Aile Yılı Politikaları için bakanlığa öneriler

Son yıllarda evlenme ve çocuk sahibi olma oranlarında küresel çapta gözle görülür bir düşüş yaşanıyor. Pek çok ülkede ortalama evlilik yaşı yükselmiş, doğurganlık oranları ise nüfusun kendini yenileyemeyeceği seviyelere gerilemiş durumda. Bu duruma ilişkin olarak devletler de kimi politikalar izleyerek nüfus artışını kontrol etme eğiliminde. Ülkemizde de malum 2025 #AileYılı olarak ilan edildi ve hatta önümüzdeki 10 yıl boyunca bu politikanın devam edeceğine dair açıklamalar yapıldı bile. Kadın örgütleri ise kadınlara zindan haline gelmiş geleneksel aile yapısı kırılmadan ve hatta kutsanarak bu eşiğin geçilemeyeceği konusunda neredeyse hemfikir. Gelin önce biraz bu “aile kurmaktan kaçınma” mefhumunun hiç de bireysel tercihlerle açıklanamayacak, toplumsal, ekonomik ve kültürel dönüşümlerine bakalım hem de çözümü nerede aramak lazım, hep birlikte değerlendirelim.


Bir kere her şeyden önce insanların aile kurmaktan çekinmesi arkasında ekonomik güvencesizlik yatıyor. Yaşam o kadar pahalı ve aile kurumu o kadar birey çabasına indirgenmiş ve toplumsal bir etmen olmaktan çıkarılmış halde ki insanlar yüksek yaşam maliyetini daha da arttırmamak için aile kurmamayı tercih ediyor. Konut fiyatlarının dayanılmaz derecede artması gençlerin 1+1 ev hayalinin ötesine geçmesini önlerken, eğitimin bir kamu hizmeti olmaktan çıkması kreş ve okul giderleri düşünüldüğünde çocuk yetiştirmenin maliyeti kişilerii ebeveyn olma fikrinden uzaklaştırıyor. Bu noktada kadınların nasıl etkilendiği daha da kritik elbette. Kadınlar için çocuk yapmanın kariyerlerinden fedakarlık ve ekonomik bağımsızlıktan vazgeçiş ile sonuçlandığı bir senaryoda çocuk yapmaya hevesli olmaları elbette ki beklenemez.


Boşanma oranlarındaki artış bir başka “sorun” başlığı altında değerlendirilen konu. Her şeyden önce boşanma bir sorun değil, bir çözümdür. Meseleye böyle baktığımızda esas sorun olanın mutsuz evlilikler olduğunu görürüz. Bir evliliği mutsuz kılan da hiç şüphesiz geleneksel evlilik modelinin günün şartlarına uygun olmaması. Aile içi görev ve sorumlulukların cinsiyete dayalı olarak dağıtıldığı hanelerde eşitsizlik, ev içi şiddet, cinsiyete dayalı ayrımcı muamele olması kaçınılmaz, bu durumun da kadınlar için evliliği eşitsiz güç ilişkilerinden doğan bir sömürü alanına çevirmesi muhakkak. Buradan hareketle evliliğini kurtarmak ve kendini kurtarmak arasında seçim yapması beklenen kadınların, çoğu zaman yaşamlarından yana bir tercih yaptığını görüyoruz.


Evliliklerin çoğalması, boşanmayla sonuçlanmaması ve çiftlerin bir ve daha fazla çocuk yapmasını teşvik edebilmek için aynı soyadına sahip kişilere indirimli uçak bileti sunmaktan çok daha etkili adımlar var. Kadınların evlilik ve annelik kararlarını özgürce verebilmeleri için öncelikle bu alanlarda üzerlerine yüklenen geleneksel rollerin sorgulanması ve dönüştürülmesi gerekir. Mevcut koşullar dahilinde kadınlar için çocuk yapma ya da yapmama kararının yalnızca biyolojik ya da duygusal bir süreç değil, aynı zamanda politik bir meseledir. Toplumun kadınlardan “fedakârlık” beklediği, ev içi emeği görünmez kıldığı ve anneliği yücelterek kadını tek bir kimliğe hapsedebildiği bir düzende, kadınlar evlenmekten ve çocuk yapmaktan giderek uzaklaşır. Bu nedenle atılması gereken en temel adım, bakım emeğinin toplumsallaştırılması ve eşit paylaşımıdır.


Kadınların yalnızca anne değil, aynı zamanda birey, çalışan, düşünen ve üreten bir insan olduğu kabul edilirse; devlet politikaları da bu çok yönlü kimliği destekleyecek şekilde yapılandırılabilir. Örneğin, doğum izni sadece kadınlara değil, eşit süreyle erkeklere de tanınırsa; kreş hizmetleri kamusal ve ücretsiz hale getirilirse çocuk yapma hevesi artar. Bakalım diğer modellere, örnek alalım, çok zor değil.


Medyada ve eğitim sisteminde, kadınların tek başarısının “iyi eş” ya da “iyi anne” olmak üzerinden tanımlanmadığı bir dil ile yol alamayız. Toplumsal gerçekleri göz ardı ederek sadece kadınları manipüle ederek yol alınmış olsaydı bugün geldiğimiz noktada olmazdık. Medya dilinin kadınlar için çok çeşitli hayat yollarının da değerli sayıldığı yeni bir temsil dili olarak geliştirilmesi şart. Ayrıca evlenmemeyi ya da çocuk yapmamayı seçen kadınların da damgalanmadan, toplumda eşit biçimde var olabilmesi sağlanmalı ve bu konu teşvik adı altında baskı unsuruna dönüşmekten çıkarılmalıdır. Gerçek anlamda özgür bir tercih ortamı yaratmak, ancak bu eşitlikçi dönüşümle mümkün olur.


Evlenmek ve çocuk sahibi olmak, bireyin yaşamındaki en kişisel ve aynı zamanda en toplumsal kararlardan biridir. Bu kararı etkileyen dinamikleri anlamak, yalnızca istatistikleri değil, insanların umutlarını, korkularını ve beklentilerini anlamakla mümkündür. Gerçek bir çözüm, ekonomik teşviklerle birlikte, insan onurunu ve özgürlüğünü önceleyen bir toplumsal yapı kurmaktan geçer.



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.