Hayal mi gerçek mi gördüğüm bilmem!

Yer alındı, yol açıldı. Böyle böyle birkaç yılı daha geçirdik. Arkadaşlarımız “artık size bir web sitesi lazım” demeye başladılar. Onların sözlerini ciddiye alıyor, bu yönde adımlar atmaya karar veriyoruz. Selahattin’in çektiği fotoğraflardan derleyip, projemizle ilgili yıllardır tutmuş olduğumuz notları yanıma alıp İstanbul’a yollanıyorum. Yıllar 2000’lerin ortalarına doğru ilerliyor.



Fotoğrafçı bir tanıdığımız, slaytları tarayıp CD’ye yüklüyor, fakat çok yüksek çözünürlüklü olduklarından web sitesinde kullanılamazlarmış, küçültülmeleri gerekiyor, sağa sola soruyorum, gazeteci arkadaşlar yardımcı olacaklarını söylüyorlar, haydi bakalım gazete binasına yollanıyorum… Bu iş de tamam.


Sıra metinleri yazmaya geldi. Sağolsun arkadaşlarım beni yönlendiriyor, kim olduğumuzu, projemizi, ne yapmak istediğimizi, nerede olduğumuzu anlatan bölümler hazırlıyorum. Böyle anlatması kolay da siz bir de bana sorun. Biri şunu şöyle yaz diyor, diğeri olmaz öyle şey, böyle yazmamalısın diyor, birinin beğendiğini diğeri beğenmiyor, kafam karmakarışık oluyor. İç sesimi kaybediyorum neredeyse. Kilitleniyorum, ne yazacağımı bilemiyorum, cümle kuramaz hale geliyorum.


Günlerce çalışmanın sonunda hepimizin uzlaştığı bir anlatım buluyoruz ve yine arkadaşlarımın yardımıyla bir web adresimiz oluyor. Onlar da site ismini alıp gerekli düzenlemeleri yapıyorlar, fotoğrafları yüklüyorlar. Bir arkadaşımız da İngilizceye çevirmeyi teklif ediyor. Çok insanın eli değiyor web sitemize. Gönüllü bir şekilde, saatler süren emekleri ve yardımlarıyla nurtopu gibi bir olymposfloranoktakom sahibi oluyoruz. Her birine bir kez daha teşekkür etmiş olayım buradan.


Pansiyon zamanından beri yıllarca şehirden gelen insanları ağırladık, onlara rahat bir tatil geçirmeleri için ortam sağlarken alttan alta ekoloji ile tanıştırdık, başka bir hayatın mümkün olduğunu kendi hayatlarımızla gösterdik. Şimdi bunu daha ferah bir alanda uygulamak istiyoruz. Doğayı sevdirmek istiyoruz her şeyden önce, istiyoruz ki insanlar yaşamlarından verim alsınlar, gerçekten ne istediklerini sorgulasınlar, yaşadıkları bu dayatılan ve çoğunun da çaresizce takılıp kaldığı hayat tek gerçeklik değil, insanın yaşamak için aslında ne kadar az şeye ihtiyacı var ve günlük hayatın hay huyundan, stresinden bunalmış, kapana kısılmış hisseden şehir insanına doğa nasıl bir ana kucağı oluyor, nasıl iyileştiriyor, bunu görsünler, hissetsinler.


Bir bahçe yapmak en büyük hayalimiz, bu bahçenin içindeki yaşam alanında kendi temiz yiyeceklerimizi yetiştirelim, her bir canlıyla dost bir hayat sürelim, turizm denen iki başlı canavarın yok edici düzenine alternatif bir mekan olalım, sürdürülebilir yaşam için gerekli çözümler ekolojik olsun, elektriğimiz güneşten, suyumuz kaynaktan, arıtmamız bitkilerden, mimarimiz yöreye en uygun haliyle olsun, insanlar doğada yaşamayı kendi istedikleri kadar süreliğine deneyimlesinler, kendilerine uygun olup olmadığını yaşayarak görsünler istiyoruz.


Projemize destek bulma umuduyla sitenin çıktısını alıp, arkadaşlarımın önerdiği kişilerle görüşmeye gidiyorum, kapı kapı dolaşıyorum, herkes fikri pek beğeniyor da nasıl destek vereceklerini bilemiyorlar. Pek çok farklı yorum geliyor tabii bu arada, kimi ütopya deyip dosyayı kolumun altına sıkıştırıyor, kimi de “böyle hayal mi olurmuş, satın siz orasını, gidin Antalya’da rent-a car firması açın” diyor. Aman Allahım! Nasıl olur böyle bir şey, duymamış olayım! Umudum kırılıyor, çaresiz hislerle doluyorum, sokaklarda ağlamaya başlıyorum, öyle bir hale geliyorum ki, arkadaşımın evinde yatağın üzerine kapanmış, ağlaya ağlaya yalvarıyorum: “Allahım, gidilecek görülecek bildiğim her yeri dolaştım, karşıma çıkanlarla konuştum, başka ne yapmam gerektiğini bilmiyorum, öğreneceğim bir şey varsa da onun ne olduğunu bulamıyorum, yardım et, ben bilemiyorum daha ne yapayım, sen yolumuzu aç.” Uykularım kaçıyor, ağlayarak daldığım uykularımdan yine ağlayarak uyanıyorum günler boyu. Sanırım hayatımın bunalımını yaşıyorum.


Evimden uzakta, restoranlarda, kafelerde çalışarak geçirdiğim bir yılın sonunda tanıştığım insanlardan biri, bana yeniden cesaret veren şu cümleyi kuruyor: “Üç nal bir at var ortada, az kalmış. Dayanın biraz daha, başaracaksınız. Karnınızda kalacak değil ya bu çocuk, yakında doğuracaksınız eminim.” Ohhh çok şükür, biraz rahatlıyorum. Bir süre sonra şehirle vedalaşıp evime dönüyorum ve tüm gücümüzle ne yapabiliriz diye yeni bir nefesle hayalimizi gözden geçiriyoruz.


Bir hayalin ötesine geçmemize az kaldı, bunu hissediyoruz, ama ne zaman olacak, işte bunu henüz bilemiyoruz.


Bir kulübe yapıp taşınsak da Çıralı’nın şu rutubetli havasından kurtulsak diyoruz.







YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.