Müjdat Ataman çok yönlü bir eğitimci; Sınıf öğretmenliği ve Türkçe öğretmenliği alanında lisans, yaratıcı drama konusunda da yüksek lisans yapmış, bir yandan Eğitimpedia.com’da yazılar yazan, sınıfta yaratıcılık, çocuk yazını, alternatif eğitim konularında çalışan, bir yandan da Fide Okullarında müdür olarak görevini sürdüren, üretken, eğlenceli bir insan. Öğretmenlikte 22. yılını geride bırakırken yazdığı "112 Öğretmenliğime Notlar" isimli kitabı geçen hafta piyasaya çıktı. Kitap vesilesiyle bir araya gelip biraz söyleştik.


Henüz okumadığım bir kitap hakkında konuşmaya geldim. Peki ne yazdınız?

Öğretmenliğime notlar benim 4. kitabım. 22 yıl önce, öğretmenlikte doğru bildiğim şeylerin yıllar içerisinde nasıl da doğru bilmediğimi, aslında nasılda başka olabileceğine dair çok deneyimim oldu. Öğretmenliğe başladım, bir şeyleri öğrenmeye de başlıyorum ayağım tökezliyor, çarpıyorum, düşüyorum. O dönemde kimse size yol göstermiyor ya da gösterilen yollardan doğru olduğunu zannettiklerinize gittiğinizde yeniden tökezliyorsunuz. Ödeve, yöneticiyle ilişkiye, bir panonun nasıl kullanılacağına, sınıfta yöntem teknik geliştirmeye, öğretmenlik becerisine ya da veli ile iletişime dair her şey. Ya da öğrenciyle iletişim mesela. Biz Eğitim Fakültesinden mezun oluyoruz; işe başladığımızda öğrendiğimiz teorinin hiçbirinin hakikatte karşılığı olmadığını görüyoruz.





Öğretmenler için el kitabı mı yazdınız?

Sanırım öyle oldu. Hani Nasrettin hoca eşekten düşmüş doktor çağırmışlar "Yok" demiş "Bana eşekten düşen birini bulun". Bunun gibi bir öğretmeni ancak bir öğretmen anlayacak. Öğretmenlik bize yıllarca kutsal diye anlatıldı; hiç kutsal falan değil bildiğiniz en profesyonel meslek. Profesyonellik de yöntem bilimin çok güçlü olmasını gerektiriyor. Kitapta yönteme dair 112 tane not var, notları okursanız harika bir öğretmen olmuyorsunuz. Ama bak biriside böyle düşünüyor, yada yıllar içerisindeki düşünce yapısı böyle değişmiş diyebilirsiniz. Basit bir konu mesela okul gezisi: Okul gezisine giderken öğrenci yararı ne demek? Çünkü hep okul yararı oluyor. Ya da bir müzeye gidiyorsunuz Sabancı müzesine Miro geldi ona gittik ve bir Miro eserinin yanında esere dair çizim yapan çocuğun omzuna dokunan güvenlik görevlisi “oraya sakın dokunma çünkü o çok değerli” dedi. Senin dokunduğun omuzda değerli; sakin ol.


‘Öğretme’ hala geçerli bir kavram mı sizce?

Tabii ki kavram olarak değişti. Çünkü bizim dönemimizde öğretmende bilgi vardı, o anlatıyordu biz dinliyorduk. İlk kez bir kuşak küçüklerden öğreniyor. Büyük bir değişim ve biz kalkıyoruz öğretmen olarak hala bilgiyi güç olarak satmayı deniyoruz ama çocuklar için çok komik kalıyor bu. Çünkü bizde bir bilgi yok. Hayat bilgisinin ilk 3 yılına baktığınızda 5 yaşındaki çocukların bile bildiği şeyler var: sonbahar –ilkbahar – yaz – kış. Çocuk da “E, tamamda bunu zaten biliyordum ben 4 yaşında” diyor.


Yanıtını bildiğimiz sorular soruyor, heyecanı öldürüyoruz!


Bildikleri şeyler tekrar öğretmeye mi çalışıyoruz?

