Damla…
Doğu ne taraf, batı neresi bilemezdim şehirde dört dönerken, oturduğum evde bilirdim de yaka değiştirdiğimde şaşırırdım. Buralara göç ettikten sonra bir süre elimde pusula ile gezdim, bir süre sonra yönümü bildim, güneşi takip etmeyi öğrendim. Dağlık coğrafyayı tanıdıkça gezegeni daha bir hisseder oldum, hele yüksek bir yerdeysem kendimi konumlandırmam daha kolay oluyordu.
Şehirde bu yüzden var olamıyorum, gözlerim sokakların arasında güneşi, ayı, yıldızları arıyor, onları göremezsem gezegenle bağım kopuyor sanki, şehrin nadide doğa parçalarına sardırıyorum ben de, Çırağan’daki yüksek, taşlı yolun aralarında, yol kenarındaki duvar çatlaklarında yeşermiş güzelliklerle sohbet ediyorum sevinçle, koca çınarların yanından geçerken “hey gidi!” dercesine elimi olgun gövdelerine dokundurup selam çakıyorum, Yıldız Parkı’nda sincaplarla neşeleniyorum, vapurdayken şehrime bakıp bakıp her şeyine rağmen hayranlıkla izliyorum.
Şehir turist gibi gezince güzel, bir yere yetişme derdi olmadan otobüsün de minibüsün de keyfini çıkardığım yolculuklar yapmayı, daha önce fark etmediğim detayları keşfetmeyi seviyorum şehirde, milyon yüzüyle beni mest eden şehrin güzelliklerini seyre dalmaya bayılıyorum, hemen her yerde gülümseyerek geziyorum, insanların yüzlerine, özellikle gözlerinin içine bakıyorum, kim bilir her birinde ne hikayeler var.
Çoğu insanın şikayet ettiği şehirde ben nasıl böyle sinirleri alınmış gibi gezebiliyorum peki? Geri döneceğimi biliyorum, bu çılgın kalabalığın, gürültünün, tantananın ardından doğanın kucağına, yuvama döneceğimi biliyorum, doğanın yuvam olduğunu biliyorum artık, ancak orada var olduğumu hissedebiliyorum, kertenkeleden, sarmaşıktan kardeşlerim var, onlar da ailem, her yıl kızılgerdanların gelişini, ışığın gitgide yataylaşıp yumuşayışını, yüreğimi kabartan sonbahar renklerini dört gözle bekliyorum, gördüklerime her seferinde yeniden heyecanlanıyorum, yıllardır serptiğimiz çiçeğin tohumlarının gizlice yeşerip ansızın çiçek açtığını gördüğümde ellerimi çırpıp çığlık atıyorum. Çocuk Ayşe sokaklarda çok oynayamadı, şimdi onu bahçelerde gezdirdiğim için gurur duyuyorum kendimle.
Çocukken pikniğe gittiğimiz Belgrad Ormanları’nda, Bebek’in henüz villalarla dolmamış sırtlarındaki koruluklarda, Emirgan’ın tepelerinde duyduğum reçine kokusunu, duyduğum coşkuyu, oyunu, eğlenceyi, ağaçların arasından süzülen ışığı ve o ağaçların arasında kaybolmayı ne çok sevdiğimi, ne çok özlediğimi bu diyarlara gelince anladım, aynı kokular ve duygular içime dolunca anladım yaşadığımı. Astımlı bir çocuktum ben, nefes almaya gelmişim buralara meğer, yeniden beslenmeye ve ışıkla dolmaya.
İnci teyzemin Maltepe’deki tek katlı evinin, Nişantaşı’nda ahşap evimizin yakınındaki caminin bahçesinde ağaçlara tırmanıp meyve yemeye alışmış Ayşe, büyüdüğünde yıllarca meyve yemeyi ondan sevememiş meğer, annem yemekten sonra masaya meyve getirdiğinde “doydum, yiyemem meyve” dediğimde şaşırırdı, şaşırma artık anneciğim, ben meyveyi dalından yemeyi severmişim meğer, şehirdeki malta eriklerine yüzümü buruşturup da Çıralı’daki komşumuzun bahçesinde o güzelim meyveyi ağacından tadınca hatırladım çocukluğumda aldığım o zevki, portakal yerken kollarımdan aşağı sular damladığında ilk kez gerçek portakal yediğimi anladım.
Benim tadım da kendi dalımda, kendi ağacımda, kendi ormanımda, havamda, suyumda güzelmiş, ben bu toprağın taşıymışım, yerimde ağırmışım. Gezsem dolaşsam da kızılgerdan gibi bu topraklara döneceğimi biliyorum.
Miyopum, on yaşımdan beri uzağı gözlüksüz çok iyi göremem ama hayal kurarken her şeyi net görebiliyorum çok şükür. Şimdi yıllardır taktığım gözlüklerimi de sıkça çıkarır oldum, netliğin fazla gerekmediği durumlarda rahatlıkla gözlüksüz dolaşabiliyorum evde, bahçede, hatta ışık olmasa bile nereye uzanınca neyi yakalayacağımı, nerede köşeden dönüş yapacağımı kestirip karanlıkta yolumu bulabiliyorum, gözler karanlığa alışırken her yer titreşmeye başlıyor ve artık görmeye başladığımı her fark edişimde mutlu oluyorum, aydınlık kadar karanlığı da seviyorum aynı anda, karanlıkta uyumak en büyük lüksüm.
Cennetimde nefessiz kaldığım zamanlar yaşadım, ara sıra hâlâ yaşadığım oluyor, nelerin bana nefes aldırdığını biliyorum artık, nelerin darladığını da, daha bu sabah bir temizlik daha yaptım zihnimde, her geçen gün hayallerim daha da netleşiyor, çok güzel geri dönüşler oluyor çağrıma, duyulmak dev bir nefes aldırıyormuş, duyan, içinde hisseden herkese sonsuz şükran…
Bu kadar mı çabuk dönüşüm? Evet, bu kadar ani belki de, koca bir bardak suyu taşırmaya bir son damla yetiyor.
Dün gece buralara güzel yağmurlar yağdı, kuraklığın ardından gelen yağmurla canlanan dereler gibi çağıldayalım denize, taşan her bir damlayla buluşalım sonsuzda…
Flora pansiyon zamanında bir arkadaşımızın anı defterine yazdığı cümleler…
YORUMLAR