Kadınlar Gülşen’e neden arka çıkıyor?-2
Hatırlarsanız bu yazının ilkini Ocak ayında yazmıştım. Otele çağırdığı escort taleplerini yerine getirmediği için onu tartakladığı ortaya çıkan evli ve çocuklu İzzet Yıldızhan’ın Gülşen için “külotla sahneye çıkıyorlar” ayıplamasına aslında İzzet Yıldızhan’ın nasıl bir hayat yaşadığından bağımsız tepki vermek gerektiğinden bahsetmiştim o yazıda. Gülşen’in, kendisine yapılan “Kocası ne diyor bu işe?”, “Bir anneye yakışıyor mu?”, “Bu sanat değil, teşhircilik” saldırılarını nasıl güzel göğüslediğinden, nasıl boyun eğmediğinden, geri adım atmayan duruşuyla nasıl yanıt verdiğinden bahsetmiştim.
Aradan 8 ay geçti. Gülşen pes etmedi. Sahne kostümlerini değiştirmedi. 00.00’dan sonra müzik yasağı gibi bir hukuksuzluğa itiraz etmeyen müzik sektörünün sessizliğinin aksine sivil itaatsizliğini sürdürdü. Ailesi arkasında durmaya devam etti. Yetmedi, LGBTİ bayrağı açtı konserinde. Ayrımcılığın karşısında, kapsayıcılığın yanında durdu.
Bekliyorlardı pusuda. Bir açığını bulalım da içeri tıkalım Gülşen’i diye. Bu kadın ki utanmadan istediği gibi giyiniyor. Utanmadan (!) evli-çocuklu geleneksel kadın motifine aykırı davranıyor. Sesinin kesilmesi lazım. Nisan ayında belli ki bir arkadaşına yaptığı “sapıklığı İmam Hatipli olmasından geliyor” üsturupsuz şakasını şişirdiler de şişirdiler. Nefret körüklemek için. Ayrıştırmak için. Gülşen’i içeri tıkmak için. Gülşen’in sesini kısmak için.
Burada konuşulması gereken iki temel konu var. Birincisi elbette ki hukuksuzluk. Bu en önemlisi. İkincisi de “toplumun hassas değerleri” başlığı üzerinden köpürtülen kutuplaşma.
Türkiye Cumhuriyeti hukuk devletidir. Evrensel hukuk normlarına aykırı kanuni düzenleme olmaz. Anayasa uyarınca kanunsuz suç ve ceza olmaz (Madde 38). Bu ne demek? Kimse kanunda suç olarak belirlenmemiş bir eylem nedeniyle ceza soruşturmasına tabi tutulamaz. Gülşen’in sözleri için Türk Ceza Kanunu’nda belirlenmiş bir suç yok. Kanunda dini eğitim kurumlarına hakaret diye bir suç yok. Gülşen’in soruşturması “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçu üzerinden yürütülüyor. Nisan ayında bir konser alanında sarf edilmiş sözlerin bu suçun maddi unsurunu oluşturduğundan söz etmek mümkün değil. Benim durduğum yerden soruşturma açılmış olması dahi hukuksuz. Diyanet İşleri kınar. Gülşen özür diler. (ki diledi) Mevzu kapanır. Ama öyle olmadı. Savcılık hemen iddianame düzenledi, alelacele.
İlaveten aynı ilke uyarınca kimse kanunda ceza olarak belirlenmemiş bir usulle cezalandırılamaz. Oysa tutukladılar Gülşen’i. TUTUKLADILAR. Tutuklamaya son çare olarak başvurulur. Delilleri yok etme, gizleme, değiştirme veya tanık/mağdur üzerinde baskı yapma girişiminde bulunma şüphesi varsa başvurulabilecek bir yöntemdir tutuklama (CMK madde 100). Böyle bir şüphe yok. Ağır ceza gerektiren suçlarda başvurulur. Soruşturulduğu suçtan hüküm giymiş olsa hapis yatmayacak, adli para cezası ödeyecek olan Gülşen’i tutukladılar. Adli kontrol uygulaması (yurtdışına çıkamamak, belirli aralıklarla imza vermek gibi) yetersiz kalacaksa başvurulabilir tutuklamaya. Zaten sonra ev hapsine çevirip konser veremeyeceği ama cezaevinde de kalmayacağı bir yönteme evirdiler bu hukuksuzluğu. Hala kanuna aykırı.
Uzun uzun mevzuat anlatıp kimsenin kafasını patlatmak değil niyetim. Bu uygulamayı savunanların bizzat “çıplak gezerse olacağı bu” söylemleri soruşturulan esas meselenin İmam Hatiple ilgili olmadığını, “yatsın içeride çıkamasın aklı başına gelsin/sokakları süpürsün” diyenlerin adalet değil intikam istedikleri açık. Ayrıntılı anlatmaya gerek yok. Bu çok tehlikeli. Ayarını bozduğunuz kantar, gün gelip sizi de tartar. Namaz kılmayan kadının katli vaciptir diyenler için de adil yargılanma istiyoruz. Adil yargılanma temek insan hakkıdır. Kamu vicdanı dedikleri bir şey varsa tam da bu halde sızlaması gerekir. Kendinden olmayana yapılan hukuksuzluk karşısında da ses çıkarılması gerekir. Hukuk hepimiz için gerekli. Her zaman.
İkinci önemli husus şüphesiz kutuplaştırma gayreti. Her iki cenahta da, muhafazakar kanatta da seküler kanatta da bu durumu ekstra köpürten, tarafları birbirine düşmanlaştıran kara koyunlar var. Biliyoruz. Çok ayyuk. Ama biz artık yemeyiz.
Daha geçenlerde Üstün Dökmen “başörtülü psikolog olmaz” dediğinde nasıl dayanışma içinde birbirimizin hakkını savunduysak bugün de “ben bir İmam Hatipli olarak Gülşen’e yapılanı haksız buluyorum” diyen kadınlarla birlikte dayanışıyoruz. Biz aynı gemide olduğumuzu biliyoruz. Sesi çok çıkanlar sanıldığı kadar kalabalık değil. Nefret saçan dil daha görünür o kadar. Sağduyu sahibi, adil ve vicdanlı zihinlerin aklı bir. Bu karanlıktan birlikte çıkacağız.
YORUMLAR