Yasın eşliğinde, depremin ardından
Afrika’da bir cenazeye denk gelirsen ona katılmak zorundasın derlermiş; ölen kişiyi tanıdığın için değil, ölümü tanıdığın için*. Ah güzel insanlar, biz sizlerin cenazesini istediğimiz gibi kaldıramadık…Ama depremle birlikte ölümü, daha doğrusu cenazesiz ölümleri daha yakından tanıdık…
Ne yazarsam yazayım, kelimelerin yeterli olmadığını bildiğim bir yerden, aramızdan ayrılan sevdiklerimizi anarak başlamak ve geride kalanlara başınız, yaranız sağalsın demek istiyorum. Kayıpların çeşitli ve kederin çok derin olduğu böylesi bir felakette ilk duam kalbinize güç ve sabır dilemek olabiliyor ancak.
Kaybın olduğu yerde yas da var ve depremin getirdiği yıkım hiçbirimizin kayıptan muaf olmadığını hatırlatacak derecede büyük. Peki bu sert ve zorlayıcı zamanların içerisinden nasıl geçeceğiz veya böylesi bir acının içerisinde ayakta kalmayı nasıl başaracağız?
Yasın elimizden tutmasına izin vererek. Yasın Türkçede neden ‘yas tutmak’ kelimeleriyle ifade edildiğini hep düşünmüşümdür. Bence adına yas diyerek tuttuğumuz şey, bizi tutan sevdiğimiz eller kaybolduğunda hayatla olan bağımızı korumamıza yardımcı olan bir ip veya bize uzanan bir dost eli. Ve ancak o ipe ya da o ele tutunarak içine düştüğümüz dipsiz kuyulardan çıkabiliriz.
Başımıza gelen şey, istemediğimiz bir kayba (kayıplara) ve acıya sebep olan o olayın kendisidir, yas değil. Bu ayırımı daha önce yaptınız mı bilmiyorum? Ama bizi yaşadıklarımızla ilgili gerçek bir anlayışa ulaştıracak detay bence bu ayırımda gizli; kayıplarımız – acımız yaşadığımız deprem felaketi sebebiyle meydana geldi, yas ise, eğer hakkıyla elimizden tutmasına izin verirsek, bu acıdan dolayı donan bedenimizi ve ruhumuzu ısıtan, içimizdeki yaşam ateşine tekrar kavuşmamızı sağlayan bir arkadaş. Onun da her arkadaşımız (insan) gibi kendisine has bir doğası var.
Yasın doğasını tanımak onunla yapacağımız yolculuğu kısaltmaz ama ihtiyaç duyduğumuzda hatırlayacağımız bir rehber olarak hizmet edebilir. Aslında burada belirttiklerimden daha zengin bir doğası olan yasla ilgili aşağıda yazdıklarım ve kendi deneyimleriniz arasında, umarım, benzerlikler bulabilirsiniz:
1. Yas sadece ölümle gelen kayıplarla yaşanmaz. Yası, ölüm dışında yaşadığımız diğer kayıpların da görülmek ve duyulmak istendiği bir yolculuk şeklinde düşünürsek yasla ilişkimizi daha sağlam bir zemine oturtmuş oluruz. Deprem felaketinde kaybettiğimiz canlarla birlikte kaybedilen yerleşim yerlerinden, kaybedilen aidiyet- kimlik duygusundan, kaybedilen geçmişten (anılar), kaybedilen anlamlar – ilişkilerden, kaybedilen yakınlık - güven hissinden ve kaybedilen hayallerden de bahsetmemiz geçtiğimiz süreci daha doğru tanımlamamıza yardımcı olur.
