Değer mi?
Çocuk sahibi olmak neye benzer? Bir bebeğinin olması hayatında ne gibi değişikliklere yol açar? Buna değer mi?
“Bebek sahibi olmak bacaklarını kaybettiğin sırada büyük ikramiyeyi kazanmaya benzer. Evet, artık bacakların yok ama seni bunu düşünüp delirmekten alıkoyacak, bütün dikkatini isteyen biri var. Evet, bacakların yok, ama süper lüks bir yatta seyahat ediyorsun” diye yazmış bir anne… Gerçekten harika bir benzetme…
Biz şehirli kadınlar, okullar okuyup, kariyer yolunda debelenip, hayatımızı bir nebze düzene koymayı başardığımızda soruyoruz bu soruyu: “Böyle iyi miyim; bir çocuğum olsa nasıl olur; buna gerek var mı, yok mu?”
Yanlış anlamayın, soruyu soran bedenimiz değil; o çoktan “bebek, bebek, bebek” diye sinyal vermeye başlamış hatta bu sinyallerin duyulmaması yüzünden yorulmak üzere. Soruyu soran rafine olan kısım; okuyan, eden, planlayan, hesaplayan…
“Bir çocuğum olsa nasıl olur?” sorusu çok çetrefilli bir cevabı hak ediyor. “Buna değer mi?” nin cevabı ise hem hayır hem evet… Benim için yani. Tereddütsüz “buna değer” diyenlerin yanı sıra hayatına bir çocuğu asla katmayı düşünmemiş kadınlar da tanıyorum… Herkesin normali farklı… Zaten sıkıntı ben ve benim gibilerde; “hem hayır hem evet”çilerde; bedenini duyup duymazlıktan gelen; benden doğan bir çocuk neye benzerdi diye merak edip bir yandan da spontan yaşamın nimetlerini çok sevenlerde…
Bir çocuğun olduktan sonra başına gelecek en iyi şey; daha önce hiçbir varlığı bu kadar çok sevmemiş olmanın idrakı. Anneni, babanı, kardeşini, ilk ya da son aşkını, lise arkadaşlarını, 15 yıl beslediğin köpeğini; hiç birini bu kadar çok sevmedin, evet. 50 cm boyunda 3,5 kilo ağırlığıyla hayatına katılan, kendi kendine dönemeyen, yiyemeyen, içemeyen bu minik yaratık var olmadan önce sen bu kadar sevgiyi tahayyül edemedin; edemezsin de… Çileğin tadını bilmeyen birine çilek anlatılabilir mi?
Yani işte, öyle gördüğün ilk anda değil,
zamanla,
tanıdıkça,
bildikçe,
2 sene boyunca en uzun uykun 4 saat sürdükçe,
sabah 5’te tüm enerjisiyle uyanıp oyun oynamak istedikçe,
sen kendini en bakımsız,
en çirkin, en bedbaht,
en uykusuz hissetsen de,
o seni görünce gülümsedikçe filan oluşan bir sevgi bu…
Seni (kendi sebep olduğu) sefil haline rağmen her gördüğünde:
“İşte benim kadınım, aslansın, kaplansın, dünyanın en şahane annesi sensin”
minvalinde baktığında... İşte senin ödülün bu. Bu açıdan bakınca değer.
Sevgi evet de; kabul etmek gerek, yeni bir bebek aynı zamanda bir işgalci. Ondan önceki zamana dair elinde ne varsa (gece gezmeleri, spontan seyahatler, uzun banyolar, bir sandviçle geçiştirilecek akşam yemekleri, sabahlara kadar süren sohbetler, arkadaşlara, kocaya, sevgiliye ayrılan vakit, kurslar, kariyer hedefleri, cinsel yaşam) silip süpüren, kendinden başka hiçbir şey bırakmamacasına seni ve hayatını sahiplenen bir terörist.
Özellikle ilk iki sene (tüm gün ve gece boyunca) seni isteyen,
senden şarkı söylemeni,
oyun oynamanı,
ayı gibi yürümeni,
kucakta taşımanı, taşımanı, yine taşımanı
anlaşılmaz konuşmasını anlamanı,
yüzüne işese ya da omzuna kussa da
onu hiç durmadan, tam zamanlı sevmeni bekleyen bir talepler yumağı bebek…
Bilmek gerek. Yeni bir bebek el örmesi beyaz patikler, yumuş yumuş örtülerin arasında uyuyan meleksi yüzlü fotoğrafların romantikliğinden ibaret değil… Bir mukavemet mücadelesi… Eskiden sen olan her şeyin yıkılıp bambaşka bir merkezde yeniden yapılanması demek…
Bir özlem yumağına dönüşmek demek. Bebeğin uyurken onu özleyeceksin; uyanık olduğu saatlerde ise pembe buğulu bir anı filtresinden baktığın eski, bebeksiz hayatını… Artık özleminin ucu bucağı yok.
Değer mi?
Bebeğin olduktan sonra soru artık bu değil. Öncesinde sorduğun soruların hepsini unuttun bile. O artık var ve yokluğu hiç olmadı ki.
Şimdi sana yeni bir soru veriyorum bul bakalım cevabını: Bir çocuk daha yapabilir misin, ister misin, buna değer mi?
YORUMLAR