Elimde içinden Shakespeare geçen bir roman duruyor. Yazarı anlatıyor nedenini: “Üç yıl önce Shakespeare’in kasabasına gitmiştim. Avon Nehri üzerindeki parkta bir günümü onun oyunlarından fırlamış karakterlerle geçirdim. Ve düşündüm... İnsanlar 16’ncı yüzyılda da aşkı ve ölümü yaşıyordu, şimdi de. O zamandan bu zamana bir arpa boyu yol alabilmiş değiliz. Ben de aşkı ve evliliği Shakespeare karakterleri üzerinden sorguladım. Daha doğrusu kahramanım Yeşim’e sorgulattım. Âşık olmak ya da olmamak; sen hangisini seçerdin?”


Cevabım bana kalsın. Ben soruları cevaplamak için değil kırılgan görüntüsünün altında tanıdığım en inatçı ve kararlı insanlardan biri olan Gülşah Elikbank’a soru sormak için geldim. Onun fantastik romanlarını okumuştuk bugüne dek; şimdi bir aşk romanıyla karşımızda. Haliyle fantastikten aşka ve tutkuya geçişinin sebebini sordum ona. “Hayatı aşk üzerinden anlamlandırmayı sevdiğim için, fantastik kurgularımın merkezinde de hep aşk vardı aslında. Ama ‘İhtimal’ başlı başına aşka adanmış ilk romanım. Biliyorsun, babama ithaf ettim. Babamı ve aşkı anlama, insanın aşk uğruna nelerden vazgeçebileceğini çözme çabamdı belki de. Benim için çok önemliydi, yıllar sonra babamı affetmemi sağladı.”


Kitabının kapağında, “Sen benim tek ihtimalimsin” yazıyor. Hem romantik bir cümle hem de hikâyenin birtakım zorlukları içerdiğini ima ediyor. Sen zihninde hangi düşüncelerle, ne tür bir hissiyatla yazdın bu cümleyi?

Romanı bitirdikten sonra yeniden yaptığım okumalarda şunu fark ettim aslında; “İhtimal” bir ihtimalsizlik romanı. Yani Yeşim’in Mahir’den, Mahir’in Yeşim’den başka ihtimali yoktu. Onlar en başından iki kaybedendi ve kazanmalarının tek yolu yan yana durmayı öğrenmekti. Yeşim’in dediği gibi, aşktan korkan iki yüreğin çarpışması güçlü olur, yüzeyde duranları mutlaka parçalar. O parçalardan geriye kalan ihtimali anlatmak istedim ben.


‘Türk erkeği sevilmeyi bilmiyor’

Aşkta kim daha cesur sence, kadınlar mı, erkekler mi?

Yeşim aşkı için düzenini bozmaktan çekinmiyor oysa Mahir mümkünse her şeyi o düzenin içinde sürdürmekten yana. Kadın hayatın her alanında daha cesur. Aşkta da bu kural bozulmuyor. Erkek belki aşkı başlatırken cesur davranıyor ama duyguları yükseldikçe onunla nasıl baş edeceğini bilemez hale geliyor. Bana öyle geliyor ki bizim ülkemizde erkekler sevmeyi bilmiyor. O yüzden de bir düzenin içinde sürüklenip gidiyorlar. Güvenle sevgiyi, bağlılıkla bağımlılığı karıştırıyorlar, tıpkı aşkla seksi karıştırdıkları gibi.



İkinci kadın olmak ne hissettirir bir kadına, o kadının diğerlerinin anlayamayacağı ne tür yaraları vardır? Yazar olarak bunu anlatırken nerede durdun?

Taşıması epey zor bir yara bu. Böylesi taşkın bir aşkla baş etmeye çalışırken bir de sebep olduklarınla yüzleşmen gerekebilir çünkü. Çok bıçak sırtı bir duruş bu. Ben sırtımı aşka dayadım. Yeşim sadece sürüklendi, akışa teslim oldu. Birilerini kırmak, incitmek adına kötü şeyler yapmadı, hesaplı kitaplı davranmadı. Hatta kırmamaya çalıştığı için kendi paramparça oldu. Ne ikinci kadın olmayı kabullenebildi ne de Mahir’den vazgeçebildi.


İçinde aşk ya da cinsellik bile barındırmayan, mutsuz evlilikler neden yıllarca sürüyor diye de soracağım. Bazı kadınlar ya da adamlar böyle evlilikleri neden kabulleniyor mesela; sen eder miydin?

Okuduğum bir araştırmada, “Evliliklerin neredeyse yüzde 70’inin duygusal boşanması çoktan gerçekleşmiştir” deniyordu. Yani hukuksal boşanmadan önce duygusal olarak bitiriyor insanlar ilişkiyi. Bu korkunç bir rakam; bir aldatmacanın içinde savrulduğumuzun işareti. Fakat kadınlar ve erkekler için durum farklı. Erkekler zaten evde bulamadığını dışarıda arama hakkını görüyor kendilerinde. Ama kadınlar için durum öyle değil. Birçoğu başka şansı olmadığı için katlanıyor bu duruma. Maddi özgürlük, zihinsel özgürleşme çok önemli. Ben böyle bir şeyi kabul edemem. Hayat mutsuz olmak için çok kısa.