Yanıtını bildiğimiz sorular soruyoruz çocuklara, heyecanlanmıyorlar. Çocuklar doğal olarak merakla ve heyecanla büyüyorlar. Biz öldürüyoruz bunu. Çok güzel öldürüyoruz. Öğretmenliği şuna benzetiyorum aynı dekor, aynı öğretmen, aynı ses tonu, aynı konu sen böyle bir oyunu izlemeye kaç kere gidersin? Biz çocuklara zorla diyoruz ki aynı ses, aynı şey ama dinle. O zaman içerideki öğretmenin sanatçı olması gerekiyor ve bir şeyleri değiştirmesi lazım. Dramatik kurgu, sınıfın dekoru, günün sorusu... Biz çocukları aptal yapıyoruz, eğitim aptal yapıyor. Üst bilişsel düşünceyi desteklemiyor eğitim.


Çocukların zihnini zorlamıyoruz diyorsunuz, nasıl yapabiliriz?

Farklı sorularla. Farklı sorulardan kasıt şu, bir şey veriyorsunuz çocuğun eline bir kalem, bu kalem değil de ne? Diş macunu, traş makinesi herkes bir şey söylüyor. Bunu yaratıcılık sanıyoruz. Yaratıcılık falan değil; Serbest çağrışım. Gayet basit bir şey yaptınız aslında. Ama diyorsunuz ki çocuklar bu bir kalem buda su bardağı ve ikisi beraber iş yapıyor. Sizce bunlar nasıl beraber çalışıyor? Sınıfta bir sessizlik. Çocuk düşünmeye başlıyor. Kasıt bu. Yaratıcılık burada devreye giriyor. Daha güçlüsünü yapmaya çalışmak.


Seni görüyorum


İyi öğretmen nasıl olur?

Tutkulu olur. Benim bildiğim doğru demez. Yıllar evvel ben sınıfta kalemle oynayan bir öğrenciye "Bırakır mısın o kalemi dikkatin dağılıyor" diyordum. Sonra bir gün bir psikoloğun eğitiminde şunu duydum: Çocuklar bazen odaklanmak için bir şeyle oynarlar. İyi öğretmen olmak için önce öğrenmeye hakikaten açık olmak gerekiyor. Öğrenciyle ilişki de çok önemli. Öğrenciler öğretmene "bana şunu öğrettin" diye dönmüyorlar. bir duygu verebildiyseniz ona dönüyorlar. Yani duyguyu bırakıyorsunuz bilgiyi değil. Bilgi gidecek.


Eğitim iyi bir şey mi?

Eğitim çok iyi bir şey. Bir kere çok doğaçlama. Bir planla güne başlıyoruz; kapıyı açıyor diyor ki öğretmenim bana tükürdü. Evet merhaba hadi bakalım tüküren, tükürülen; siz planda yoktunuz.


En güzel tarafı ne öğretmeliğin?

Birilerine dokunuyorsunuz ve bir gülümseme bırakıyorsunuz, keyifli bir an bırakıyorsunuz, yıllar geçiyor o keyifli anın başka bir yerde bambaşka bir şeye dönüştüğünü görüyorsunuz. Ben öğrencilerin bizim tarafımızdan görülmesi gerektiğine inanıyorum. Görülmek, şişirilmek demek değil. Hey seni görüyorum, seni dinliyorum, seni tanıyorum demek. Görülmeyen çok fazla öğrenci var hele Türkiye’de nüfus bu kadar kalabalıkken; devlet okullarında arkada unutulmuş çocuklar var. Bir öğrencinin yaşamını küçük bir dokunuşla, bir cümle ile anı doğru yakalayarak değiştirebiliriz. O yüzden öğretmen çok önemli ya da ben önemli görüyorum.


Öğretmenin tek hayali atanmak


Öğretmenlik eğitimleri nasıl?

Eğitim fakültesinde hocalar öğretmenliği bilmeden teori anlatıyorlar. Tüm öğretim görevlilerin en az belli bir süre öğretmenlik yaparak öğretim görevliliğine geçmeleri gerek. Yine başka bir sıkıntı atanamayan öğretmenler, yüz binlerce öğretmen atanamıyorum diyor.


Aslında onlara ihtiyaç var...

Özel okulların çok işine yaradı ucuz iş gücü çıktı ortaya. Geçen yıl Ege Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde açılış dersi verdim. Kapatın gözlerinizi 10 yıl sonra neredesiniz diye sorduğumda tek söyledikleri "Atanmışım bir okuldayım" oldu. Öğretmen olacak,okul dışında hayali yok çok ilginç. Hiç biri Milli Eğitim Bakanı olmuşum ya da Unicef’te şunu yapıyorum, dünyada eğitim adına bir model geliştirmişim bunun ilgili bir sunumda New York’tayım diyen yok. Hayallerimiz o kadar küçücük hale geldi ki.


