‘Az hatalı bir hayatım oldu ama hazzı çok öteledim’

Habertürk TV Ana Haber spikeri Jülide Ateş, 25 yıldır ekranlarda. Her akşam haberleri onun yorumuyla dinliyoruz. Mesleğinin zirvesindeki güzel sunucu, Türkiye gündeminin yıpratıcılığına inat hep güzel ve umutlu. Ateş’e çeyrek asırlık haberciliğini, bu uğurda ıskaladıklarını, ailesini ve yaşamını konuştuk.


Dile kolay. Meslekte 25 yılı devirmiş. Özel televizyonların açıldığı ilk günden bugüne ekranlarda. Güzel yüzü ve haber yorumlarıyla sevilen ve her akşam evlerimize konuk olan bir sima Jülide Ateş. Aynı zamanda da bir anne. 12 yaşındaki oğlu Ali’ye istediği kadar vakit ayıramasa da onun kendisiyle gurur duyduğunu hissediyor ve bu, tüm zorlukların üstesinden gelmesi için yetiyor. Bir Boğa burcu kadını olan 44 yaşındaki güzel spiker, röportaj için evine gittiğimizde sıcak gülümsemesiyle bizi karşıladı. Fotoğraf çekimi boyunca da gülümsemesi yüzünden hiç eksik olmadı. Ancak açık olan televizyondaki haberlere göz atmayı da hiç ihmal etmedi. Hayatıyla ilgili sorularımızı içtenlikle yanıtladı. İçimizi ısıtan güneş, bahar kokuları ve yemyeşil bahçede gerçekleşen keyifli çekimin ardından röportajda da hayatıyla ilgili bilinmeyenlerini anlattı.


Yıllardır gündemi takip edip stresli ortamda dinç ve güzel kalmayı nasıl başarıyorsunuz?

Eşim de gazeteci olduğundan sürekli televizyon açık, iPad ve telefonlarımızdan da sürekli güncel bilgiye ulaşıyoruz. Dolayısıyla gündemden kopma şansımız yok. Bir saat bilgi almazsam kendimi boşlukta hissediyorum ve hep bir şey kaçırdığımı düşünüyorum. Bence bu beni dinç tutuyor. Arkadaşlarımla hep konuşuruz; “Hepimiz adrenalin bağımlısı olduk” diye. Yıprattığı yönler muhakkak vardır. Özellikle kaza haberleri, çocuk ölümleri, kadına şiddet gibi ilkel toplumun gösterebileceği her türlü davranış beni çok üzüyor. Politikayı zaman içinde çok kanıksadık. Hayatımızın bir parçası oldu. Bu sizi belli bir ritme de alıştırıyor aslında. Başka sektörde çalışan kadın arkadaşlarımla bir araya geldiğimde onların ritmine ayak uyduramıyorum, çünkü bana çok yavaş geliyor.






Zamanla yarışmaya alışmışsınız tabii...

Haber merkezinde rejiden kulağıma “Son 10 saniye” dendiğinde bile ben onu 10 parçaya bölüp soruma son kez bakmayı, konuk mu geliyor diye sormayı, sonraki habere göz atmayı başarıyorum. Yani o 10 saniye benim için 10 parça demek. Dolayısıyla hayat ritmim de hızlı, yemek ritmim de, yürüme ritmim de... Belki böyle bir mesleki deformasyon getirdi. Hayat bizler için hızlı akıyor. Yanda sürekli veri tabanımız açık. Bütün haberci arkadaşlar için böyledir.


Peki bunu nasıl dengeliyorsunuz?

Sanırım en büyük kaçamağım spor. Bu sıralar hava çok güzel olduğu için spor salonuna gitmiyorum. Daha çok uzun yürüyüşler yapıyorum. En büyük terapim de yürüyüş. Kulağıma kulaklığı takıp sevdiğim müzikleri dinleyerek uzun uzun yürümek müthiş iyi hissettiriyor.


