Akdeniz postası
Akdeniz. Benim için gürültüden, kalabalıktan kaçabildiğim, bir gezegende yaşadığımı hatırlayabildiğim, yeşilini, mavisini sevdiğim cennetim. Bu sene yorgun, bezgin, sıkıntılı, yaralı.
Antalya mesela. Ruslar’ın gelmemesinden belleri büküktü biz ayılırken. Büyük tesisler hiç açmamış, küçükler yerli turiste bel bağlamıştı. Adalı, iki sene önce aldığı büyük tekneyi satmış. Teknesiyle günlük tura çıkar Adalı. Öğlen yemeği dahil 60 lira kişi başına. “Günde 10 kişi bile toplayamıyoruz, teknenin masrafı çıkmadı. Çıksaydı iyiydi. Ne güzel tekneydi...” diye dertlendi... Sonra Putin’den özür dilendi, Ruslar geleceklerdi ama Adalı’nın tekne çoktan gitti...
12 senedir her sene gittiğimiz pansiyonun işletmecisi Akif. “Bu sene yabancı turist rezervasyonu yok. Her sene mutlaka gelenler bile ülkenin politikalarını protesto etmek için gelmeyeceklerini söylediler” dedi... Akif’in alışıldık müşterileri Almanlar ve İngilizler... Bu sene Yunan adalarına gittiler.
Çıralı sahili Caretta Caretta’ların yumurtlama alanı. Caretta Caretta’lar kendi doğdukları sahile yumurtlamaya gelir; gönüllüler ve köylüler bir arada bu yumurtaları korurlar. Geceleri sahilde gürültü yapmak, ateş yakmak, denize girmek yasaktır Çıralı’da. Eskiden en ufak kalabalıkta gönüllüler gelir ve uyarırdı “Kaplumbağaları ürküteceksiniz, dikkat edin” diye... Bu sene görmedim onları. Çıralı’dan bir işletmeci, Gökhan bey: “Belediye önemsemiyor artık, yabancı gönüllüler de terörden korkup gelmeyince böyle oldu” diyor... Çıralı dünyanın merkezi benim için, Caretta da onun incelikli ruhu. Bir gün öyle bir yer, öyle bir ruh olmazsa dünyada, ne kadar çekilmez bir yaşam olur...
Datçalılar “Yat limanı istemiyoruz” diyorlar. “Buranın değerlendirilecek o kadar farklı güzelliği varken, her yerinden mis gibi temiz denize girilirken, yazı kışı ayrı güzelken, bizi fason bir anlayışın içinde kirletecek yatlara ihtiyacımız yok” diyorlar. Söz birliği etmişler. Bir de saçma sapan ucube evler yapılmaya başlamış Datça’da. Ağaçsız, estetiksiz, çirkin binalar. Hepsinin camında “Satılık” tabelaları. Almasanıza. Datça’nın Datçalığına küfür gibi olan bu “en lüksünden” garabet binaları, alan olmasa ya. Böylece yapanın da daha fazlasını yapmaya hali kalmasa ya...
Yol yapım çalışmaları en ücra yerlerde karşınıza çıkıyor. Mesudiye’nin en yüksek, üstü çamlarla dolu tepesi taş ocağına dönüştürülmüş. Çamlar sökülmüş, kepçeler çalışıyor. Etrafa toz yağıyor. Böyle bir güzelliğe bu nasıl yapılır, akıl almıyor.
Marmaris’te acil bir sağlık sorununuz olmamalı bu arada. Devlet hastanesinin acil servisinde toplam iki doktor çalışırken, onları bekleyen 60 kadar “acil” hastadan biriydim geçen hafta. 50 dakika bekledim, sıra bana gelmedi. “Neyin var?”, diye soran bile olmadı. Onun yerine bir güvenlik görevlisi durmadan bizi azarladı. “Burada beklemeyin, içeride bekleyin...!” Hani acildi, tam teşekküllü hastaneydi? “Marmaris’e hizmet gelmez” diyor taksici. “Bizi sevmiyorlar!” diyor...
Antalya’dan batıya, oradan da kuzeye doğru sahil yolu boyunca yol kenarlarında kocaman levhalar “U-213 janjanlı, en gösterişli pembe domates”. Domatesin resmi olmasa kimya dersinden ibareler sanacaksın. “8900-HMEOS soğuğa ve böceğe dayanıklı yeşil biber”... İşte ülkenin sera cennetlerinde üretilen, bizim geçek gıda sanıp yediğimiz meyve sebzelerin gerçek isimleri. Hedefleri insan sağlığı değil verimlilik, dayanıklılık olan garip tohumlar...
Bir de yangınlar var. Binlerce ağacı kül eden, içinde yaşayan canlıları, kaplumbağayı, kertenkeleyi, tavşanı, tilkiyi alevlere veren... Yangının ardından “Orman niteliğini yitirdi” diye beton canavarlara, ranta teslim edilen topraklar.
Akdeniz böyle. Genetiği değiştirilmiş. Yanmış, kül olmuş... Tozdan kavrulmuş. Duble yollar ve çirkin binalarla memleketin geneline hakim inşaat anlayışına karşı mavi ve yeşil bir boynu büküklükle durmakta...
Haberiniz olsun.
YORUMLAR