Bir varmış Safiye ana, bir yokmuş…
Bugün yine biraz eski günlere dönelim.
2009 yılına geldik. Yılbaşı zamanları… Kayınvalidem çok yaşlı olmamasına rağmen, genç yaşındayken eşini kaybettiğinden adeta hayata küsmüş ve erken çökmüş. Şile’de, doğduğu köydeki evinde kendi başına yaşayamaz hale gelince görümcem onu yanına almış, bir süredir bakıyor. Bir zaman sonra Selahattin anneye bakma sırasını kardeşinden devralıyor ve Safiye anayı alıp bize getiriyor.
Hemen evin içine bir yatak yerleştiriyoruz. Annenin şekeri ve tansiyonu var, dizleri de ağrıyor, bastonlarla yürüyebiliyor. Bizim ahşap eve giriş çıkışta basamak inip çıkması gerekiyor haliyle. Başta biraz zorlanıyor ama hareket etmek onun için daha iyi oluyor. Kapalı havalarda evin içinde yürütüyoruz anneyi, güzel havalarda da bahçede gezintiler yapıyor.
Safiye ana çiçekleri, kedileri, köpekleri çok seviyor, misafir gelince de çok mutlu oluyor. Ona eski günlerini anlattırıyoruz, o da keyifle anlatıyor, anlattıkça gözlerinin içi parlıyor. Gençliğinde her işe koşturur, yemekler yapar, börekler, mantılar açar, eve gelenleri doyururmuş. Şimdi ise o günleri “neler yapardım neler aaah ah!” diye özlemle anıyor.
Anneye bol bol su içiriyoruz, kendi haline bıraksan su içmek aklına bile gelmiyor. Şu su ne mucizevi bir şey! Su içtikçe hafızası da daha güçleniyor, konuşması düzeliyor, görünür bir biçimde yüzü gençleşip hareketleri hızlanıyor. Bahçede daha hızlı yürümeye başlıyor. Korkmasa bastonsuz bile yürüyebilecek hale geliyor.
Bize geldiğinden bir süre sonra temiz havanın da etkisiyle Safiye anne buraya uyumlanıyor ve geldiğindeki halini unutturacak kadar iyileşiyor.
Ona bakarken düşünüyorum, eşini kaybettiği zaman hayattan elini eteğini çekmiş ve kendini bırakmış ya, “kadınların hayatla olan bağlarını güçlendirmeleri için bir şeyler yapmak kısmet olsun bana, sağlıklı yaşlanmak nasip olsun hepimize” diye dua ediyorum içimden. Camdan dışarı bakarken bazen iç çekiyor ve eski günleri özlediğini anlıyorum, üzülüyorum haline. Kim bilir ne özlemleri vardı, hayatta daha neler yapmayı isterdi, neler içinde tamamlanamadan kaldı?
“Sakın yaşlanmayın” diye esprili bir öğüt veriyor her gelen misafire, “sonra benim gibi olursunuz!” Ah Safiye ana ah, yaşlanmayacağız biz, yaşımız büyüyecek, ruhumuz ise hep genç kalacak, “yaşlandım” deyince yaşlanır insan, “çöktüm” deyince çöker.
Safiye ana bizim evde tam tamına üç yıl yaşıyor, bu sürenin sonlarına doğru köyünü özlüyor ve gitmek istiyor buradan. İlaçlarını içmeyip cebine saklamaya, yemeklerini gizlice çöpe dökmeye başlamış, sonradan fark ediyoruz, ona verdiğimiz su dolu bardağı bahçeye döküyor, ciddi ciddi protesto ediyor burada kalışını, “bindirin beni otobüse, köyüme yollayın” diyor, başka bir şey demiyor.
Anne gitmeyi o kadar çok istiyor ki, sonunda görümcem onu almaya geliyor, anne de böylece İstanbul’a kavuşuyor, yaklaşık altı ay da orada yaşadıktan sonra köyüne gidiyor. Bir süre sonra, köyde kardeşinin yanında kalırken vefat haberi ulaşıyor bize. Bu dünyadan ayrılma zamanının yaklaştığını hissetmiş, o yüzden köyüne dönmek istemiş meğer.
Nurlar içinde yat Safiye ana, bize çok şey öğrettin, güler yüzünle sohbet edişini, bahçede çiçeklerle, kedilerle konuşa konuşa gezişini hiç unutmayacağız. Ve sözünü tutup hiç yaşlanmayacağız yaşımız büyüse de.
YORUMLAR