Gündüz de haber sundunuz, gece de... Sizin için farkı var mı?

Haber kanalında çalışınca bu tıpkı pilotluğa benziyor. Nasıl gökyüzünde saatler birbirine karışır, sürekli jetlag olmaktan artık jetlag olmamayı öğrenirsiniz, haber merkezine girdikten sonra da sabah mı, akşam mı, gece yarısı mı hiç hissetmiyorsunuz. Çok erken kalktığım da oldu. Şimdi 21.00 – 00.00 saatlerindeyim. Bünye bir şekilde ayarlıyor kendini. Bazen oğlum Ali, sitem ediyor ona üzülüyorum. Okuldan geldikten sonra göremiyorum. Babamız kompanse ediyor. Ama bu da mesleğin bedeli, diyeyim.


Gündeme dair sizi en çok ne rahatsız ediyor?

Hoşuma gitmeyen en önemli şey, toplum olarak çok ayrışmış olmamız. Çok ortak paydamız var ama aramıza suni ayrılıklar sokuluyor. Ben hep şunu savunurum: En büyük yanılgımız kendimizi iyi ilan etmek için bir kötü arıyoruz; kendimizi melek ilan etmek için de şeytan... Dolayısıyla insanın kendini daha üstte, daha iyi, daha beyaz algılatmak üzere hep bir düşmana ihtiyacı oluyor. Biz bu yanılgıya düşüyoruz. Ne zaman toplum olarak hepimizin en iyi olabileceğini algılarsak o zaman her şey yoluna girecek diye düşünüyorum. Her türlü ayrışma beni çok üzüyor. Mutlu eden şey ise artık şehit haberi gelmemesi sanırım. Çünkü ben 90’lı yıllarda habercilik yaptım. Ve o zamanlar en çok şehit haberlerine üzülüyordum.


Zaman içinde çok farklı ekollerle çalıştınız. Belki en güzel dönemde işin içinde olma şansınız oldu.

90’larda başladığımda Türkiye’de özel televizyonların ilk açıldığı yıllardı. Dolayısıyla özel televizyonculuğun ilk gününden beri sektördeyim. O dönemde TRT kökenli spikerler medyada hâkimdi. Biz mesleği onların Türkçe’siyle öğrendik. Bize güzel miras kaldı. Ondan sonra habercilik hızlandı, teknoloji ve dijital medya gelişti ve bugünlere kadar geldik. Her dönemin iyileri, kötüleri, artıları, eksileri oldu. Ben bugünkü arkadaşlarımı da başarılı buluyorum. Onlar da bugünün iyileri. Bugünün koşullarını optimize etmiş durumdalar. “Bizim zamanımız en iyiydi” lafına çok katılmıyorum. Bence öyle bir şey yok. Çünkü bugünkü arkadaşlar da o zamanın Türkçe’sini kullansalar belki çok ağdalı kaçacak. Çünkü hayat değişti, bilgi akışı fazlalaştı. İçlerinde çok beğendiklerim de var. Ama zaman kendi ruhunu yaratır.





‘Rutin beni öldürüyor’


Habercilik dışında başka şeyler yapmayı hiç düşünmediniz mi?

