yeniden gelirse.” Ya ben de annem gibi genç yaşta ölüp çocuğumu geride bırakmak zorunda kalırsam.
Anlıyorum ki burada iyileştirmek, değiştirmek istediğim kalıp bu. Bu düşünce yüzünden kendimi kansere galip gelmiş hissetmiyorum bir türlü. Bu düşünce beni içimde bir yerlerde inançsız, çaresiz kılıyor…
Bu arada teorik bilgiler de devam ediyor.
“Memory without the emotional charge is called wisdom” (duygulardan arınmış hatıralar bilgeliğe dönüşür) diyor; bu lafı çok sevdim.
“Kuantum alanında, senin tarafından tecrübe edilmek istenen yeni ihtimaller var; geleceğin çoktan yaşandı bile; git onu bul” diyor… Bu ifade bana şamanın şifa tekniğini çağrıştırıyor. Çeşitli vesilelerle trans haline geçen şaman; zamansız ve mekansız alandan iyileştirmek istediği kişinin sağlıklı olduğu versiyonunu bulup bu zamana indirir. İşte bunu anlatıyor; içindeki şamanı, içindeki şifacıyı çağır diyor. Artık anlıyorum.
“Sağlıklı olduğun, bereket içinde olduğun, sevgi ve uyum içinde olduğun o gelecek ihtimaline aşık ol” diyor… Bu kısmı çok poetik… O aşk kalbime doluyor; sanki şarja takılmış gibiyim. Günde 11 saat rahatsz bir iskemlede oturuyorum ama enerjim hala yüksek.
Meditasyonlar ilerledikçe aldığım zevk, hayretim ve hevesim artıyor. Oh be! Şimdi anladım bu kadar çok insanın neden bu adamın peşine düştüğünü.
Her şey gibi, hiçliğe alışmak da egzersiz gerektiriyor.
3 günün sonunda burada ne olduğunu; ne aramaya geldiğimi, neyi bırakmaya geldiğimi, uzun zamandır unuttuğum, içerilere gömdüğüm birçok halimi yeniden buluyorum. “Yaşamaya hakkım var”
Kalbim mutmain. Verdiğim paraya, ayırdığım zamana ve enerjiye değdi. İyi ki kendime rağmen kalkıp gelmişim.
Kendime meydan okudum; epey bir acı çektim ama şimdi iyiyim. Kanserin geri dönüşüyle ilgili vesvesemin zayıfladığını, serbest kaldığımı hissediyorum. “Ben özgürüm”
Clarissa’nın anlattığı, Eckart Tolle’nin anlattığı, şamanik öğretmenlerle pratik ettiğimiz, sufilerin zikirlerle, tefekkürle çağırdığı o görünmez ve güçlü alanı; onunla iletişimde olmayı, ondan zevk almayı hatırlıyorum… Boşluğun kendine has, her yeri kaplayan, sonsuz ihtimali barındıran hem karanlık hem de rengarenk olan o güzel ruhuyla yeniden bir araya geldiğime seviniyorum. Unutmuşum. Hatırlıyorum. Şükürler olsun.
Artık evime dönebilirim.
**
Joe Dispenza hakkında:
Beş kıtada, 32'den fazla ülkede konuşmalar yapan uluslararası bir konuşmacı, araştırmacı, danışman, yazar ve eğitmendir. Quantum üniversitesi, Omega holistik araştırmalar enstitüsü ve Kripalu Yoga ve Sağlık Merkezi öğretim üyesidir.
YORUMLAR