Dereyi görmeden paçayı sıva!
Yine Çıralı... 2000 yılındayız... Herkes sözleşmiş gibi aynı şeyi söylüyor: “Bilgisayarınız olsun artık sizin!”
Bizimse bahanelerimiz hazır: “Yok olmaz, bilmem olur mu ki, nasıl olur, nereye koyacağız, evde yer yok ki?” Bilgisayar dersini de hiç sevmezdim, yeni baştan nasıl öğrenicem ki bunca zaman sonra?
Eh bunun için de bir düşünme payı olsun di mi ama? Oturma odasına bakıyoruz, bakıyoruz, işin içinden çıkamıyoruz. Hadi yer oldu diyelim, neyin üzerine koyacağız bilgisayarı?
Sonra birden bir şeylere direnç gösterdiğimizi fark ediyoruz. Niye direniyoruz ki? Olmaz diye bir şey yok bu hayatta. Hem zaten daha önce bunu yapmamış mıydık, dereyi görmeden paçayı sıvamamış mıydık? CD çalarımız yokken CD almaya başlamıştık da sonra CD çalarımız olmuştu mesela. Şimdi yine denesek ne çıkar ki?
İstanbul’a, eşe dosta haber salıyoruz. “Biz artık bilgisayarlı hayata geçmeye karar verdik, aklınızda olsun, toplama bir masaüstü bilgisayar işimizi görür.”
Şu kolilere bir yer bulduk mu odada yer açılır. E şimdi bilgisayarı üzerine koyacak bir masa bulmamız lazım. O da tamam. Bahçede duran, pansiyon zamanında kullandığımız masalardan birini temizleyip içeri alıyoruz.
Biz hazırız, masa da hazır. E tabii evren de kararlılığımızı görüyordur, hevesimizi boşa çıkaracak değil ya çok geçmeden arkadaşlarımızdan biri telefon ediyor: “Sürpriz! Bilgisayarınız hazır! Perşembe günü kargoya veriyorum, cuma günü Kumluca pazarına gittiğinizde alırsınız.”
Yaşasın! Bizim sistem yine işe yaradı!
İnternet için başvurumuzu yapıyoruz hemen. Selahattin’in kız kardeşi de bizim için bir e-posta adresi alıyor sağolsun... Bize şifresini seçmek kalıyor geriye... Her şey hazır gibi görünüyor...
Ve bilgisayarı kargodan alıyoruz, masasının üzerine bir güzel yerleştiriyoruz. Tesadüfe bakınız ki o sırada köye gelip yerleşmeye karar veren arkadaşlarımızdan biri bilgisayar uzmanı. Hemen sistemimizi kuruyor. Evdeki kablolara yeni kablolar ekleniyor.
Ne bereketli zamanlarmış ki köye yerleşen bir başkası daha arkadaşımız oluyor ve haberi duyunca “Size bilgisayar öğreteyim ben” diyor. Tamam! Olur tabii. Her gün gelip bize iki saat ders veriyor. Hayatımda böyle öğretmen görmedim desem yeridir. Her bir şeyi en baştan tek tek anlatıyor, başımızda durup uygulamasını yaptırıyor. Gitmeden önce de ertesi gün için ödev veriyor. Biz de azimli öğrenciler olarak seve seve ödevlerimizi yapıyoruz. Bize bilgisayarın korkulacak bir şey olmadığını gösteriyor. Kendisine ne kadar teşekkür etsek az.
O zamanlar internete 145 ile bağlanıyoruz. Bağlantı ile ilgili iki de bir sorun oluyor, tekrar tekrar deneyip dakikalarca bekledikten sonra bağlanabiliyoruz ancak. Bağlanma sırasında çıkan “çling çlong cızzzt pızzzt” seslerini kim bilir kaç kez duyuyoruz. Hafızamıza kazınıyor adeta.
Böylece hayatımızda bilgisayarlı dönem başlamış oluyor. Pek bayıldığımız söylenemese bile alışıyoruz birbirimize. Ahhh bu arkadaşlarımız ah, başımıza ne işler açıyorlar. Bu vesileyle hepsine selam olsun buradan.
YORUMLAR