Ölüm yaşama anlam katar mı?

Martin Shaw isimli bir hikâye anlatıcısı var, hiç duydunuz mu? Seçtiği hikâyeleri ustaca anlatan bir kişidir. Öyle ki kelimeleri kemiklerinize kadar işler, sizi sarsar, uyandırır. ‘’Courting the Wild Twin’’ (kabaca bir çeviri ile: İkizini Çağırmak) isimli bir hikâyesi vardır. Hikâyeye göre herkes bir ikizle birlikte doğar ve bu ikiz siz farkında olmadan, doğar doğmaz sürgüne gönderilir. Kendi başına yaşaması icin ormana bırakılan ikiziniz zaman geçip büyüyünce yanınıza dönmek ister ve günün birinde siyah bir yılan olarak karşınıza çıkar. Martin Shaw der ki, sürgüne gönderilen her şey size düşmanınız olarak geri döner. O şey her ne ise, ‘iyi’ haliyle kalamaz. Yıllar geçtikce sadece vahşileşmez aynı zamanda yabanileşir, merhametsizleşir. Hikâyenin sonunda anlarsınız ki bu ikiz, sizin kabullen(e)mediğiniz parçalarınızdan başka bir şey değildir. İkiz, aslında sizsinizdir.


Bu hikâyeyi şimdilik buraya bırakıyorum.


Palyatif Bakımda yatan bir hasta vardı. Son yedi senesini kanser tedavisi ile geçirmiş, artık iyileşme ümidi bitince, kalan zamanını daha az ağrı ile geçirmesi için buraya yönlendirilmişti. Palyatif Bakım’da yaptığım iki şey düşündükçe tuhaf gelir bana. Bir tanesi hayatımda o ana kadar hiç tanımadığım bir insanın son anlarına/ölümüne şahitlik etmek, ikincisi ise genel sağlık durumunu bilip ruh hali hakkında hiç bir fikrimin olmadığı o kişinin odasına girebilmektir. (Kronolojik olarak, bu yazdıklarım tam tersi yönde çalışır, yani önce odaya girerim) Bunlar garip gelen kısımları. Zor gelen kısmı yok mu? O da var elbet…


Odaya izin almadan girmem. Genelde, konuşmayı başlatabilmem ve odaya girebilmem için bir aracı olarak kullandığım içecek/yiyecek servis veya sanat servis arabası yanımda olur. Bu hastanın kapısını çaldığımda uyuyordu. Yanında bekleyen karısı içeri çağırdı ve sohbet etmeye başladık. Karısının anlattığına göre eşi, kendisini işine adamış başarılı bir işadamıydı. Şirketin en üst pozisyonlarından birinde, kendi deyimiyle mesleğinin zirvesinde tutkulu bir şekilde çalışırken aldığı kanser teşhisi ile planları değişmiş, zamanla işine gidemez olmuştu. İyileşmek amaçlı yaptıkları tedaviler bekledikleri kalıcı iyileşmeyi sağlamamış, ilaçlar sayesinde kazandığı süreyi (uzattığı ömrünü) evde/hastanede dinlenerek veya daha fazla tedavi olmak üzere harcamıştı. “Şimdiyse buradayız” dedi. Ağzından o ana kadar ölüm kelimesi hiç çıkmadı.


Eşiyle sohbetim devam ederken bir taraftan, hasta uyanırsa konuşmaya nasıl başlayacağımı düşünüyordum. Hayat planları yarım kalmış, severek yaptığı bir işi zorunluluktan dolayı bırakmış ve (muhtemelen) hayal kırıklığı yaşamış bir kişiyle ‘’sahici’’ bir konuşma nasıl yapabilirim? İşte işimin en zor kısmı da bu. Ölen kişilerle ‘ölüm’ kelimesini de kullanabileceğimiz bir dil geliştirmek. Geliştirmek diyorum çünkü inanın bu onlar için yeni bir dil oluyor. Ölmek üzere olan kişiler ve/veya aileleri, sanki bununla ilgili kimsenin bilmediği gizli bir yerde eğitim almışçasına (aslında gizli değil, hepimizin şu an içinde yaşadığı ‘’hayat okulu’’; ölümün tabulaştırıldığı bu çağ) , gayet usta bir şekilde “o” konudan sakınarak konuşuyorlar. Benim yapabildiğimse önce gözlemlemek sonra bu yeni dili onlarla paylaşmayı denemek oluyor, zarifçe ve zorlamadan.


Eşiyle konuşmaya devam ederken hasta gözlerini yavaş yavaş açtı ve gözleri ışığa alışıp (tahminimce) nerede olduğunu hatırladıktan sonra kim olduğumu sordu. Kısaca kendimden bahsettim. İşadamı kimliğinden artık haberim olduğu için bağlantı kurabilmek adına kendi kurumsal finans geçmişimi söyledim. Yüzüme baktı ve ‘orada kalmalıydın’ dedi. ‘Doktor veya hemşire değilsin. Burada kimseye bir yardımın olamaz. Orada bir işe yarardın hâlbuki’. Aha! Çok şanslıyım ki bu hastayla karşılaşmam Palyatif Bakım’da ilk çalışmaya başladığım zamanlarda olmamıştı. Zira tecrübe bana konuşmalar/cevaplar arasında boşluk bırakabilmeyi, beklemeyi öğretti. Zaman geçtikçe de bu boşluk, kelimelerin ve tonların arkasındaki niyetleri sezinlemekte yardımcı olmaya başladı.