Aslında istedim. Annem hep “Sen medyayı bıraktın ama o seni hiç bırakmadı” der. Dönem dönem kendimi tekrarladığımı hissediyorum. Dile kolay, 25 yıl. Yaz tatilleriyle birlikte 2 yıl çalışmasam bile 23 yıl bilfiil haber okumuşumdur. Rutin beni öldürüyor, çok sıkıyor. Hayat akıyor ama siz Reuters’ten görüyorsunuz yaz mı gelmiş, kış mı gelmiş. Ofis çalışması ve sürekli İstanbul’da olmak, tatilinizin sayılı olması bir süre sonra klostrofobik bir durum yaratıyor. Evet, mesleğimi çok severek yapıyorum ama insan bazen de düşünüyor “Acaba televizyoncu olmasaydım ne olurdum?” diye. Çünkü kalemim kuvvetliydi, bir şeyler yazabilirdim ya da resmim iyiydi belki resim yapabilirdim. Spikerliğe bu kadar ağırlık vermeseydim hepsi olabilirdi. Ancak her tercih bin vazgeçiştir ya, kim bilir içimde nelerden vazgeçmişimdir? Demek en doğrusu buymuş. Yıllar sonra Adana’dan bir genç kız geliyor ve “Gazetecilik okuyorum. Sizi örnek alıyorum. Annem babam da ismimi Jülide koymuş, sizin gibi olayım diye” dediğinde çok mutlu oluyorum. Biz yaşlandık. Yıllar geçince ve gençler geldiğinde onların tarihçesinde bir yer edinmiş olmak beni çok mutlu ediyor.


İlk haber spikerimiz Jülide Gülizar ile de adaşsınız. Sizin de öyle bir hikâyeniz var mı yoksa? Anneniz spiker olmanızı istediği için aynı ismi vermiş olabilir mi?

Evet, tanıştık da Jülide Hanım’la. Kendisine çok hürmet ederim. Değerli bir insandır ve de rol modelimdir. Çok severim. Benim adımı koyarken babam, Reşat Nuri’nin “Akşam Güneşi” adlı kitabından esinlenmiş.


Babanız edebiyata meraklıymış... Nasıl bir ailede büyüdünüz?

Babam hava subayıydı. Biz askeriyenin içinde çok güzel lojmanlarda büyüdük. Çok güzel orta sınıf ahlâkının kurallarının geçerli olduğu Elazığlı bir ailem var. Babam hep Batı’da görev yaptı. Aslında Doğu- Batı sentezi bir aile diyebilirim. Bol sporla geçti çocukluğum. Gittiğimiz yerlere göre yelken, tenis, basketbol ile haşır neşirdim. Bol sevgiyle büyüdük. Sade bir ailem vardır. Annem ev hanımı. Babam sonra Türk Hava Yolları’nda çalıştı uzun süre. Babam hep “Kızım bizim size vereceğimiz en büyük şey eğitiminiz. Okulunuzu bitirip meslek sahibi olun” diye öğütlerdi.


‘Türkiye güzeli değil, haber spikeri Jülide Ateş’im ben’

Peki güzellik yarışmalarına katılıp sonra medyada çalışmak isteyen kızlara neler tavsiye edersiniz?

Ben de güzellik yarışmalarından geldim. Bunun hem avantajını hem dezavantajını yaşadım. 19 yaşın aklıyla girilebilecek bir yarışma zaten. Tabii ki Türkiye güzeli olduğum için bana bu şanslar tanındı. Güzellik bir basamak oldu ama yeterli kriter asla değildi. Ben içini doldurmasaydım yine bir işe yaramazdı. Şimdi yılda 5 güzellik yarışması yapılıyor ve 3’er güzel seçiliyor. Düşünsenize benden sonra ne güzeller geldi geçti. Ben mesleğe gerekli önemi verdim. Kimse kimseyi kandırmasın ekran görsellik isteyen bir şey ama nice haberciler var ki, sahada yaptıkları öyle iyidir ki görselliği ikinci planda kalıyordur. Bugün kimse beni Türkiye güzeli olarak hatırlamıyor. Haber spikeri Jülide Ateş’im ben. Güzellik yarışmam sadece 15 gün sürdü ama 25 yıldır meslekteyim. Kariyerimi güzellik üzerine inşa etmedim. Ve şimdiki güzellerin yanında benim güzelliğim ne ki?


O zaman kızlara tavsiyeniz “Güzelliğinizin altını doldurun” mu olurdu?

Evet. Eğitimlerini tamamlasınlar ve mesleğin gerekli formasyonlarını yerine getirsinler.





