Çanakkale Deniz Zaferi’nde geçen bir aşk hikâyesi “Son Mektup”. Başarılı oyuncu Nesrin Cavadzade’nin yer aldığı son projelerden biri. 18 Mart’ta vizyonda olacak. Bu defa “Nihal Hemşire” olarak karşımızda. Bol ödüllü oyuncu, bu rol için başta ürkse de “Oyuncu korktuğunu yapmalı” diyor. Rol aldığı diğer filmi “Kuzu” ile Belgrad Film Festivali’nden dönen oyuncuyla yeni filmini, kendini tanıma sürecini, kedilerini ve hayallerini konuştuk.


‘Son Mektup’da Hemşire Nihal olarak karşımızdasın. Projeyi kabul etmende ne etkili oldu?

Dönem karakteri oynamayı istiyordum. Kendimi ve kariyerimi sorguladığım bir yıl geçirdim. Kat etmekte olduğum bir yol vardı, 8-9 filmi üst üste koyan bir oyuncuydum. Hep bağımsız yapımlarda yer aldım. Daha çok yönetmen sineması dediğimiz janra yakın durdum. Burada var olabilen biriydim ama kendimi tekrarlama ihtimalim de vardı. “Nesrin bu filmleri yapmaya devam ettiğinde benzer şeyleri oynayıp aynı tür izleyiciyle buluşacaksın” dedim kendime. Büyük işlerden oldum olası korkmuşumdur. Ama bir oyuncunun her zaman korktuğu şeyi yapması gerekiyor. “Son Mektup”, prodüksiyonel tasarımı açısından oyuncu olarak kaybolmaya çok müsait bir işti. Tankların tüfeklerin olduğu gerçek bir savaş filmi zaten. Yönetmenimiz Özhan Eren projeyi anlatırken uçaklarından tanklarından bahsetti. Ben “Peki Nihal hakkında ne düşünüyorsunuz?” dediğimde beni çok rahatlatan bir şey söyledi: “Nihal karakterinin kirpiğinin ucunda bile ufacık bir samimiyetsizlik olursa bütün bu tankları, tüfekleri çöpe atabiliriz”. O zaman ikna oldum, “Bu kadını gerçek kılmak benim ödevlerimden birisi” dedim.

İtiraf edeyim projede ismini gördüğümde çok heyecanlandım...

Benim için farklı bir deneyimdi. Film boyunca sadece yüzüm gözüküyordu. Her şey kostümün altında. Büst oyunculuğu gibiydi. Filmi 50 derece sıcakta çektik ama bu bir kış filmi. 50 kilodan 47 kiloya düştüm. Tansel’de filmin büyük kısmını uçağın içinde çekmiş oldu.





Güçlü bir kadını oynuyorsun...

Sinemamızda genelde hikâyeleri erkek sürüklüyor, kadın da yardımcı oluyor. Kadın kahramanın merkezde olduğu öyküleri seçmekte özenli davrandığımı düşünüyorum. Ama benim güçlü bir kadını oynamak için canlandırdığım Dilber’den Medine’ye kadar 7 yıl beklemem gerekiyordu.


Nihal Hemşire kimsesiz ama mücadeleci bir kadın o da...

Balkan Savaşı’nda ailesini kaybetmiş. Küçük bir çocuğa, Fuat’a sahip çıkıyor. Gönüllü olarak Çanakkale Savaşı’na katılıyor. Çok naif, cesur, fedâkar. O zamanın ruhu bambaşka. Aşkı da çok daha saf ve hep ertelenen...


Son Mektup demişken en son ne zaman mektup yazdın?

Çok mektup yazan ve alan birisiyim. Çok kıymetli bir şey. Lise boyunca günlük yazdım. Yazıyla haşır neşir biriyim. Mektubun bekleme süresi ne kadar kıymetli. Mail hızlı olduğu için cevap gelmediğinde işkilleniyorsun.


Ailen doktor. Hemşireyi canlandırmak nasıl hissettirdi?

