Bask Bölgesi’nin başkenti Bilbao’ya gitmek için pek çok sebebim var. Yeme içme konsundaki zenginliği, havası, San Sebastian, St. Jean de Luz ve Biaritz gibi şık Bask şehirlerinin en önemli bağlantı noktası olması... Bu kez yola çıkış sebebimiz sevgili Ertuğrul Özkök Ağabey, “Bu hafta benim doğum günüm, hadi Levent bir yere gidelim, kafamızı dinleyelim, iki kafadar doğum günümü kutlayalım” deyince yollara düştük.


Şehirde dikkatimi çeken en önemli ayrıntı formu. Kıvrılan nehir, köprülerin yuvarlak hatları, nehirden meydanlara uzanan merdivenler. Guggenheim Müzesi’nin ünlü mimarı Frank Gerry’yi dünya üzerindeki en sanatsal yapılardan biri olan müzeyi tasarlarken şehrin formuna sadık kalmış. Modern mimarinin en önemli örneklerinden olan müze, şehrin ortasında açan çelikten bir çiçek gibi gözüküyor. Bilbao’yu öne çıkaran sadece Guggenheim değil tabii.


Şehri keşfe başlamak için kuşkusuz en iyi nokta “eski” diye tabir edilen bölge Plaza Nueva. Her İspanyol şehrinde olduğu gibi kocaman şık binaların bir meydandan çok dev bir avluya dönüştürdüğü bir alan Plaza Nueva. Meydanı en iyi gören kafelerden biri Cafe Viktor’un meydanda sıralanan masalarından birine oturup pinchos’larımızı seçiyoruz. Pinchos, Bask Bölgesi’nde tapaslara verilen ad. Yanında Rioja Bölgesi’nden güzel bir beyaz şarap. Etrafımızda hafif bir hareketlilik ve havada uçuşan İspanyolca ve Baskça kelimeler. Bilbao’da neredeyse herkes her iki dili de konuşuyor. Yemek sonrası Plaza Nueva’dan çıkıp ara sokaklarda, ardından nehir kenarında yürümek ideal. Hele bizim gibi serin ve güneşli bir öğle sonrası yürüyorsanız ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz. Hemen her köprünün başında durup fotoğraf çekiyorum. Nehir boyunca suya inen küçük merdivenler var, birkaçının basamaklarında soluklanıyoruz.


EN BÜYÜK GÜNAH

Bilbao’ya gidip Guggenheim’ı görmemek işlenebilecek günahların en büyüklerinden olsa gerek. Rubens ve Michelangelo’nun yapıtlarından antik Aztek sanatlarına kadar çok geniş bir yelpazedeki sanat eserlerine ev sahipliği yapan müzenin ikinci ve üçüncü katlarında süreli sergiler gerçekleştiriliyor. Şansımıza iki önemli sergi var.


YOKO ONO VE ERNESTO NETO

Yoko Ono’nun yaklaşık 200 eserinin sergilendiği bir retrospektif “Half a wind Show” ve Brezilyalı sanatçı Ernesto Neto’nun “The Body that Carries Me” sergisi. Ancak biz müzeye girişte yer alan “Richard Serra’nın The Matter of Time” adlı eserini gezerek başlıyoruz tura. Helezonik, yuvarlak, diagonal, elips, yılan kıvrımlı devasa çelik mazemeden üretilen yapıların arasında kayboluyoruz.

Ardından iki rocksever olarak soluğu en üst kattaki Yoko Ono’nun 80’inci doğum günü için açılan “Half a wind Show” sergisinde alıyoruz. Yoko Ono, Beatles ve John Lennon sevenlerin bir bölümünün sevdiği, önemli bir bölümünün de hazzetmediği bir isim. Ben ikinci duruma daha yakın olanlardanım. Ancak benim bile Yoko Ono’nun sanat yaşamından kesitler ilgimi çekiyor. Sergi her ne kadar Yoko Ono retrospektifi olsa da insan ister istemez John Lennon’a ait bir şeyler görmek istiyor ama maalesef çok az görüyoruz. Oturma bölümüne yerleştirilen iPad’ler’le ise Yoko Ono’nun listlerinden şarkılar dinliyoruz. Benim en beğendiğim bir John Lennon klasiği olan “Imagine” şarkısının Yoko Ono yorumu.

Brezilyalı sanatçı Ernesto Neto’nun “The Body that Carries Me” adını sergisi inanılmaz. Tüller, rengârenk kumaşlar, irili ufaklı cisimler, dev yumuşak heykeller, straforlar, salonlarda duvardan duvara uçuşuyor.


BASK BÖLGESİ’NİN KALBİNE

Bilbao’dan çıkıp en güzel Bask şehirlerinden biri olan San Sebastian, sonra St. Jean de Luz ve sıcakkanlı şık Biarritz’te son bulacak yolculuğumuz... Arada uğrayacağımız küçük balıkçı kasabaları, dağ köyleri ve kıyı şehirlerini de içine aldığınızda nereden baksanız 500 kilometrelik bir rota bahsettiğim... Bu yolculuğun en önemli kurallarından biri otobanlardan ziyade, kıyı şeritlerini, dağ yollarını tercih etmek. Bir de sık sık mola vermek...

İspanya tarafında bizim “tapas” diye bildiğimiz ancak Basklıların ısrarla “pintxos” diye adlandırdıkları, ünlü atıştırmalıklarını tatmak, yaban eriği aromalı likör Patxaran içmek, hayli düşük alkollü Cider yudumlamak şart. Birçok gezgin Bilbao’ya ve Bask Bölgesi’ne sadece mutfağı için gidiyor. Bölgenin damak tadı avcılarını son derece mutlu eden bir mutfağı var: Deneysel, avangard ve tatmin edici. Dünyaca ünlü şeflerin varlığı da Bilbao’daki yeme-içme arenasını zengin kılıyor.


Nerede ne yenir?

El perro: Michelin yıldızlı restorana gitmeden birkaç hafta önce rezervasyon yaptırmalısınız.

Guggenheim Restaurant: Ünlü El Bulli ve Mugaritz’in mutfaklarında yetişen Josean Martinez için “İspanya’nın en radikal şeflerinden biri” deniyor. Bask yöresinin local mazemelerinden deneysel bir mutfak.

Café Iruna: Şehrin efsane mekânlarından. Pinchos’ları ve kuzu kebabını deneyin, pişman olmayacaksınız.

Cafe Victor: Bir masaya kurulun pinchos’ların tadına bakın.


Levent Özçelik


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.