‘Bugüne kadar majör bir hata yapmamışım’

Başarınızın sırrı disiplin ve süreklilik mi?

Otokontrol ve disiplin. 21 yaşında ana haberi okuyordum. Çok erken bir yaştı. Geriye dönüp baktığımda aslında bana erken verilmiş bir şanstı. Ama “Ben bu şansı istemiyorum. 10 yılı ıskalayayım” diyebilecek durumum yoktu. Çünkü hem Boğaziçi Üniversitesi’nde okudum hem de kendimi bilgi olarak donatmaya çalıştım. Okula gidiyor, TRT kökenli hocalardan da dersler alıyordum. Arsen Gürzap, Can Gürzap’a gidiyordum. Boğaziçi zor bir okuldur. İngilizce- Türkçe karşılaştırmalı analiz derslerimiz vardı. Onlar da bana çok yardımcı oldu. Otokontrollü ve disiplinli bir genç kızdım. Birçok yaşıtımın gittiği gece kulübünü bilmedim, hâlâ da bilmem. Popüler mekânlar yazılıyor, çoğuna gitmemişimdir. Benim yaşam tarzım sporcu gibi. Belli bir ajandayı takip etmezsem, belli bir saatte yatmazsam, belli köşe yazarlarını okumazsam işimi yapamam. İki gece üst üste dışarı çıkıp alkol alsam zaten nakavt olurum, bünyem de kaldırmaz. Hatta bazı insanlara benim hayatım sıkıcı da gelebilir. Ama ben bunu gördüm, bunu bildim ve kaderim olarak benimsedim. Mutluyum da bulunduğum yerden. Belki çok daha eğlenceli bir hayat yaşayabilirdim ama böyle oldu. Saygı görüyorum, sevdiğim mesleği yapıyorum, insanlar sokakta tebessüm ediyor. Bunlar büyük şeyler. İnsan sahip olunca kıymetini bilmiyor belki ama olmasaydı üzülürdüm. İlişkilerimde hep saygıyı aradım. Dolayısıyla saygı duyulmamak beni üzerdi. Mesleğimden ötürü saygı duyulmak beni çok mutlu ediyor.


Şimdi geçmişe dönüp baktığınızda “Ben ne yapmışım? İnanılmaz tempolara ayak uydurmuşum ve tek başıma ayakta kalmayı başarmışım” diyor musunuz?

Hakikaten diyorum. Ne kadar aileniz yanınızda olsa da, ben çok büyük panaller, yarışmalar, sundum, organizasyonlarda moderatörlükler yaptım meğer çok küçükmüşüm. Basını yönetmişim. Şimdi özel danışmanlar, menajerler var. Ben bunları tek başıma yapmışım. O zaman teknoloji de yok. Faksla yapmışım tüm bunları. Bütün ilişkilerimi ilmek ilmek kendim kurmuşum.


Yalnızdınız neticede...

Evet, büyük rekabetin olduğu bir dünyada yalnızdım. Boğaziçi gibi bir okulu bitirmişim. Bugüne kadar majör bir hata yapmamışım, başım dik gezebiliyorum. Zor bir kombinasyon. Kontrollü yaşadım. Büyürken çok sorguladım. Sınıf arkadaşlarım gittikleri yerleri anlattıklarında omuzlarım düşüyordu çünkü anlatacak bir hikâyem yoktu. Ama o kadar büyük ironi ki. Siz çok gözdesiniz ve insanlar sizin aslında çok renkli bir hayatınız olduğunu zannediyor. Diyemiyorsunuz ki “Ya ben tık nefes işe gidip, çalışıp, arada yemeğimi yiyip, bayılacak kadar yorgun durumda eve dönüyorum”. Çok az kanal ve çok az şöhret vardı benim zamanımda. Ve siz kanalın yıldızlarından birisiniz. Bugün onlarca spiker var. O gün ise bir Gülgün Feyman vardı bir de ben vardım.


Aynı zamanda da okuyordunuz...

