Az sonra okuyacağınız röportajı yapımcılığını Necati Akpınar’ın, yönetmenliğini Ozan Açıktan’ın üstlendiği, senaryosunuysa Funda Çetin’in hikâyesinden hareketle Çetin’le birlikte Ozan Açıktan, Ozan Güven, Uygar Şirin, Fethi Kantarcı ve Mehmet Akif Turgut’un yazdıkları ‘Annemin Yarası’ adlı filmi izleme fırsatını bulamadan yaptım. Yetimhanede büyüyen ve 18 yaşına bastıktan sonra geçmişinin, hiç tanımadığı anne-babasının peşinde yollara düşen Bosnalı Salih’in hikâyesi etrafında şekillenen filmi, kendileriyle St. Regis İstanbul’da buluşup Salih’i canlandıran Bora Akkaş ile Salih’in bu arayışta tanıştığı Marija-Borislav çiftine can veren Meryem Uzerli ve Ozan Güven’den dinledim önce. Üçü de daha senaryonun ilk hali önlerine geldiğinde ne kadar etkilendiklerinden bahsederek girdiler söze.


Siz susacaksınız, yaralarınız konuşacak


Ozan Güven, “Film bitince seyircinin 15 dakika hiçbir şey konuşmadan, sessiz bir yolculuğa çıkacağını düşünüyorum” demişti sohbetimiz sırasında. Bu röportajdan bir gün sonra filmi izledim, finalinde tam da dediği haldeydim. Susuyor ve dile gelen kişisel, toplumsal, dünyaya dair yaralarımı dinliyordum. Öyle çok yaramız var ki gerçekten, belki kabuk bağlayan ama kapanmayan, birlikte sarmamız, benzerlerine bir daha geçit vermememiz gereken... Mutlaka izleyin diyorum ve sohbetimize geçiyorum...


‘Oğlum bora gibi olsun derdim’

‘Annemin Yarası’ Salih’in hikâyesi çevresinde şekilleniyor. Önce ona can veren insandan Salih’i dinleyelim...

Bora Akkaş: Salih yetimhanede büyümüş bir çocuk. 18 yaşına geldiğinde okumak için yetimhaneden ayrılmak üzereyken geçmişini merak ediyor ve anne-babasını bulmanın peşine düşüyor. Film, onun ailesini ve geçmişini arayışının hikâyesi. Aslında aradığı aitlik hissi. Onu bulduğunda da bir dönüşüm yaşıyor. Karakteri okurken Salih’in olgunluğuna hayran kaldım. Onun yaşadıklarını ben yaşasaydım onun kadar olgun davranamayabilirdim. Çok güçlü bir çocuk.

Ozan Güven: Ben Bora’yı 11-12 yaşından beri tanıyorum. Eski eşim bir dizi çekiyordu, orada çocuk oyuncuydu. Sete Bora’yı görmeye gidiyor ve “Bir çocuğum olursa böyle olsun” diyordum. Ne mutlu ki oğlum Ali Ateş de Bora gibi vicdanlı bir çocuk. Bora çok yetenekli ve zeki. O yüzden de iyi bir oyuncu. Salih karakteri yazılırken düşündüğümüz her şey Bora’yla vücut buldu. Hayalin canlanması insana büyük haz veriyor.


Salih’in ulaştığı o aitlik hissi hayatta da hepimizin ulaşmak istediği nokta. O his hiç ummadığımız bir yerde de çıkabiliyor karşımıza...

O.G.: İnsanın biyolojik anne-babasını seçmesi imkansız. O yüzden aidiyetin kelime karşılığı olarak akla anne, baba, bir ev, yanan bir ocak gelse de bende bunun ötesinde şefkatli ve güvenli sular, bir yuva hissi uyandırıyor. Bunu hissettiremeyen anne-babalar da var dünyada. Film de seyirciye “Biyolojik anne-baban mı yoksa ailenin olmasını istediğin birileri mi?” sorgulamasını yaşatacak. Bence kendini nerede özgür hissediyorsan, neresi senin için sıcaksa oraya aitsindir, aile orasıdır. Bunu bazen anne-babası hissettirir insana, bazen sevgilisi, bazen de hiç ummadığı başka biri.


