Park:Televizyonun tam tersi
Küçük çocuğu olup da İstanbul’da yaşayanlar için havaların güzelleşmesi demek parklara gitmek demek. Apartmanların dört duvarından kaçıp, AVM’lerin elektrik yüklü, “tüket” diye dayatan atmosferinden kurtulup en yakındaki parkta alırız soluğu. Hele ki ağaç gölgeli, kum havuzlu bir parksa bayılır Uzay orada oynamaya
Park demek, şehirde yaşayan çocuğun nefes alabileceği, koşup oynayabileceği, yaşıtlarıyla sosyalleşebileceği yegane yer demek. Yanımıza mutlaka kova kürek alırız, belki bir de top... Ben termosa çay doldururum ve sıcağın dinmeye başladığı akşam saatlerinde bizim evi hedef alan yakıcı güneşten kurtulmak için gideriz Uzay’la parka.
Avrupa’nın büyük şehirlerindeki gibi büyük parklar yok İstanbul’da. Amsterdam’daki Vondelpark, Berlin’deki Tiergarten, Paris’teki Lüksemburg bahçeleri, New York’ta Central Park, Londra’da Hyde Park var.
Kişi başına düşen yeşil alan miktarı açısından felaket durumda olan İstanbul’da mahalle aralarında ufak tefek, bazı semtlerde görece daha büyük parklar var ancak. İstanbul çocuk yetiştirmek için ideal bir şehir değil.
Park demek üç- beş ağacın gölgesinde; üç- beş anne, baba ve onların çocuklarıyla beraber tabiatı unutmamak için tutunduğumuz yegane dal demek.
Park demek, üstüne para vermeden çocuğunuzla vakit geçirebileceğiniz kalan son yer demek.
Park demek simit ve ayran ve dondurma ve balon satanlar demek. Küçük şeylerden mutlu olmak demek.
Park demek hiperaktivitesini ağaçlara tırmanarak dizginleyebilen çocuklar demek.
Park demek aslına bakarsanız televizyonun tam tersi demek.
İşte bu yüzden kıymetli bu şehrin köşe bucak tüm parkları. Avrupa’nın en kirli havası ünvanına sahip şehirde nefes alacak bir avuç alan oldukları için ve daha başka şeyler...! İşte bu yüzden tıpkı ağaçlar gibi parklar da çok başka şeyleri sembolize ederler...
YORUMLAR