Küçükken anneme “Ben de doktor olacağım” diyordum. Annem de “Hayır, her şeyi olabilirsin bu hayatta ama doktor olma” diyordu. Çünkü başka bir sorumluluk var omuzlarının üzerinde. İlk kostüm provasında fotoğrafımı anneme yolladım Rol gereği işime yarayabilecek bir sürü şeyi sorabildim anneme. Rahmetli babaannem askeri hemşireydi. Ailemin kadınlarıyla bağ kurabildiğim bir sürü an oldu.


Sizin ailedeki kadınlar da çok güçlüler o halde...

Evet öyleler. Sovyetler Birliği zamanı tüm kadınlar çalışıyor. Annem tanıdığım en güçlü kadınlardan biri. Türkiye’ye geldiğimizde hayata sıfırdan başladı. 2 yıl sıralarda dirsek çürüttü. Denkliğini alıp doktorluk yapabildi. Ailemdeki kadınların çeyreği kadar güçlü değilim. Onların hayatta çok daha başka dertleri varmış. Kendi dertlerime bakınca eften püften geliyor.





‘Biz bir arada tutucuyuz bir nevi uhu gibi’


Peki ilerde çocuğunun sana ne demesi hoşuna gider?

“Güçlü ve ilham veren bir kadın” demesini isterim. Bir olayı erkeklere bıraktığınızda dağılmaya daha müsait olduğunu görüyorum. Oysa biz kadınlar bir arada tutucuyuz. Bir nevi uhu gibi.


Emine Şans Umar, filmde senin 40 yıl sonraki halini canlandırdı. Benzettin mi kendine?

Sette karşılaşınca benzediğimizi gördüm. “Acaba abartıyor muyum?” diye anneme fotoğraf yolladım.


40 yıl sonrasını hayal edebiliyor musun?

40 yıl sonra hayatta mıyım?


Tabii ki...

Sinema yapabiliyor olmayı, hayal ettiğim karakterleri oynamış Nesrin olmayı çok isterim.


Dünya sinemasında şansın yüksek olabilir...

Ben de istiyorum. İçimde bir şeylerin enerji seviyesi değişti. Tanımadığım sularda yüzmeye karar verdim. Önümüzdeki dönemde ortak yapımlarda yer almayı çok istiyorum. Avrupa’da bir temsilcim var artık. Hep karınca adımlarıyla yol aldım. Muhtemelen bu yolculuğum da öyle olacak. Rusçam, İngilizcem ve kötü olmakla birlikte Fransızcam var. Ama çalışınca üstesinden gelirim. Kendimi sarsmak istiyorum.


Hep ince eleyip sık dokuyan birisi misin?

Evet. Hızlı değilim Bende her şey farklı bir ritimden akıyor. Daha sakin, derinden... Bazen insanlardan öyle süreler istiyorum ki o projeler kaçmış oluyor. İyi ki de kaçıyor, “kısmet değilmiş” diye bakıyorum.


‘Perdedeki görüntümden korkmamayı öğrendim’


Kendini güzel bulur musun?

Kendimi güzel bulmayı öğrendim, bu bir süreç. Kendimi hiç sevmeme noktasından çok sevme noktasına geldim. İkisinin de çok önemli olmadığını biliyorum. Oyuncunun hem çok güzel hem çok çirkin olmayı bilmesi ve istemesi gerekiyor. Eskiden bir rolde ağladığımda ve kötü göründüğümde çok takıyordum. Şimdi bunu bile isteye yapıyorum. Perdedeki görüntümden korkmamayı öğrendim. Bu çalışarak oldu. Eskiden benmişim gibi yaşardım. Oysa o yönetmenin yüzü, o sen değilsin. Onu kendi değer yargılarınla yargılayamazsın. Bunu fark etmek büyük bir konfor. İyi ki artık onlar ben değilim.


İnsanın kendini tanıma süreci zaman alıyor. Bir de çocuk oyuncu olduğunu düşünsene...