Boğaziçi’nde okurken sabah haberlerden çıkıp derse gittiğim için çoğu zaman yüzümde makyaj olurdu. Çünkü çıkartacak vakit olmuyordu. İster istemez dikkat çekiyorsunuz. Bir öğrencinin bu kadar göz önünde olması da iyi değil. İçimde ukde kalan, keşke meslek bu kadar erken bana gelmeseydi de ben yurtdışında öğrenmenin keyfine vararak güzel bir öğrencilik yaşasaydım. Felsefe çok ilgimi çekiyor. Doya doya kitapları okuyup bilgiye doysaydım. Az hatalı, garantici bir hayatım oldu. Haz duygusunu çok öteledim. Atıl kurt ve yetiş kurt modunda hemen yapayım da bitireyim derdindeydim. Haz duygusunu umarım emeklilikte yaşarım.


“Keşke daha çok eğlenseydim” demiyorsunuz ama yine de hep eğitim odaklısınız. “Keşke bilgiye doysaydım” diyorsunuz.

Evet, doğru. Amerika’yı düşündüğümde de aslında kendimi Harvard’da kütüphanede hayal ediyorum. Ya da resim yapmayı hayal ediyorum. Sanırım benim ruhum böyle.


‘Elbette ekrandan sonra da hayat var ve çok anlamlı’

Bugüne kadar medya sektöründe neler öğrendiniz?

“X bir konuda röportaj yap” deseler o konuda konuşabileceğimi biliyorum. İş ortamına girdiğimde insanların çok acımasız olabileceğini gördüm. En büyük başarım da o insanlara dönüşmemekti. Güzel dostluklar da kurdum. Bir maraton koşucusu olduğumu öğrendim. Ben bu kadar uzun soluklu bir yolu, bu kadar sebat ederek, disiplinle koşabileceğimi bilmiyordum. Her gün ofise gitmek bile ciddi bir adanmışlık istiyor. Ekran yüzlerinin öğrenmesi gereken şeydir ya “Ekrandan sonra hayat var mıdır?” Evet vardır. Ekrandan sonrasının çiçeklerini görüyorum ve yavaş yavaş kendimi de hazırlıyorum. Elbette ekrandan sonra da hayat var ve çok anlamlı. Ailem, çocuğum, dostlarım, hobilerim var.


En çok kiminle röportaj yapmayı isterdiniz?

Aklımda büyük isimler yok. Sade hayatların içinde çok daha büyük derinlikler barındırdığını düşünüyorum. Gerçek yaşam hikâyeleri bana cazip geliyor. Meselesi olan her hayat bana dokunuyor.


‘Başka meslekten biri beni çekmezdi’

Aslında sizi pek de tanımıyoruz. Özel hayatınızda nasıl bir yaşantınız var, oğlunuz Ali ile neler yapmaktan hoşlanırsınız mesela?

Gülmeyi çok seven bir insanım. Ciddi sarkastik bir yapım var. Gülmek olsun da... Eğlenmeyi çok severim. Benden beklenmeyecek abukluklarla arkadaşlarımın karşısına çıkabilirim. Ama ben bu ceketi o kadar küçük bir yaşta giydim ki, o zırhı çıkaramıyorum üzerimden. Sadece kendi doğal ortamımda hayat daha eğlenceli ve rahat geçiyor. Benim için elbette ki dünyanın merkezi Ali. Ama ona daha fazla vakit ayırabilmek isterdim. Dürüst olmak gerekirse o içimde ukdedir. Ama onun da gurur duyacağı bir annesi var. Şimdi artık aklı ermeye başladı. Hissediyorum, gurur duyuyor. Bu da beni çok mutlu ediyor. Ben de öğrendiklerimle çocuğuma bir vizyon sağlayabiliyorum.


Kendinize haksızlık etmeyin. Neticede bu günümüzde çalışan tüm annelerin ortak sorunu...