Tekin güvenilir birisi, seviyor da... Mahir ise tutkulu ama bir kadının tam anlamıyla güvenemeyeceği, “O artık bana ait” diyemeyeceği bir erkek. Sen ömür boyu güvenlik ve sevgiyi mi, acılı ama tutkulu bir aşkı mı tercih ederdin?

Güvenlik diye bir şey yok ki aslında. Yarın var mı yok mu, o bile belli değil. Ölümü bilen biri olarak, tarafım aşktan yana. İnsanların yaşamlarının sonunda yaptıklarından değil, yapamadıklarından pişman olduklarını iyi biliyorum. Keşke dememek için, vaktinde acı çekmeyi tercih ederim.


Kadınlar neden “hergele” erkeklere tutulurlar?

Herhalde ‘baba sendromu’ dedikleri şey yüzünden. Benim ilk aşkım mesela babamın kopyasıdır. Halbuki şu hayatta en istemeyeceğim şey, babama benzeyen bir adamla olmaktır. Tabii bunu bilincim söylüyor. Demek ki zihnimin arkalarında başka gerçeklikler var. Bir de aşkın yaralarımızla yüzleşmemizi sağlamak için bu şekilde işlediğine inanıyorum ben. Çünkü âşık olduğum her adam, kalbimdeki bir yaraya denk düşüyordu, onlara çok şey borçluyum. Belki beni çok üzdüler ama sayelerinde ne istediğini çok iyi bilen bir kadına dönüştüm.


Esas karakterin Yeşim senden neleri, hangi özellikleri aldı?

Her romanımda güçlü kadınları yazıyorum. Babasız büyüdüğüm için ve etrafımda hep hayatla tek başına mücadele eden kadınlar olduğu için belki de. Fakat Yeşim’le farklıyız. Ben anne de olduğum için, kahramanım kadar gözü kara hareket edemeyebilirdim. Yine de hayata ve insanlara her şeye rağmen inanması, içindeki bir yanın hep masum kalması bakımından benzeşiyoruz galiba.





Yeşim’in ruhundaki arızalardan bahseder misin?

Bizi sevilebilir yapan biraz da arızalarımızdır desem, katılır mısın? Kesinlikle. Kusursuz bir insana rastlamadım zaten. Mühim olan kusurlarımızla yüzleşmeye istekli olup olmadığımız ve onlarla nasıl başa çıktığımız. Hayatımızın sorumluluğunu sırtlanacak mıyız yoksa suçu başkalarına, geçmişe, ailemize atıp kurtulacak mıyız? Sevmek de öğrenilebilir bir şey bence. Çocuklukta bu ihtiyaç tam doyurulmamışsa, ömür boyu o açlık yönetiyor seni ve incinmeye açık hale geliyorsun. Sonra da kendini korumak için etrafına duvarlar örmeye başlıyor, o duvarların altında da ilk sen kalıyorsun. Bir insanı “her şeye rağmen” sevmek, bence kıymetli olan bu.


Senin aşkı tarifini sorsam neler anlatırsın...

Aşk, var oluşumuzun da yok oluşumuzun da nedeni. Her şey zıddıyla mümkün ve aşkı büyülü yapan, bu iki uç arasındaki mesafenin genişliği. Aşk, imkânsız kelimesinin harf harf yok oluşu aslında; insanın en görkemli yanı.


Edebiyat dünyasında neyi temsil ediyorsun, kendini hangi yazarlara yakın hissediyorsun?

Edebiyatım, samimiyeti temsil etsin, yeter bana. Kendi edebiyatım hakkında büyük cümleler kurmadım. Zaten öyle ustalarımız var ki onların karşısında ancak susabilirim. Yakın hissetme konusuna gelince, tanıştığım ilk günden beri İnci Aral ve Buket Uzuner öyledir. Murathan Mungan keza. Birhan Keskin’in şiirlerine hayranım, kendisini şahsen tanımıyorum ama çok yakın hissediyorum. Yine de kendime bir raf seçebilseydim, Jane Austen ile Ursula K. Le Guin arasında bir yer olurdu. Sırtımı da Irvin Yalom’a yaslamak isterdim.


Yurtdışına edebiyat turları organize ediyorsun. Edebiyata ilham vermesi açısından en etkileyici şehirler hangileri?

“İhtimal”in de arka planında yer alan ve ekim ayında okurlarla seyahat edeceğimiz İngiltere, daha doğrusu Shakespeare’in kasabası Stratford-upon-Avon, ilk günkü dokusunu koruduğu için müthiş bir ilham perisi. Ama Paris’i anmadan da olmaz. Mayıs sonunda Canan Tan ile “Aşkın Şehri Paris” turumuz var. Sonrasında Prag, Selanik, Transilvanya... Her şehrin kendine has dokusu var. Benim hayalim Dublin’i görmek. Orada beni bekleyen bir şeyler var sanki...




Röportaj: Gülenay Börekçi

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.