Evcil ölüm
Bu yazı biraz kendi kişisel yaşanmışlıklarımdan, biraz yanlarında olmama izin veren (ve bundan dolayı hep şükran duyacağım) hastalarla ve yakınlarıyla tecrübemden biraz da kalbime fısıldananların bir araya gelmesinden doğdu.
Yıllar önce oğlum çok hastalanmıştı, hala da o dönemin getirdikleriyle yaşıyor(uz).
Ailem, arkadaşlarım veya durumunu soran insanlar en iyi niyetleriyle şifa dilerler hep.
İnsanın kalbinin çocuğuyla sınanması kolay değil şüphesiz. Ben de her daim şifa dilerim oğluma.
Şifa nedir peki?
İlk senelerde fiziksel şifa dilerdim sıklıkla. Farklısı elimde değildi ki; dileğim o ölmesin, hayatta kalsındı. Zaman içerisinde hayati tehlikesini atlattı ama benim şifa dileyen dualarım değişmedi; geçirdiği hastalığın fiziksel olarak ona yaşattığı hasarlar iyileşsin diye açıldı ellerim gökyüzüne. Sonra azıcık katmanlandı, yaşadıklarının ruhunda açtığı yaralar da iyileşsin diye başladım dualarıma. Epey de öyle devam etti.
Fiziksel şifa, ruhsal şifa istemek yanlış değil tabii. Elbette en samimi duygularla, en temiz halimizle istiyoruz bunları.
Bir kez bir masal dinlemiştim*. Masal bu ya, bir şamanın yönlendirmesiyle ormanda yedi sene boyunca derin dinleme yapan bir erkek çocuk, yedi sene sonra bir kadın sesi duymaya başlar. Kadın der ki: “Ben senin karınım, geliyorum.”
Birkaç gün boyunca aynı seslenişi duymaya devam eder. Derken bir sabah nehirde bir kano görür. İçinde o kadın ve hepsi birbirinden güzel altı kız kardeşi daha oturmaktadır. Ama gel gör ki kanonun arkasında çirkin ve şirret bir kayınvalide (kızların annesi) kanoyu sürmektedir.
Neyse masal uzun ve mesajları derin ama kıssadan hisselerden biri “Sizin kanonuzun arkasında kim var?” idi.
Ben baktım. Senelerce baktım ve dua ettim. Ama bakmakla birlikte bir de dinlemeyi ekleyince neler neler gördüm.
Tanrı, dinlemeden & duymadan, sadece bakmaktan korusun.
Şifa nedir dinleyelim. Sadece hastalığa bakmayalım. “Hastalık bizden uzak dursun aman ha ne olur” hiç demeyelim. O hastalık ne şifalar getirir. Şükür.
Bazen bir şeyin şifası, sadece onu yaşamaktan geçiyor, en zor ve en derin halleriyle. İyileşmekten değil. Bunu duyalım.
Kanser hastası olan bir tanıdığım, konulan teşhisi duyduğunda yaptığı ilk şeyin, o öldükten sonra kızına kimin kitap okuyacağını düşünmek olduğunu söylemişti.
Ben hayatımda daha zarif bir “acı-endişe” duymadım. Şimdi kim istemez bu kadının fiziksel şifa bulmasını? Ama o bunu yaşamakla nelere şifa buldu kimbilir? Kanosunun arkasında kimler vardı. Baktı ara ara.
Kanonun arkasındaki kayınvalide şirret ve çirkindir ama o erkek çocuğun hayatına eşsiz öğretiler getirir.
Kalbimizi en temiz halimizle tutup şifa isteyelim ama her katmanda.
“İyileşmek zorundasın. İyileşmelisin!” değil.
Fiziksel şifa istemek sevgimizin bir sonucu olsa da karşımızdaki kişiye yapabileceği baskıyı göz ardı etmeyelim. Belki de hiçbir şekilde kendi elinde olmayan bir durum için bunu söyleme hakkını “sevgimizden!” aldığımızı düşünerek, o kişinin ruhuna yaptığımız korkunç ağırlığı hissedelim.
Bahsettiğim yerin “duyulması ve kalınması” kolay bir yer olmadığını biliyorum. Hasta olan kişiyi tedavi sürecinde yalnız bırakmamanın, ölmesini hiç istemeseniz de ölüm ihtimalinin ve ölümden konuşma isteğinin kabulünün bir arada olduğu bir alandan söz ediyorum.
“Her ne kadar iyileşmeni en küçük zerreme kadar istiyor olsam da iyileşmeme ihtimalinin olduğunu biliyorum ve bunu konuşmak istersen yanındayım” diyebilmekten bahsediyorum. O kişiyi olduğu gibi kabul edebilmek, kendi acımızın içinde kalırken onun isteklerini onurlandırmaktan ve acıya “birlikte” nasıl yaklaşabileceğimizin keşfini yapmaktan geçiyor böyle zamanlarda.
Yaşam, sadece nefes almaktan daha fazlası. Ölüm ve yas yaşamın parçası. Bizimkisi, kişisel yaşamlarımızın sınırlarını, esasen kalbimizin sınırlarını ne kadar genişletebileceğimizin bir araştırması.
Unutmayın, ölümden konuşmakla ölümü çağıramazsınız. Ölüm, o kadar evcilleşmis bir şey değil inanın.
Yoksa gider ayak, acısını paylaşmak, yasını tutmak için yer bulamayan, ağlayamayan, “ölüyorum ben yahu, çok üzgünüm” diyemeyen, bize nasıl ölüneceğini gösteremeyen - ölmeden önce ölmüş kıymetlilerimizle geçiriyoruz son zamanlarını.
Masal bunları fısıldıyor. Dinleyelim ne olur.
*Martin Shaw / The Listener
YORUMLAR