Ben sana mutluluğun resmini yapabilirim Abidin!

Son yirmi yılımın muhasebesi olsun bu yazı…


Yaşadığım yeri bir gün bile kanıksamadan, heyecanımı kaybetmeden yaşadım.


Gündoğumunun renkleriyle boyanan Tahtalı Dağı’na her gün yeniden aşık oldum.


Gördüğüm her yeni bitki yüreğimi kabarttı. Tüm güzelliklerin sihirli eli değdi yüreğime…


Görülen bir daha geri gelmiyor bazen. Ocak ayı sonundaki o gün batımında o ay doğuşu ve bulut manzarasını görmek için yıllarca aynı zamanda aynı sahile gidip beklesen, aynı şeyi göremezsin.


Her şey sadece o an sana yüzünü gösterdiğinde, o ana şahit olduğun için şükretmekten başka yapacak şey yok. Ne fotoğraf aktarabilir o anı ne başka bir şey. O anın hatırası yüreğine işler, hiç unutamazsın…


Ancak sen aktarabilirsin, sen dillendirebilirsin…


Yaşamımı güzelleştiren tüm varlıklar; kumsaldaki muhteşem şekil ve renkteki taştan, ilk kez gördüğüm gece kelebeğine, beni hep destekleyen dostlarımdan hayatımın bunalımını yaşatan insanlara kadar hepiniz, şu anki “ben”i yarattınız.


Yaşadığım yer ve hayatla ilgili şüpheye düşmeme sebep olan o yorumlarınızla beni siz zehirlemediniz. Buna ben izin verdim o zaman… Siz, görevinizi yapıyordunuz… Şimdi ise geri dönüp baktığımda, size de şükranlarımı sunuyorum işte bu yüzden.


Öyle olmasaymış şu an bu noktada olamazdım hiç… İyi ki “satın o araziyi de gidip Antalya’da rent-a car’cı açın” demişsiniz de sabahlara kadar ağlamışım, içim geçip uyuyakalmışım da sabah gözümü açar açmaz yine gözlerimden yaşlar boşanmış…


Sanki “çocuğundan vazgeç” diyormuşsunuz gibi gelmiş; hayalim o kadar canlıymış ki oysa vazgeçmemişim… İyi ki “romantikler” demişsiniz bizlere de, o hırsla daha taşınmadan bahçemize kollarımızı sakatlamak pahasına on sekiz fidan dikmişiz…


Gidip gelip sulamışız onları ve bahçe de bizi çağırmaya başlamış, bir an önce yanına gelebilmemiz için…


Kalbim biliyormuş ne istediğimi de aklım bocalıyormuş meğer. En sonunda ikna olmuş olmalıyım ki defterime 2009 yılında şöyle yazmışım:

“Bu kadar zamandır yaşadığım bu git-gelli ruh hallerinden sonra, artık içimde hiçbir şüphe kalmadı; ben burada yaşamak istiyorum. Bu döngüleri, bu yorulmaları, bu güneşi, gökyüzünü ve bu renkleri seviyorum ben…


Akış halinde olmak, zamanla ve mekânla birlikte akmak, şu anki güneşi, iki dakika sonraki yağmuru kabullenmek, direnmemek... Bunlar, öğrenmem gereken şeyler gibi geliyor.


Ancak o zaman yaşam beni kucaklayacak ya da ben onu. Yaşamayı çok seviyorum.


Sanki bu yaşıma kadar hiçbir şey öğrenmemiş ya da yaşamamış gibi hissediyorum bazen; sanki şimdi başlayacağım gibi. Belki de tüm bildiklerimi unutmam, kabımı yeniden doldurmam gerek. Zen gibi…


İnsan okuyor, okuyor da anlam her zaman oluşmuyor. Onun da bir zamanı var, tohumlar gibi. Tohum diye yazınca, kendimi daha çiçek açmamış hissettim bir an.


Yerimi beğendim; alıştım toprağıma, suyuma; artık çiçeklenebilirim. Görebilirim ben nasıl bir çiçekmişim, ne renkmişim, nasıl kokarmışım…


Şöyle bir tüm varlığımla görüneyim; diğer her şeyle bütünleşeyim; arılar gelsin, böcekler gelsin; güneş büyütsün beni, yağmur sulasın; bir “oh” diyeyim…


İşte o zaman tohum bağlayabilirim artık; tohumlarımı olgunlaştırıp rüzgâra bıraktığımda, iç huzuruyla toprağa karışabilirim yavaşça…

İnşallah…

Sağlıklı bir çiçek olmak istiyorum.”

Yağmurum, güneşim, rüzgârım olanlara şükranlarımla…

Ben şimdi ne mutlu bir çiçeğim.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.