Doğanın koynunda yaşamak…

"Ormandan kuru odun dalları topla, çırpı dalları tutuşturmalık ayır, onları kesim bölgesine götür, kalın dallara testereyle, ince dallara baltayla giriş, sonra onları el arabasıyla taşı, evin altına istifle. Her bir dal parçası çok değerli, hele kozalaklar. Açılmış ve tohumlarını dökmüş olanlarını toplamaya özen göster.


Yağmurlarla ıslanan topraklar mantarlarlarını sunmaya başladıklarında bahçeyi keşfe çık. Tanıdıklarını nazikçe toplayıp eve getir. Öğlene yemek olsun, artık azsa çorbaya mı katarsın pilava mı, çoksa soğanla mı pişirirsin taze çekilmiş karabiber eşliğinde, sana kalmış. Ne güzeller, tazecik ve çok lezzetli.


Bazen günleri karıştırırsın, ne zaman cumartesi olmuş, a aaaa yarın perşembe değil miydi, bugün ayın kaçı bilemezsin.


İstanbul’da kar yağarsa bil ki buralarda kuru soğuk, ayaz ama pırıl güneşli havalar olacak. Evden dışarı çıkamayacaksın belki ama ne gam! Yeterince odunun varsa, kuzineyi yakmışsan, bir de güneş evin içine dolar da hem seni hem içini ısıtırsa, al eline örgünü ya da kitabını, kimse değmesin keyfine.


Yoğun ve kalabalık geçen yaz günlerinin ardından ne güzel gelir böyle havalar. Yağmur yağarsa o da kabulün. Çatıdaki damlaların sesini duymak, iki yanındaki derenin de sesini yakında duyacağını müjdeler. Yeşilin farklı tonlarını giyinmiş yosunlar desen desen, tüycük tüycük fışkırırlar da kendini alamazsın onlara dokunmaktan, bir canlının bedenini sever gibi okşamaktan. Yeryüzünün kürkü gibi gelirler sana. Kocaman bir canlıyı seviyormuş gibi hissedersin.


Lahana gibi giyinirsin. Yaz günlerinin tenindeki dokunuşu geçmiş, bedenin giysiler içinde kaybolmuş gibidir. Yine de güneşi görmeye gör, yaprak yaprak soyunursun.


Kış geceleri bambaşkadır gökyüzü. Samanyolu’nun ışıl ışıl, sarmal sarmal hali gitmiş, yerine parıldayan mücevherler gelmiştir. Güzelim Orion buyur etmiştir artık sahneye. Hayran hayran seyredersin. Hele bir de ay varsa, bahçenin dışına doğru kıvrılarak uzanan patikayı ve etrafını çevreleyen çam ormanının arasında devleşmiş bilge servi ağaçlarını seyre dalarsın. İnanamazsın bazen gördüklerine, masal gibi gelir.


Yine de, geçen yirmi bir yıl boyunca yaşamaktan bir kere bile bıkmadığın anlar, görmekten sıkılmadığın o yüce dağ ve papatyalarla gelinciklerin yine açacak olma ihtimalleri içini doldurur. Şükredersin, yapacak başka bir şey yoktur. Yaşamaktır işin gücün.


Şu güzelim gezegenle yaptığın yolculukta, tam burada ve şu anda olmaktan aldığın keyif arşa yükselir. Derin bir nefes alırsın ve sonra upuzuuuuun üflersin onu göklere.


Yaşam nasıl bir armağandır ki, sana can vermiştir de sen o canı paylaşa bölüşe bitiremezsin. Çoğaldıkça çoğalır, için içine sığmaz. Heyecandan ne yapacağını bilemezsin.


Rüyalar seni çağırdığında, içine süzüldüğün soğuk yatakta yorganı başına çeker, birkaç saniye beklersin ısınmayı. Uykunun kollarında ne diyarlar gezersin kim bilir?


Yeni günle gelene kollarını açacağın bir başka sabaha kadar ruhun bedenini arar durur. Sabah ola hayır ola"


***


Bol güneşli geçen sonbahar günlerinin ardından yağmurlar başladı. Günler kısalmaya, güneş yatmaya ve ışık yine her zamanki gibi içimi ısıtmaya devam ediyor. Döngüler hep aynı gibi görünse de o döngülerin içinde olup biten hep değişiyor.


49 yaşıma girdim. Her şey hızlanmış gibi. Yavaşlayacağım yerde bedenim sanki daha bir hareketli. Bazen dinlenmek iyi gelse de, hep bir şeyler yapıyor olmak çok hoşuma gidiyor. Fır fır geziyorum evde, bahçede. Yapacak hep bir iş bulunuyor çünkü.


Doğada yaşamak böyle bir şey. Her şey sakin ve kendi halinde akarken, senin çağıldayan bir nehir gibi olmanı istiyor.



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.