Aşkbahar…

Bi durmak. Her ne yapıyorsan bir an bırakıp durmak.

Arkana yaslanmak, gözlerini kapamak ve dinlemek…


***


Ipılık bir gün, gölgede dursan üşüyorsun, güneşe çıksan sıcak.


Küçük kelebekler kovalamacaya başlamış, horozlarla tavuklar aralarında konuşuyorlar.


Tepenin ardındaki arkadaşımızın bahçesindeyiz. Kardeş bahçelerimizden biri burası. Dostumuz taşları taşımış, kayaları dizmiş, çokça emek harcamış. Egzotik çalılar, ağaçlar dikmiş; rengarenk, çoğu kokulu pek çok bitkisi var. Yine de her şey kendiliğinden, hep oradaymış gibi uyumlu. İnsan müdahalesi gibi görünen hiçbir şey yok. Mutlu bir bahçe burası. Burada olmayı seviyoruz.


İçilen kahvenin yanında en lezzetli şey tabii ki sohbet. Laf lafı açıyor, sohbet koyulaşıyor. Gölgede kalmışım, bir an üşüdüğümü fark ediyorum. Bir basamak aşağı iniyorum, sonra basamağa oturuyorum, bir basamak daha aşağı, bir daha derken, yere en yakın yerden bahçeye bakıyorum. Ohhh, güneşle ısındım. Duymaz oluyorum sırtımı döndüğüm yerde devam eden sohbeti. Doğaya kulak kesiliyorum.


Karşımda uzanan taştan bir yol ve iki yanında lavantalar, uzakta iki eski yaban armudu ağacı. Yolun ortasındaki horozla bakışıyoruz. Gri tüyleri ihtişamlı, ibiği ise değil…Tavuğa benziyor. Ötünce horoz olduğuna ikna oluyorum. Güney Amerika kaynaklı bir arkadaşmış kendisi.


Aşağıdan kurbağa sesleri geliyor. Dayanamayıp “yanlarına gideyim!” diyorum. Çağırıyorlar beni. Taş yoldan aşağı inmeye başlıyorum usul usul, ellerim lavantaları okşayarak. Bir taraftan ellerimi kokluyorum. Her biri başka lavanta olmuş.


Yolda küçük mor çiçekli, beş yapraklı sarmaşık laf atıyor. Başlıyoruz onunla oynaşmaya. Kendimi, yanı başındaki kayalara tırmanıp yükseğe uzanmış, çiçeklerini koklamaya çalışırken buluyorum. Çok güzel kokarmış, öyle diyorlar. I ıhhh, yetişemiyor burnum çiçeklerine. Çiçeklere doğru uzatıyorum bir elimi, diğer elimle gövdesine tutunuyorum hafiften. “Eğebilir miyim şu dalı acaba, burnuma getirebilir miyim?” Avucuma küçük yapraklar dökülüveriyor. Birkaç hamle daha yapıyorum, avucum çiçek yapraklarıyla doluyor. Elimi burnuma götürebilirim! Mmmmm, nefissss, hem tatlı hem de hafif mayhoş. Çikolata sarmaşığı nam bir dilbermiş bu Akebia, elimde bir sürü küçük mor çanak var! Beş bardak da demeleri bundan olmalı.


Yola devam ediyorum, ahlat ağaçlarının gelinliklere büründüğü dallarda minik kuşlar şarkı söyleyerek sallanıyor. Isınan havadan aldıkları cesaretle gökyüzüne uzanmış yüzlerce fışkın görüyorum. Yol boyu yaseminlerin kokusu portakal çiçeklerine, manolyaların pembesi yeni sürgünlerin onlarca tonuna karışıyor…Beş duyu sarhoşu oluyorum bu bahçede…


Yaşamın gücü her yerden baş göstermiş; gençlik, tazelik, yenilik, umut yeşermiş, güzellikler çiçeklenmiş.


Yabanın çağrısını duyuyorum, yandaki taraçalara atıyorum kendimi. Burası ayrı bir dünya sanki. Bahçenin en az ziyaret edilen yeri. Kendiliğinden öyle, “güzel” desem yetmez, biliyorum. Papatyalı gelincikli halı serili her yer, neresine basacağımı şaşırıyorum. Heybetli bir kayanın minik oyuğundan sütleğenler fışkırmış, sarı parlak düğün çiçekleri sarmış ortalığı. Başımı yerden kaldırıyorum. Tahtalıdağ, sen ne güzelsin! Çayırın aralarına serpiştirilmiş menengiçlerin kırmızıya çalan mor sürgünlerine fon yapan beyaz bulutlar, ağacın siluetini daha bir görünür kılıyor. Dağın bağrından duman gibi tütüyorlar. Uzaktaki şeftalinin pembe çiçekleri göz kırpıyor ansızın. Ne çapkın bahçeymiş bu!


E ne oldu kurbağaların çağrısı???


Nisan yaklaştı ya, unutuverdim yoldaki güzelliklere bakmaktan! Seslerini yeniden duyunca hatırlıyorum. Üç beş adımda yanlarına koşuyorum. Sonra duruyorum yeterince yaklaşınca. Görüyorum onları. Susuyorlar tam o anda. Duruyorlar. Küçük bir taş havuzda lotus çiçeklerine dönüşmeye niyetli filizler sağa sola kıvrılmış… İki kurbağa işte orada, suyun içinde sessizce duruyor. Yavaşça birkaç adım daha atıp yanlarına yaklaşıyorum. Hemen solumdaki ağacın gölgesinde de iki boy küçük bir arkadaşlarının durduğunu fark ediyorum, ben de duruyorum. Hep birlikte bakışıyoruz üç arkadaşımla.


***


Bugün tüm arkadaşlarım bana durmayı öğütledi, durmayı gösterdi, durmayı öğretti. Ben de burada duruyor ve şarkımı söylüyorum:

“Bi dur, bi an dur,

Yaşam durmaz nasılsa,

Ne yapacağına karar vermeden önce biraz kal öyle,

Başka bir dünya mümkün…

Şapkanı önüne koyup düşün, yüreğine sor sonra,

Aşkbahar geldi nasılsa…

Aşk oldu yer gök!

Cevabı bulursun…”

……

Biri beni durdursun!

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.