Ben onların yaşadığı travmalara çok üzülüyorum. Çok çocuk oyuncuyla çalışma fırsatım oldu. Ne kadar bedel ödeyecekler ileride. İyi ki çok erken başlamamışım oyunculuğa ve iyi ki karakterimin oturduğu, kendimi az çok bildiğim bir yaşta başlamışım.


Sitende seni tanımlayan şeyler olarak “Çay, reçel, hamur işi, spor, kedi, müzik, dans, dergi, sabun, tütsü, deniz, anneyle yürüyüş” demişsin. Ne güzel. Bunlara eklenen başka şeyler var mı seni ifade eden?

Her şeyi söylemişim bence. Kedilerimi de söylemişim.





‘Kediler zen Budist gibi’


3 kedin var değil mi? Kedilerle yaşamak nasıl?

4 oldu. Siyah giyinemiyorsun ve yanında tüyleri temizlemek için rulo taşımak zorunda kalıyorsun. Ama çok güzeller. Anne olmamı geciktiriyorlar. Belki çoktan anne olmam gerekirdi ama evlatlarım gibiler. Çok şey öğreniyorum onlardan. Adeta zen budistler. Onları gözlemleyerek birçok şey öğrenebilirsin hayata dair. Yara iyileştirici tarafları var.


Kısa filmin var ve uzun metraj hayallerin var değil mi? İyi resim yaptığını da biliyorum. Senin filminin ışığı nasıl olur acaba?

Kötü ışıklara karşı çok hassasım. Televizyonda özellikle aceleyle çalışıldığı için zor olabiliyor. Çünkü ışık her şey. Zor bir soru. Geçmiş yıllarda uzun metraj senaryomu Kültür Bakanlığı’na yollamıştım. Bir yanıyla otobiyografik bir hikâyeydi, benim annemle göçüme benzer bir anne kızın öyküsüydü. Kirli ışıklar uyuyordu ona. Ama bazen de reklam estetiğiyle çekilmiş şeyleri de beğenebiliyorum. Gün ışığını çok seviyorum, aydınlık evleri.


Gün ışığından çok yararlanabiliyor musun peki? Yürüyüş yapar mısın mesela?

Annem Datça’da yaşıyor. Oraya gidiyorum çok güzel. Biz çok şanssızız. Şişli’de oturuyorum ve kaldırımlarda bebek arabasını taşıyabileceğiniz bir standart ölçü bile yok. Ama Datça’ya gittiğimde çok iyi hissediyorum. Orası her şeyden önce benim için anne kucağı.


‘Kuzu bir başyapıt’

“Kuzu” filmi, 43. Uluslararası Belgrad Film Festivali’nde gösterildi. Nasıl geçti?

Çok iyiydi. Belgrad’da kırmızı halıya oyuncak kuzuyla katıldım. Filmimiz Türkiye’de vizyona Antalya’dan hemen sonra girecekti ama maalesef yönetmenimiz Kutlu Ataman’ın annesi vefat etti. Çok güzel bir film oldu. Senaryoyu okuduğumda “Bu bir başyapıt” demiştim. Canlandırdığım karakter “Medine”yi çok sevdim. Seyirciyle buluşmasını çok istiyorum. Senaryoyu okurken bunun aynı zamanda çok komik bir film olabileceğini hayal edememiştim. Benim için ciddi bir aile dramıydı. Berlin’de de insanlar çok güldüler. Antalya’da da coşkulu geçti. Kara komedi durumunu hissediyordum ama çocuk performansların o kadar sevimli duracağını tahmin etmemiştim. Festival seyircisi dışında izleyiciyle de buluşmasını istiyorum.


Rollerine hazırlanırken ve sonrasında kimin fikri senin için önemli?

Sevdiğim insanların. Temel ölçü sevgi. Çok az arkadaşım var ve onlarla ortaokuldan beri görüşüyorum. Akıl danışan, soran ve önemseyen biriyim. Eleştiriler önemsediğim insanlardan geldiğinde kulak asıyorum. Kalben bana uzak olan insanlara sormam da zaten.


Röportaj: Ekin Türkantos

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.