‘Neresi sıcaksa aile orası’

Yeri gelmişken sorayım; siz kendinizi Türkiye’ye mi yoksa Almanya’ya mı daha ait hissediyorsunuz Meryem?

Meryem Uzerli: Kendimi bir tarafa koymuyorum. Bu dünyada bir insanım sadece.


İşte bunu hatırlasak, kendimizi bizim olsun olmasın bütün çocukların ebeveynleri gibi görsek her şey bambaşka olacak bence. Ya da filmde Marija’nın dediği gibi “Bu tabak, insanları diniyle ayıran herkese girsin” diyebilsek, öyle değil mi?

O.G.: Ben yazdım o repliği.

M.U.: Bravo Ozan! (Alkışlar) Senaryo biz oyuncular için yemektir. Sağlam bir yemek insanı güçlendirir. Az yemek verirsen insan ya sağlıksız olur ya da ölür gider. Bu filmin senaryosu bütün oyunculara kendini açık büfede gibi hissettirdi, iyi beslendik. Aidiyet dedik ya; teknik ekibimiz dahil hepimiz kendimizi filme ait hissettik. Soruna dönecek olursak, çok haklısın. İnsan olarak herkese karşı sorumluluk hissetmeliyiz. Çünkü hepimiz kardeşiz aslında.

O.G.: Bu, fizik kanunlarıyla çok rahat açıklanabilecek bir şey. Bir uçağa bindiğinizi düşünün; yerden yükselip karaya bakarken önce “Aaa benim mahallem”, “Aaa benim memleketim” dersiniz. Biraz daha yükselince de “Aaa bizim dünya” olur o.

M.U.: Evet, bu kadar basit işte. Aslında hepimiz aynı tabağın üzerinde oturuyoruz.

O.G.: Nefes almak, yaşamak, sevmek herkesin hakkı ve herkesin eşit olması gerekiyor. Kendi mahallemizden bir mahalle ötede doğsak belki Kürt, Ermeni ya da Yahudi olacaktık. Bu dünya zaten bir cennet. Burayı zorlaştırıp öteki tarafta vaat edilen bir cennet için savaşmak çok vahşice ve manasız geliyor bana. Bu dünyayı cehenneme çevirerek cennete gidemezsin.

Film, umudun izini süren bir film. Böyle filmler de iyiliği, ötekileştirmemeyi, vicdanı, aşkı, yaraları birlikte sarmayı hatırlamak adına umut bence...

O.G.: İnsanlara vicdanen nerede olduklarını hissettirecek, belki de onları vicdanlarına biraz daha yaklaştıracak bir film olduğunu düşünüyorum. Yılmaz Erdoğan da değerli dokunuşlar yaptı senaryoya. Beylik cümleler kurmayı sevmem ama büyük bir iştahla söylüyorum, bu film içime çok sindi.

B.A.: Sevmek insanda büyük değişiklikler yaratabiliyor. Bu, insanlara sevme biçimlerini de sorgulatacak bir film. Umut dedin ya Ece, belki insanlara dokunsun diye oynamıyoruz ama bunu hayal ederek oynuyoruz. Bir kişinin bile hayatına dokunabilme, o hayatı değiştirebilme ihtimali yaptığımız işi çok kıymetli kılıyor.

M.U.: Kesinlikle. Sadece bir kişinin bile iyiliğe, vicdana doğru yol alması o kadar değerli ki... Zaten hayatta asıl olan iyi insan olmak. Keşke hep böyle senaryolar gelse, insanı iyileştirecek, geliştirecek filmler çekilse.


"Hasret çektiğimize göre hala aşk var"

Marija ve Broslav aşkı çok tutkulu...

O.G.: Evet, birbirleri dışında hiçbir şeye ihtiyaçları yok, ektiklerini yiyen, birbirlerini tutkuyla seven, çok tatlı bir çift. Filmde Belçim (Bilgin) ve Okan’ın (Yalabık) canlandırdıkları çift de birbirlerine çok âşık, sadece ifade ediş biçimleri farklı.


Aşkın böylesini kaybettik sanki...

M.U.: Tespitlerinde haklısın ama gerçek aşkı kaybetmedik. Hasret çektiğimize göre aşk hâlâ var demektir.

