Ölmeden önce ölmek…

Önce babaannemi kaybettim şu hayatta. Çok hastaydı ve ben ziyaretine gittiğimden birkaç dakika sonra son nefesini verdi, bir ölüme ilk şahit oluşum buydu. Birkaç yıl sonrasında dedemi kaybettiğimizde onun yanında olamadım. Yıllar geçip Antalya’ya taşındıktan sonra anneannemi kaybettik, onun yanında da olamadım maalesef. Annemin babasını ise hiç tanımadım, annem üç yaşındayken hayatını kaybetmiş.


Küçükken anneannem, babaannem, dedem ölürse ne yaparım diye düşünüp ağladığımı hatırlıyorum. Bir çocuk için anne ve babayı kaybetmek çok uzak bir fikirmiş demek ki, ölüm yalnızca yaşlılar içinmiş gibi.


Aklım başımdayken yaşadığım ilk ölüm duygusu ise üç yıl kadar önce amcamın beklenmedik ölümüyle başladı. Sonra eşimin annesini kaybedince bir varmış bir yokmuş hissi yoğun biçimde kendini hissettirmeye devam etti. Son olarak da İnci teyzemin hastalanmasıyla birlikte, yaşam ve ölüm üzerine çok kafa yorar oldum. Sevdiğim onca insanın kaybının ardından teyzemi de kaybetme korkusu ile yüzleştim. Günler boyunca onun hastalanmasını kabullenemedim. Kendini bilip de kıpırdayamamanın nasıl bir şey olduğunu düşünüp acı çektim. Birkaç kez ziyaretine gittim hasta yatağında, ilkinde yoğun bakımdan çıkıp biraz kendine geldiğine şahit oldum. Evime döndükten bir süre sonra, konuşmaya tekrar başlamasıyla birlikte, iyileşeceğine ümit bağladık ama… olmadı, tekrar kötüleşti ve aylar boyunca burundan beslendi teyzem. İkinci ziyaretimde ise artık bilinci pek yerinde değildi, bakışları donuklaşmaya başlamıştı.


Artık ondan iyi haberler gelmiyordu. Son birkaç aydır kendini bilemeyecek bir halde yatan teyzemizin daha fazla acı çekmemesi için dualar ediyorduk. Sonunda, vücudunda yaralar açıldığı haberleri de gelince yanına gitmek üzere, onu belki de son kez görmek üzere eşyalarımı toplamaya başladım. Hataları varsa onları affetmesi için yalvardım Allah’a. Ve bu duanın ertesi günü de onu kaybettiğimizin haberini alınca, hızlıca toplanıp İstanbul’a doğru yola çıktım.


İnci teyzemi son görüşüm morgta olacakmış. Yanına gittim, donuk ve kurumuş, bembeyaz olmuş yüzüne uzun uzun baktım, helalleştim onunla. Hiçbir korku duymadım. Büyük bir iç sıkıntısı vardı, onu bir daha göremeyecek olmanın üzüntüsü vardı, ölülerine ağlayan diğer insanların acısını hissettim, her birine bunun bir son olmadığını, artık çok güzel ve ışıklı bir yerde huzur içinde olduklarını söyledim içimden. Sonrası teyzemin bedeninin suyla son kez arınması, kefenlenip tabuta konması, cenaze aracı ile camiye gidişimiz, camideki törenin ardından mezarlıktaki dualar, ve sonra toprakla buluşma…Birkaç kürek de ben toprak attım çukurdaki bedene. Teyzem orada mı? O soğuk toprakta üşüyor mu? Onu orada yalnız bırakıp mı dönüyoruz eve? Hayır, bu dramaların hiç birine kapılmadım. Eve döndük. Helva yapıldı, herkesin eli değdi, dualarla birkaç kez karıştırdık her birimiz. Teyzem orada, bizi duyuyor, görüyordu, eminim.


Ölüm geleneksel olarak, sözünü etmekten kaçındığımız, korktuğumuz, istenmeyen bir şey, kabullenilmesi zor bir şey olarak görünüyor. Oysaki pek çok kültürde ölümün bir geçiş süreci olduğu, hatta yaşamın merkezinde yer aldığı konusunda fikir birliği var. Tibetliler ölümü uyanamadığımız bir rüyaya dalmak olarak görüyor ve “ara hal” diye adlandırdıkları bir süreçte, ölmüş insanların yaklaşık kırk dokuz gün boyunca fiziksel bedenleriyle bağlantılı olup tüm konuşulanları duyduğunu söylüyorlar. Hatta bu yüzden, ölmüş ve ölmekte olanlara bu süreçte yaşadıklarının bir illüzyon ve rüyadan ibaret olduğunu hatırlatan bir metin okuyorlar. İşte bu, Tibet’in Ölüler Kitabı olarak bildiğimiz metin.


Bu söylenenler ile kafam meşgul bir halde İnci teyzemin boş evine girdim. Ev eşyalarla dolu oysa. Her biri onun zevkinden bir parça. Sevdiklerimi, bende kalmasını istediklerimi aldım yanıma. Çekmecelerde, dolapların içinde kâğıtlar, yıllardır duran hükmü geçmiş evraklar, naylon torbalar, eski bez parçaları, gazete kupürleri, yemek tarifleri, kartpostallar, mektuplar, notlar, telefon numaraları, kartlar, broşürler dolu. Tek tek bakıp önemli olanları ayırdık. Bir an, kendi ölümümün ardından benim eşyalarımı ayıklayan insanlar geldi gözümün önüne. Eve dönünce ilk iş kullanmadığım eşyaları ayıklamak üzere dolaplara raflara tek tek bakmak olacak diye geçirdim içimden.


Teyzemden hatıralarla evime döndüm bugün. Eşyaların faniliğine bakıp iç geçirdim. Anılardan daha gerçek hiçbir şey yokmuş, eşyalar yalnızca birer vesileymiş. Ölürken yanında olamadığım tüm sevdiklerim için rahmet dualarımı yolladım bir kez daha ve içimdeki boşluk duygusunun yerine ne geleceğini beklemeye başladım.


Ne zamandır rafta duran, Tibet’in Ölüler Kitabı üzerine yazılmış bir yorum olan “Tibet’in Yaşam ve Ölüm Kitabı*”nı okumaya başlamamın zamanı geldi sanırım. “Ölmeden önce ölmek” üzerine biraz daha tefekkür etsem iyi olacak.


Sağlıcakla kalın.


*Tibet’in Yaşam ve Ölüm Kitabı-Sogyal Rinpoche…..Dharma Yayınları



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir yüreğine sağlık
    CEVAPLA
  • Misafir ayşecim, kalbine, bilgeliğine sağlık. emre
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.