2. "Yasla ilgili en çok tekrarlanan söylemlerden bir tanesi yasın süresiyle ilgilidir. Toplumda yerleşmiş inançlar yasın altı ay veya bir sene içerisinde aşılması gerekliliğini söylerken aksine, altı çizilmesi gereken konu yasın süresi değil onu nasıl yaşadığımız olmalıdır. Yası ağırlamak dediğim bu yaklaşımı bence en iyi anlatan model psikolog Lois Tonkin’e aittir. Yasın Etrafında Büyümek isimli bu teoriye göre yaygın inanılışın aksine yasınız zamanla azalmaz ancak hayatınız onun etrafında genişlemeye başlar. Tonkin bir danışanıyla çocuğunun ölümü hakkında konuştuktan sonra bu modeli geliştirir. Danışanı, çocuğunun ölümünün arkasından ilk başlarda hissettiği kederin hayatının her bölümünü doldurduğunu söyleyerek hayatını temsil etmek üzere bir daire ve kederini belirtmek üzere içine bir gölge çizer. Zaman geçtikçe o gölgenin küçüleceğini ve hayatının daha küçük bir parçası olacağını düşündüğünden bahseder ancak yaşadıkları farklıdır. Hissettiği keder aynı derecede büyük kalır. Derin üzüntüsünü çocuğunun ilk öldüğü zamanlardaki kadar yoğun hissettiği zamanlar vardır ancak hayatı onun etrafında büyür. Yani yeni deneyimler edinmeye başlar, günlük rutinlerine döner, hayattan keyif aldığı anlar bulur. Bu modeli değerli bulmamın sebebi aslında yasın bir yere gitmediğini söylemesidir. Çünkü bu şekilde yası hayatımıza entegre ettiğimizde duygularımızı altı ay veya bir sene içerisinde rafa kaldırmak gibi bir baskıdan kurtulmuş oluruz. Yas, ona biçilen bir süreyle değil onu ağırlama ya da onunla genişleme kapasitemizle değerlendirilmelidir. "**
Genişleyen yere dolmaya başlayan şey hayattır…
3. "Yas, düz bir çizgi üzerinde ilerliyormuşçasına yürünen bir yol değil çoğunlukla neresinde olduğumuzu bilemediğimiz, kendimizi dönüp dönüp aynı noktada bulduğumuz karmaşık bir ip yumağının içerisinde yol almaya benzer bir durumdur. Düz bir çizgi üzerinde yürümek önünüzü veya arkanızı görebildiğiniz, bu yüzden yolunuzu aşamalara bölebildiğiniz ve adım atarken zorlanmadığınız rahat bir rota sağlarken, yas yolculuğunuz başını ya da sonunu göremediğiniz ve uçları birbirine geçmiş bir yumağın içinde hareket etmeye benzetilebilir. Kendinizi kaybolmuş hissetmeniz bu yüzdendir." **
4. Yas kelimesinin Latince’de ağır anlamına gelen grave kelimesinden türemesi belki de bir tesadüf değildir; yas sahip olduğu ağırlıkla bizi durdurup yavaşlatır. Çünkü ruhun ve bedenin, o kederi taşıyabilmek ve daha sonra iyileşebilmek için güce ihtiyacı vardır. Bu da zaman gerektirir. Modern hayata uyum sağlayabilmenin koşulları hızlı olmak, birkaç işi birarada yapmak, zaman idaresi ve planlama konularında ustalıkla hareket etmek gibi durumlara bağlıyken yasın misafirliği sizden tam tersini ister.
