Ölüme kaç gözle bakmak mümkün?

Ölüme kaçıncı gözünüzle bakmak istersiniz veya ölüme kaç gözle bakmak mümkün?

Yaşamınız, kıymetliniz. Ölümle en ilgisiz halinizde veya kendi ölümümden korkmuyorum, sadece sevdiklerimin ölümünden korkuyorum dediğinizde bile kalbinizin en derinliklerinde sızlayan yaranız, inceden inceye, hayata ve ölüme bir yakarış; Gelme, yaklaşma... Sevdiklerimden uzak dur, lütfen.

Kalbinizin her saniye sizden habersiz yaşama ve ölüme yakardığının farkında mısınız?

Dinlerseniz, duyarsınız; şu ana kadar hiç duymadiğiniz ağırlıkta, hüzünlü, en yaslı notaların aslında gün boyu içinizde tınladığını fark edersiniz..

Ben fark ediyorum; gerekirse bana gel, çocuklarıma yaklaşma diyorum. Dua ediyorum. Sonra ağlıyorum. Sonra gülümsüyorum.

Ölüme bakmak yakartır, ağlatır, dua ettirir, size kendi şiirlerinizi ve dualarınızı yazdırır. Arkasından yaşamın görkemine tebessüm ettirir.

Yazıyorum... Kalbimdeki çizik öyle derin ki oradan çıkan notalar her daim kulaklarımda yaşıyorum.


Geçenlerde bir arkadaşım “ağır bir hastalık geçirdikten sonra iyileşip yaşama yeniden başlayan birine ait bir kitap var mı?” diye sordu.

Oğlum var dedim. Ama kitabı yok.

Oğlum. Kendisi ne kadar ağır bir hastalık geçirdiğinin “ağırlığınca” farkında değil.

Sonuçlarının farkında...


Hastalığı hatırlamadan sonuçlarıyla yaşamak (oğlum) ve her şeyi hatırlayarak yaşama devam etmek (ben).


Oğlum yaşama tekrar kavuştuğunu, hep bahsedilen şu meşhur ikinci şansın ona verildiğinin farkında bile değil.

Belki de hiçbir zaman olmayacak.

Sadece sonuçlara bakıyor ve o sonuçlar onun için bir kayıp.


Ben kazanç diyorum, o kayıp.

Çünkü ben süreci biliyorum, hatırlıyorum, her dakikasini, her anını, her salisesini.

O küçüktü, hatırlamıyor.


Nelerden dönüldüğünü ben biliyorum.

Ölecekti, yaşam çizgisinin ucundaydı.

Ölmedi.


Beyninin sol lobunu ameliyatla alacaklardı.

Küçülme durdu almadılar.


Felç kalacaktı, sağ tarafı tamamen felç olacaktı.

Sadece sağ elinde kullanım kaybı kaldı.


Konuşamayacaktı.

Konuşuyor...


Bunlar benim gördüklerim.

Onun gördükleri ise tam kullanılmayan bir el, küçülen bir sol lob ve onun getirdiği bir dolu komplikasyon, sağ elini kullanamama...


Ben neredeyim, o nerede...

Çünkü o, süreci hatırlamıyor, sadece sonuçlarıyla yaşıyor...

Bu sonuçlar ona kayıp.

Farkında olmadığı bir yas.


Bana yas, şifa ve şükran bir arada.


Size hayat ne?


Hayat hepimize ne? Bu soru çok kocaman. Kocamanlığında kaybolmadan birbirimizin elini tutmak, dostça sarılan kolları sırtımızda duyumsamak mümkün olur mu?


Kalbindeki o hüzünlü tınıyı duyanlar için aksi mümkün değil ki?


Ölümü niye bu kadar konuşuyorsun, yaşıyoruz işte, nedir bu anlayamadığım diyenler?


Stephen Jenkinson dedi ki “Nihai olan özlemimiz birleşmektir, kutsal olanla birleşmek. Ve bu özlem Tanrı tarafından verilmiştir. Bu özlemi aktif tutacak kadar ayrılık da Tanrı tarafından verilmiştir. Ne muazzam bir düzen!”


Bu satırları okuduğunuzda gözyaşlarınız akacak kadar Aşk’la dolmanız için bahsediyorum belki de…


Bunun bir “yapma” değil, “olma” hali olduğunu anlatmak için konuşuyorum belki de...


Aslında hepimizin farkında olmadan bilmem kaçıncı şanslarımızı yaşadığımızı söylemek için yazıyorum belki de.


Belki de…



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.