Evet ne yazık ki öyle. Ali sürekli “Anne yine mi haber, bıktım artık” diyor. “Biz Kılıçdaroğlu’nu mu, yoksa Tayyip Erdoğan’ı mı seviyoruz anne” diye çocukça sorular soruyor. Eşim de gazeteci olduğu için çok iyi anlıyor. Bu benim en büyük şansım. Yoksa başka meslekten biri de beni çekmezdi.


Ali’yle en çok ne yapmaktan hoşlanıyorsunuz?

Trambolinimiz var bahçede. Onda zıplamayı çok seviyoruz. Yorulup “Gel anne yatalım, gökyüzüne bakalım” der o bana. Çok romantik. Öyle güzel anlar ki... En güzel şey bu. Geçenlerde 1000’lik puzzle yaptık. İstediğim vakti ayıramıyorum ne yazık ki. İzlediği bir yemek yarışması var. Benimle yemek yapmayı da çok istiyor. Ama ben mutfaktan da kopmuşum bu arada. Ali’ye karşı vicdan azabı duyuyorum. Çünkü onunla olsam bile kafam orada olamıyor çoğu zaman.


‘Moda dünyası beni affetsin’

Çok şık giyiniyorsunuz. Alışverişi sever misiniz?

Aslında çok şık giyinmiyorum. Sıkıntı geldi giysilerden. 21 yaşımdan beri dolabımdan sadece iş için kaç kıyafet geçmiştir? Eteği, ceketi, ayakkabısıyla kombinlemek mesele. Bir de özel geceler için farklı kıyafetlerim var. Aşağı kat kıyafet dolu. Dağıt dağıt bitmedi bir türlü. Nişanı olan birisine de mezuniyet baloları için de verdiğim çok oldu. Bana artık giyinmek zul geliyor. İnsan bal yese bıkarmış. Almak iş, seçmek iş, temizliği ayrı bir iş. Ekran olmasa bugünden siyah pantalon, siyah tişörte döneceğim. Moda dünyası beni affetsin. Gözümde bir şey kalmadı. Ona ayrılan vakte de yazık, kendim de dahil çoğu kişinin modanın kurbanı olduğumuzu düşünüyorum.


İstanbul’dan uzaklaşmak isteği var mı?

Çok. Çeşme’de bir yazlık aldık. Bazen haber merkezinde açıp resimlerine bakıyorum. Gidemiyoruz ki, sağ olsun komşularım “Çiçekleriniz açtı” diyor. “Kaç yazımız kaldı ki hayatta acaba doğru yerde miyiz?” sorusu bazen gıdıklıyor bizi. Ama yıllardır gıdıkladı ve yıllardır çalışmaya devam ettik. Emeklilikte gezemediklerimizin acısını çıkartırız diye umuyoruz.


Özel taşlara ilginiz var mıdır mesela yorgunken taşların enerjisinden faydalanmak gibi şeylere inanır mısınız?

Çok rasyonel büyütüldük. Ortanca kardeşimiz 1 yaşındayken düşüyor ve 5 yıl bitkisel hayatta kalıp ölüyor. Murat, çok güzel bir çocukmuş. O öldükten sonra anneme hep “Nazar değdi” demişler. Annem o kadar üzülmüş ki, nazarı, enerjiyi reddetmiş ve “Bu onun kaderiydi” diye inanmayı seçmiş. Bize de hep “Nazar diye bir şey yoktur. Siz inanırsanız olur” derdi. Astrolojide burcumu okurken bile annemi düşünürüm. Hiç nazar boncuğu taşımam. Kendimi nazar değecek kadar da layık bulmam açıkçası. Ancak yıllar içinde karmaya inandım. Yani aslında herkes bizim yansımamızdır. Tekamül etmek üzerine iyiliği kovalamaya ve nihayetinde iyi bir insan olarak bu dünyadan göçüp gitmeye özen göstermeye inanan biriyim.


Röportaj: Ekin Türkantos

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.