Sırtınızdaki ağır çanta
Bilge Kadın masalını hiç dinlediniz mi?* Sırtında ağır bir çanta taşıyan genç bir kadının, yaşlı bir kadınla karşılaşmasını anlatır. Genç kadın o ağır çantayı yıllar boyu taşıyarak yürür de yürür, içinde ne olduğunu kimse bilmez. Sonunda bir gün o yaşlı kadının yaşadığı eve gelir.
“Yardımınıza ihtiyacım var, bunlarla ne yapacağımı bilmiyorum” der.
Yaşlı kadın “Ben mi sana yardım edeceğim. Bilge Kadın sensin diye cevaplar”.
Öyledir de… Genç kadına ‘Bilge Kadın’ der etrafındakiler. Sonrasında yaşlı kadın, çantanın içindekileri ona göstermesini ister. Çantanın içinden önce ölüleri çıkar; dedesi, annesi, üvey annesi, bebeği… Devamında kırık arkadaşlıkları ve aşkının kokuşmuş eti...
Yaşlı kadın şaşırır, “Ah siz bilge tipler, şu taşıdıklarınız bakın. Bunlarla nasıl ayakta kalıyorsunuz? Neden gömmedin bunları?” diye sorar.
“Nasıl gömülür bilmiyorum. Öğret bana” diye cevaplar genç olanı.
“Sana öğretemem ki. Bana vererek onlardan kurtulmak mı? Ben bunu yapamam ki.” der yaşlı kadın. Etrafında dolanır, çantadan çıkanlara bakar.
Bir süre sonra genç kadın ölülerini alıp çantasına geri koyar. Ama çantayı sırtına koyduğunda fark eder ki artık o çanta karga tüyünden daha ağır değildir.
Yaşlı kadın iğnelemeden veya sitem etmeden “Bilge olmanın ne kıymeti var” der.
Genç kadın yaşlı olanı öper ve artık hafiflemiş olan çantasıyla yola çıkar.
Burada çok kısaca yazdığım masalın en çok hangi kısmından etkilendiniz? Yazdıklarımı okumaya devam etmeden önce şimdi biraz yavaşlamanızı, eğer vaktiniz varsa aşağıya kopyaladığım linkten sekiz dakikalık bu masalı dinlemenizi öneririm. Acaba masal sizin kulağınıza neler fısıldayacak?
Sizin de bir çantanız var mı? Veya insan olup çantası olmayan var mı? Kendi hayatıma dönüp baktığımda, yaşam ilerleyip kayıplarım arttıkça sırtımda taşıdığım görünmez çantanın nasıl da ağır bir hale geldiğini, uykumda bile yere bırak(a)madığımı ve beni nasıl kamburlaştırdığını görüyorum. O çanta doğduğum andan itibaren oradaydı belki de, sadece kayıplarım zamanla içini doldurdu ve ağırlıkları, genç kadına olduğu gibi, onları taşıdıkça kendini daha çok hissettirir hale geldi.
Öyle ya yas, İngilizcesi grief, kökünü Latince bir kelime olan gravitas’tan alır ki o da ağırlık demektir. Yas, bize ağırlığını verir.
Masaldaki kayıp tanımı ölülerden başlar ama onunla sınırlı kalmaz; genç kadının annesi, üvey annesi, dedesi ve bebeği, ölmüşleri olarak oradadır. Sonrasında diğer kayıplar inci tanesi gibi dizilir; arkadaşlıklar ve aşklar. Masal yasta hiyerarşi tanımaz, genç kadının hayatı boyunca kalbinde iz bırakan tüm kayıplar, ağırlıklarıyla birlikte çantanın içindedir.
Evet, çantada tüm kayıplar vardır ama gel gör ki genç kadın, kendisine ‘Bilge’ denilmesine rağmen bunlarla ne yapacağını bilmez haldedir. Bu yükü artık taşıyamaz duruma geldiğinde yaşlı kadının evine girmeye ve ondan yardım istemeye – bir nevi- mecbur kalır. Demek ki yaslarımızla ilgilenmek belki de hiç alışık olmadığımız bir türden bilgelik gerektirmektedir. Her ne kadar birileri bizi ‘Bilge’ diye çağırsa da (ya da biz kendimizi öyle düşünsekte) kendi içsel kaynaklarımız bu yaslarımızla ne yapacağımızı görmemize yetmeyebilir.
Benim için masalın en büyülü kısmına geliyorum. Genç kadın yaşlı kadından bir şey yapmasını isterken (bana öğret der) yaşlı kadın çantadan çıkan yaslara sadece bakar. “Ben bir şey yapamam” diyerek genç kadının da onunla birlikte yavaşlamasını ve artık gün ışığına çıkarak ortaya dizilen yaslara bakılmasını sağlar. Yaşlı kadın genç kadına yalnızca “şahitliğini”’ verir. Bu sayede genç kadının da o şahitlik alanında kalmasını sağlar. Yaslar görülür; bir kişi değil iki kişi tarafından görülür ve böylelikle karga tüyünden daha ağır olmayan bir hale dönüşürler. Yaslar ve çanta hala oradadır, kadın onları taşımaya devam eder ama yük aynı yük değildir.
Yasın bizden istediği en önemli şey görülmektir. Şahitliğimizdir. Masaldaki gömme metaforu içinizde doğru bir yerde yankılanıyorsa, sunduğunuz bilinçli dikkat onları gömmektir.
Sekiz dakikalık bir masalın içinde yasın doğası ve bizden ne istediği ile ilgili o kadar çok şey var ki;
- Yas, sadece ölümle gelmez. Ölüm dışı kayıplarımız da yas sebebimiz olabilir ve bu şekilde baktığımızda şu soru aklımıza gelir: “Yası olmayan insan var mıdır?”
- Hayır. Çünkü kayıplar hayatın değişmez bir parçasıdır. İşte bu yüzden hayat yolunda ilerledikçe kayıplarımız & yaslarımız artar.
- Göm(r)ülmeyen kayıplarımızı taşımak yolda ilerledikçe yük haline döner ve bizi yorar.
- Yük haline dönüşmüş yaslarımızı artık taşıyamayacak hale geldiğimizde (hayattan eski keyfi almamaya başladığımızda, ki bu da masalın içinde kahverengiye dönen yeşillik olarak sembolize ediliyor) ve içsel kaynaklarımız bunlarla ne yapacağını bilemediğinde yardım isteriz.
- Yas görülmek & şahitlik ister. Bunun için de yavaşlamamız gereklidir.
- Yasın tek başına taşınması zordur; boyu posu bizi aşar. O yüzden topluluk desteği gereklidir. Yas, kendine bakan birkaç çift göz ister.
- Şahitlik alan yas dönüşür. Bir yere kaybolmaz, ama artık eskisi kadar ağır değildir.
Kayıplarınıza eğer bu gözle bakmadıysanız Bilge Kadın masalının sizi yavaşlatmasını ve varsa, taşıdığınız çantanızın ağırlığının farkına varmanızı sağlamasını dilerim. Sizinle birlikte yavaşlayacak ve kayıplarınıza yargısız bir yerden şahitliğini sunacak dostlarınız her daim yanınızda olsun. Yoksa masalda da dendiği gibi “Bilge olmanın ne kıymeti var”.
YORUMLAR