Francis Weller kitabında ruhun orijinal ahengini hatırlamamız gerektiğinden bahseder ve otuz yılı aşkın bir süre önce, bir terapist olarak lisansını bitirdikten sonra yanında stajyerlik yaptığı mentoru Clarke Berry ile ilk karşılaşmasını anlatır:
"Oturduğumuzda Clarke soluna uzandı, elini masanın üzerinde duran büyük bir taşın üzerine koydu ve ‘Bu benim saatim. Ben jeolojik hızda çalışırım. Ve eğer ruhla çalışacaksan bu ritmi öğrenmelisin, çünkü ruh böyle hareket eder’ dedi. Sonra yine orada duran küçük bir saati göstererek ‘Bundan nefret eder’ diye ekledi. Bu, genç bir terapiste söylenebilecek ne harika bir şey! Terapi ve ruhla çalışmak hakkında öğrendiğim en önemli şey budur. Bu hikâyeyi çalıştığım herkesle paylaşıyorum. Bunu, değişmek için gösterilen aciliyeti yatıştırmak ve danışanların kendi ruhlarını yeniden dinlemelerini sağlayan bir ritme dönmeleri için araç olarak kullanıyorum." **
5. "Yas insanlık tarihinin hiçbir aşamasında kişilerin kendi başlarına taşımak zorunda oldukları bir yük olarak görülmemiş, içinde yaşanan topluluk tarafından paylaşılmış ve o topluluğun kendine ait yas törenleri veya ritüelleri ile ifade edilmiştir. Cenaze sonrasında cenaze evinde birlikte yemek yenmesi veya ölen kişinin ardından belirli günlerde bir araya gelerek dualar okunması hepimizin bildiği en yaygın uygulamalardır. Sivas’ın bir köyünde tüm köy ahalisinin Temmuz ayında bir araya gelerek köyün tüm ölülerini andığını duymuştum. Bu ve bunun benzeri törenler topluluğun kapsayıcı varlığını hissetmek ve bundan güç alarak yolculuğumuza devam etmek içindir. Maalesef yaşadığımız çağın sloganı olan "Ben güçlüyüm’’ veya "Ben her şeyin üstesinden kendi başıma gelebilirim" söylemleri ve bu söylemlerin kabul görmesine sebep olan anlayışlar zaman içerisinde kendimizi korunup kollanmış hissedeceğimiz ritüellerin terk edilmesine ve yasımızı kendi köşemizde bir tecrit halinde yaşamamıza sebep olmuştur." **
Yaşayabildiklerimiz veya bize öğretilenler ötesinde deneyimlememiz için yasın doğasına kulak vermemizin iyi olacağını düşünüyorum. Yası yaşama kaldığımız yerden devam edebilmek için üstesinden gelmemiz gereken bir engel değil de yaşamla daha önceden deneyimlemediğimiz bir yerden ilişki kurmamıza yardımcı olan bir el olarak düşünmemiz mümkün olur mu? Bunu bir soru olarak buraya bırakıyorum.
Yazının kapanışını Sevgili Michael Meade’den duyduğum bir alıntıyla yaparken depremi yaşamış veya depremden etkilenen herkesin önünde saygıyla eğilerek depremin yaralarının sarılması için çalışan binlerce kişiye sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum.
"Amerika Birleşik Devletleri'nin New Orleans kentinde, ikinci sıra adı verilen bir cenaze ritüeli hala korunmuş durumdadır ve ilk sıra, bir at arabası ile mezarlığa götürülen tabuttur, tabutun arkasında çekirdek aile vardır, onların arkasında tüm arkadaşlar ve akrabalar ve onların da arkasında müzik yapan bir bando. Müzisyenler mezarlığa inen yolda ilerlerken bir ağıt çalarlar ve ölen kişi mezara indirilir, en dibe kadar. Bu olduğunda herkes ağlar ve yapılması gerekenleri yapar ve bundan sonra sıra tersine döner. Şimdi bando ilk sıradadır, bandonun arkasında dost ve akrabalardan oluşan topluluk, topluluğun arkasında da aile. Hepsi hayata geri dönmektedir çünkü hayatta olanların hayata geri dönmesi gerekir. Bu üzülmüyoruz ya da kayıp nedir bilmiyoruz demek değildir. Bu her şeye rağmen hayata geri dönüyoruz demektir." *
*Michael Meade, Yas ve Ölüm Festivali 2023 konuşmasından bir alıntı.
Konuşmanın tamamını aşağıdaki linkten Türkçe altyazılı olarak seyredebilirsiniz.
** Ölüm Yaşamın Mührü, Berna Köker Poljak
YORUMLAR