Zaman kazanmak, anı kaybetmek...

Zamandan kazanmak için biniyorum arabama. Vapurla gidersem eğer iki aktarma yapıp yarım saat daha geç varacağım gideceğim yere. Giriyorum trafiğin içine. Kitap okuyamıyorum trafikte olduğum için; sağımdan solumdan geçen arabalara dikkat etmem gerektiği için etrafı seyrederek dalamıyorum hayallere, egzoz dumanı girmesin diye açamıyorum camımı... Direksiyonda geçirdiğim bir saat bana bir gün gibi geliyor. İşyerime vardığımda yorulmuşum bile. Şimdi zaman tasarrufu mu yapmış oldum ben... Okumadığım kitabın, almadığım deniz havasının tasarrufunu da mı yapmış oldum?

Geçen hafta bir kitap okudum. Büyük çocuklar ya da içindeki çocuğu arada bir yoklamayı seven büyükler için bir kitaptı. Adı Momo. Yazarı Michael Ende.





Zaman yaşamın kendisidir…


"Günlük yaşam içinde birçok büyük sır vardır. Herkesin bunda bir payı bulunur ve herkes bunu bilir, ama pek az kimse konuya kafa yorar. Çoğu kimse onu olduğu gibi benimser ve ona asla şaşırmaz. Bu büyük sır zamandır. Onu ölçmek için saatler ve takvimler yapılmıştır, ama bunlar hiçbir şey ifade etmez. Herkes çok iyi bilir ki, bazen bir saatlik süre insana ömür kadar uzun gelirken, bazen de göz açıp kapayıncaya kadar geçip gider. Zamanın bu garip kısalığı, uzunluğu, o saat içinde yaşanan olaylara bağlıdır. Çünkü zaman, yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir." Momo aslında çok iyi bildiğim fakat bildiğinizi bile unuttuğum; görmemeyi seçtiğim birçok gerçeği apaçık haliyle serebilen kitaplardan.

Momo yıkık bir tiyatroda yaşayan öksüz, yetim bir kız çocuğudur. Momo'yu diğer insanlardan ayıran ve çok sevilmesine sebep olan alışılmamış bir özelliği vardır: Dinlemek. Momo öyle bir dinler ki; karşısındakinin aklına yepyeni, parlak fikirler doğar; öyle bir dinler ki kavgalı olanlar barışıverirler, Momo sadece insanları değil yıldızları, kaplumbağaları ve rüzgârı da dinler...


Bir gün Momo'nun yaşadığı kasabada nahoş değişiklikler ortaya çıkar. İnsanlar artık "zaman tasarrufu" yapmaya başlamışlardır. Her dakika o kadar değerlidir ki ne birbirlerine hal hatır soracak, ne durup dinlenecek, ne de dinleyecek zamanları vardır. Bu garip davranışın sonucunda insanlar yavaş yavaş neşesiz otomatik makinelere, hayat da renksiz, sıkıcı bir yere dönüşme yoluna girer.

Zaman tasarrufu denilen anlayış "Duman Adamlar" tarafından yayılmaktadır...


Duman adamlar insanların zamanlarını toplayıp dünyayı ele geçirmeye çalışan bir garip örgüttür. Duman adamlar çocukların sokaklarda oynamasını, gençlerin sohbetlerini, büyüklerin yaşama zevkini hiç sevmezler. Onlar için önemli olan sahip olma hırsı, makinelerin çalışması, herkesin her şeye yetişmesi tamamlamak, dahasını elde etmek için hiç durmadan koşturmasıdır. Yaptıkları planlardan bir tek Momo etkilenmez... Ve bu sayede herkesi kurtaran da o olur sonunda...





Momo ve Kamp Dönüş Yolu


Hafta sonu bizim küçük ailemiz 12 başka aileyle beraber Sakarya'nın Acelle Yaylası'nda bir kampa gittik. Bu bizim Uzay'la birlikte ilk kamp deneyimimizdi ve gerçekten de çok güzeldi. Ne zamandır oğlumu bu kadar çok eğlenirken, gülerken görmemiştim... Pazar günü kamptan çıkış saati 15.00 olarak planlanmıştı; lakin kafamdaki duman adamlardan kurtulamadım... Bana sürekli olarak "Bayram trafiği olacak, erken çık zamandan kazan" diye fısıldıyorlardı. Baskılarına dayanamadım ve diğer kampçılar keşif yürüyüşüne çıkarken biz sabah erken bir saatte dönüş yoluna çıktık... Daha yeni bitirmiştim Momo'yu okumayı... Yolda anladım düştüğüm tuzağı.


Ne yaparsam yapayım kaçınamayacağım bayram trafiği içinde dururken, aklımca zamandan tasarruf ederken, doğanın içinde geçecek bir günden mahrum etmiştim ailemi... Duman adamlar başarmışlardı yine... Momo ise Uzay'ın yanında çökmüş kamp maceralarını dinliyordu, tüm kalbiyle. Acelle Yaylası, sessizliği, göl manzarası ve oynanmamış oyunlar kalmıştı geride...


Şehrin dışında hayatın içinde


Uzay’la kampta geçirdiğimiz bir gece doğayla yakın temasın insan üzerinde nasıl da olumlu bir etkisi olduğunu hatırlattı bana. Doğayı sadece seyredilecek bir manzara, suyu sıkılıp para çıkarılacak bir kaynak olarak görenler çoğaldıkça boş arsalar, peyzajsız bahçeler azaldı... Doğa tamamen "şehrin, günlük hayatın dışında" bulunan bir şey olarak algılanıyor artık...

Çocuklar topraktan solucan çıkarma gibi faaliyetlere yabancı TV ve bilgisayar ekranları karşısında geçiriyorlar hayatlarını... Bu ekranlar sayesinde öğrenmeleri yalnızca iki duyudan sağlanıyor: Görme ve işitme... "Dışarıda oynamanın" iyileştirici gücünden ayrı düşüyorlar gittikçe... Oysaki doğa sevinç demek, dinlenmek, görsel ve işitsel tacizler olmadan olduğun gibi kabul edilmek demek... Eğer çocuklara bu seçeneği sunmazsak, yaşamın böyle bir boyutu olduğuyla tanıştırmazsak onları suç bizde. O zaman tek eğlencesi yeni bilgisayar oyunları, filmler vs. olan, ağaca tırmanmayı bilmeyen, çöpünü attığı yerden toplamaya gerek duymayan bir nesil yetiştirmiş olacağız. Yok, yok... Bu değil!

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.