‘Haklısınız dedim. Orada epey işe yarıyordum. O dünya bana kendimi ifade edebilmeyi ve kurban rolüne girmememi öğretti. Seneler içerisinde acizlik hallerine nasıl kolayca girip çıktığımı anlar oldum. Finans tablolarını değil ama işin bu kısmını burada sıklıkla kullanıyorum’


Gözlerimin içine odaklandı, derinleşti. Ölmek üzere olan hastalar ölümden konuşmaktan kaçınıyor olsalar da, insanlarla ilgili sezgilerinin geliştiğine dair bir kanıya varıyorum bazen. O yataklarda yatan ve o derin/delici bakışa sahip o kadar fazla insanla tanıştım ki, düşündüklerimi okuyabildiklerini hissettiğim çok olmuştur. Bu da o anlardan biriydi.

“Anlat bakalım, nasıl kullanıyorsun?” dedi.

Kendimi kurumsal yıllarımda ki gibi, bir şirket CEO’sunun önünde hissettim. Konuşma ilerledikçe, benim deneyimlerim onun yaşadıklarıyla harmanlandıkça, başına gelen bu hastalıktan dolayı ne kadar kızgın olduğu daha açık bir şekilde ortaya çıkmaya başladı. Kendini ‘aciz’ hissediyordu. Bu hastalığın kurbanlarından biriydi ve ona karşı bir şey yapamama halinden dolayı neredeyse öfkeden deliriyordu. Bilmeden (tahmin ederek, sezgilerime güvenerek) kullandığım ‘’kurban/aciz’’ kelimeleri konuşmaya devam edebilmem icin bana bir kapı açmıştı. Belki gün içinde, kendi iç dünyasında defalarca yaşadığı öfke krizlerinden biri, tanımadığı bir insanın yanında patlak verince frenleme gereği hissetmedi. ‘Hayatım boyunca her şeye çözüm buldum, gereken neyse yaptım, çok çalıştım... Hiçbir zaman kendimi aciz duruma düşürmedim. Ama bu kahrolasıca hastalık, hiç bir tedavi işe ‘yaramıyor’ dedi.


‘Yaramadı’ değil,

‘Tedavi süreci bitti’ değil

‘Ölüyorum’ değil


Onun açısından içinde bulunduğu durum adeta büyük bir komple teorisinden ibaretti. Kaynağını anlayamadığı bir güç, anlayamadığı bir nedenle bu hastalığı ona vermiş, o tüm gücüyle direnmiş ama elinde olmayan sebeplerden yenilmişti. Şu basit gerçeğin, aslında sadece ‘’doğduğumuz için öldüğümüz’’ gerçeğinin onun dünyasında hiç bir yeri yoktu. Yalnızca bedeni değil, ruhu da yaralıydı.


Sadece onun değil, çoğumuzun ruhu yaralı. Yukarıda bahsettiğim “kaçınma” dilini öğrendiğimiz ve içinde yaşadığımız çağ, ölümden bahsederken belki de ona yaklaşmayı kolaylaştırmak için ölümün yaşama anlam kattığını söylüyor. Ölüm, yaşama gerçekten anlam katıyor mu? Sanmam. Tam tersi, ölüm, hayatınız boyunca yaratmak için uğraştığınız, sizin için anlamlı olan her şeyi gelip elinizden alıyor. Ölüm’e bir de böyle bakmak ister misiniz? Evet, ölüm, kişisel yaşam süreniz içinde biçimlendirmek adına çaba harcadığınız kimliğiniz, var olmak için eş koştuğunuz tüm “olmazsa olmaz”larınızı zamanını size sormadan sonlandırıyor. Ölüm, yaşama anlam katmıyor. Kattığımız anlamı sıfırlıyor.


Bu anlayışı kalbime yakın bir yerde taşıdığımda, Palyatif Bakım’da karşılaştığım her durumun, ölümün vahşiliğini ve kontrol edilemezliğini onayladığını daha iyi görüyorum. Benim için anlamlı olan şeylerin ölümümle birlikte noktalanacağını biliyorum. Ve tuhaflık burada ki, buna rağmen-bunu bilerek anlam yaratmaya devam ediyorum. Çünkü ölüm, benim yarattığım anlamları yok etse de, benim kişisel ömrümden daha fazlası olan yaşamın güzelliğine dokunmuyor. Sabah kalkmak, ilk ışıklarla karşılaşmak, güneşi batırmak, doğayla birleşmek... Bunlar hala güzel. Biliyorum ki yaşamın üzerinde, benim ötemdeki yaratıcı gücün(düzenin) ilahi imzası var ve bu imza, ölüm gelip beni aldığı zaman bile var olmaya devam edecek. Ölüm, yaşamı sevdirtiyor bana.


Martin Shaw’un hikâyesine gelince... Çok geç kalmadan, yılan zalimleşip size zarar vermeden evinizde ona bir yer yapın diye önerir Shaw. Onu evinizde misafir edin ve birlikte vakit geçirin der. Hikâyeleri hep kahramanların gözünden dinleriz, ama bu hikâyeyi yılanın gözünden dinlemeye çalışın diye ekler. Yani özetle, şifanın yılanla birlikte yaşayabilmekten ve onu anlayabilmekten geçtiğini söyler.


Öleceğimiz gerçeği, sürgüne gönderdiğimiz ikiz kardeşimiz. Bu gerçeğe kafamızı çevirdikçe, henüz zamanımız varken üzerinde düşünmedikçe gaddarlaşan bir ikizimiz var uzaklarda. İkizimizi çağırmak, yaşamı sadece kendi yarattığımız anlamın sınırları içerisinde düşünmemeye bir davettir.



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Olağanüstü
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.