Ya mesleğini yapabilenler?

Mesleğini yapanlarda şunu istiyor: Rahat edeyim. Kimsenin bir şeyleri kurtarma, düzeltme derdi yok. Çünkü iki kutba döndü Türkiye. Eğitimle ilgili konuşulan şey İslami mi olsun laik mi? İki kesimde birbirinden nefret ediyor. Bunu siyasiler yapabilirler tartışabilirler ama biz eğitimciler karşı tarafı anlamak zorundayız; mahallenin çocuğunu anlamak zorundayız. Birinci sınıfta şöyle bir kazanım var: Bayrağına saygı duyan, vatanını seven çocuk. Bi dur, ne bayrak ne vatan şu çocuk toprağı bir sevsin ya. Toprağa dokunan çocuk zaten toprağı da sever vatanını da merak etme. Biz her şeyi simgesel ele alıyoruz çok büyük cümlelerle konuşuyoruz. Bu 4 yıl boyunca ağacı sevsin, ağaçta meyveyi sevsin, insanı sevsin bitti. Bırakın ezberi. Hakikaten dön öyle bir soru sor ki öğrencilerin aklına bir çengel at ve o çengel onların merak ve heyecanla bir şey araştırmalarına yardımcı olsun.


Şudur demek değil, bu mudur diye bir soru sormak...

Kendiniz de bilmeyeceksiniz. Mesela damacana su niye 19 lt, niye 20 değil? Ya da niye kadın düğmesi bu tarafta erkek düğmesi bu tarafta? Ama ben trigonometriyi merak etmiyorum, Zigetvarıda biliyorum Dandanakan'ı da biliyorum, kimyadaki molekülü de biliyorum. Ama bana niye öğrettiniz bunları.


Ne öğretilseydi okulda?

Öyle bir soru sor ki sorgulasın, düşündürsün. Ya da bir bitki nasıl bakılır, bir canlı nasıl bakılır mesela ben köpekten korkuyorum, niye korkuyorum hiç okulda temasım olmamış niye beni temas ettirmediniz sokak hayvanına.


Kendiyle barışık çocuklar lazım!


Sizce artık Türkiye’de üniversite mezunu olmanın bir anlamı var mı?

Yok. Çocuğunuzun eğitim gideri olarak harcadığınız parayla hukuk okutabiliyorsunuz mesela. 60 bin liraya tıp, 20 bin liraya mühendislikler var. Yani siz bütün ömür boyu yatabilir sınavda bir aylık bir test eğitimiyle bir üniversiteyi kazanabilirsiniz. İçeriği boş çünkü! Yüzlerce üniversite var. Hacettepe hala direniyor belli konularda, ODTÜ direniyor, Boğaziçi'nde iyi işler yapılıyor ama öyle üniversiteler var ki içerde eğitimci yok.


Bizimkiler büyüyünce ne olacak bilmek mümkün değil. Peki ne lazım o zaman çocuklara?

Kendisiyle barışık: Kendisini sevmesi gerekiyor ve ayaklarının üzerinde sağlam basması lazım onunda yolu okul. Düşecek, sorun yaşayacak, bugün bir tane öğrenci gitmiş birine vurmuş ve küfretmiş geldi buraya benimle baş etmek zorunda. Diyor ki aile: “Hocam sizden korkuyor”; korkacak ama baş edecek korkuyla nasıl baş edeceğini bilecek. İkna edecek, otoriteyle çarpışacak hakkını savunacak. Bir çocuk okulda akranlarıyla yaşadığı sorunu çözmeyi öğrenecek. Çocuklar merak ettikleri alanlarla ilgili bir şeyler yapmaya başlasınlar ve merak ettiği alanları çoğaltalım, müzeye gitsinler, sanat anlasınlar, ne kadar çok sanat anlasalar o kadar iyi bir toplum olacağız buna inanıyorum.


Röportaj: Damla Çeliktaban


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Allah aşkına şu röportajı yazıya döken kişilere imla ve noktalama öğretin. Bu nedir ya?
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.