"Sadece işimi yapıyorum"

Muhteşem Yüzyıl’ hepimizde iz bırakan bir işti. Yeni dizinizden de beklenti büyüktü. Aynı etkiyi yaratmaması bir hayal kırıklığı yarattı mı sizde Meryem?

Meryem Uzerli: Ben hayatım boyunca bir sürü projede rol aldım. Evet, ‘Muhteşem Yüzyıl’ bütün dünyada büyük ses getirdi, bir parçası olmak çok güzeldi ama ben kimsenin haberi olmayan bir sürü proje de yaptım. Bazı projeler şanslı, bazıları daha şanssız. Ben sadece büyük bir ekibin parçasıyım. Oyuncuyum, bana bir senaryo geliyor, oynuyorum.

"Memleketin yarısı juri, yarısı yarışmacı"

Senaryonun öneminden bahsettiniz. Ülkemizde genelde bir dizi tutmayınca başrol oyuncusuna yükleniliyor. Oysa bence başlıca sıkıntı senaryo...

O.G.: Evet, genelde vitrindeki yüz üzerinden konuşuluyor. Oysa bu tek kişilik gösteri değil ki, kolektif bir iş. İnsanlar başarıyı tek başlarına sırtlayabiliyor ama kimse başarısızlığı paylaşmak istemiyor. Ben televizyon ya da sinemaya yapılan bir işin tek bir isim üzerinden konuşulmasına karşıyım. Evet, o kişi izlemek için sebeptir ama devamını getirmek için sebep değildir. Hikâye inandırıcı değilse sonuç mutlaka hüsran olur. Bir dizi için her hafta iyi ve kaliteli bir şey yazabilmek gerçekten çok zor.

Filmden söz ederken hep iyiliğe ve vicdana gönderme yaptınız. Ekrandaki dizi ve programlarda bunlara rastlamak da çok zor artık... Ne ara bu hale geldi bu ekran?

O. G.: Bu soruyu yapımcılara ve senaristlere sormalısın. Aslında “Memleket ne ara bu hale geldi?” diye sormak lazım. Baksana, memleketin yarısı jüri, yarısı da yarışmacı olmak istiyor.




"Her dönem Allah'a güveniyorum"

Almanya’da tiyatro yaparken 50 Euro kazandığınız bir dönem olmuş. Bugün çok iyi kazanan bir oyuncu olarak o Meryem’i düşündüğünüzde ne diyorsunuz?

M.U.: Ben geçmişteki Meryem’le sohbet etmiyorum çünkü hâlâ aynı Meryem’im. Yaptığım işten çok mutluyum. Artık bir çocuğum var, ona baktığım için tabii ki daha farklı seçimlerim oluyor ama o zaman da çok mutluydum. O zamanki sorumluluk ve sıkıntılarım başkaydı, şimdi başka; hepsi bu. Eskiden maddi sıkıntılarım nedeniyle 2 hafta elektriği kesmişlerdi. Eve mumlar koymuştum. Işıklar yandığında bir de baktım ki duvarlar isten simsiyah olmuş. Her dönemde Allah’a güveniyorum. Bu dünyadan giderken cebimizde bir şey olmayacak. Bu yüzden maddi şeylere takılmıyorum, işime odaklıyım.

"Başarı insanı güzel kılıyor"

Günümüzde güzel ya da seksi görünmek adına ortalıkta birbirinin kopyası gibi dolanan çok kadın var. Meryem Uzerli asıl güzelliğin insanın enerjisinde, kendi olmasında gizli olduğunu hatıran sayılı örneklerimizden biri bence...

M.U.: Çok teşekkür ederim. Ben neysem oyum. Neden başka türlü bir insan olmaya çalışayım ki?


Güzellik algımızı fiziksel olarak da çok güzel olmasına rağmen aslına, öze doğru kaydırdı bence, ne dersiniz beyler?

O.G.: Benim kadınlar hakkında çok fikrim yok. (Kahkahalar)

B.A.: Bence haklısın ve ben Meryem’i beğeniyorum.

O.G.: Başarı insanı güzel kılıyor.


Röportaj: Ece Saruhan

Fotoğraf: Erdem Şahin

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.