19. Londra Türk Filmleri Festivali’nde Onur Ödülü alan Serra Yılmaz ile Avrupa’nın en yüksek binası kabul edilen The Shard’a çıktık. Bir açıp bir kapayan gökyüzünün altında mimariden yemeğe, sinemadan Türkiye’nin haline uzun uzun sohbet ettik...
Avrupa’nın en yüksek binası The Shard’dayız. Mimarinin Nobel’i sayılan Pritzker ödüllü İtalyan mimar Renzo Piano ile arkadaş olduğunuzu söylemiştiniz. Nereden tanışıyorsunuz?
Renzo ile yollarımız 2006’da Boston’da kesişti. Isabella Stuward Gardner Müzesi’nde misafir sanatçı olarak kalıyordum. Renzo da müzenin genişletme çalışmaları için oradaydı. Bir brifing verdiler. İkimizin de dizi ağrıyordu. Sohbet ederken arkadaş olduk. Paris’teki bürosunu sık sık ziyaret ettim. 2012’de The Shard’ın açılışına davet etmişti ama gelememiştim. İçimde ukde kalmıştı. Bugün sizinle gezmek kısmet oldu!
Renzo Piano, Paris’teki Pompidou Müzesi’nin de mimarlarından. Modern mimariyle aranız nasıldır?
Özel ilgim var. Sırf yapıları görmek için gitmek istediğim şehirler var. Mesela Yeni Kaledonya’ya gidip Renzo’nun Fransız Kültür Merkezi için yaptığı binayı görmeyi çok istiyorum.
Renzo Piano dışında işlerini beğendiğiniz mimarlar var mı?
Japon mimarlar çok ilgimi çekiyor. İsviçreli mimar Peter Zumthor’un işlerini de çok beğeniyorum. Vals’deki Termal İstasyonu’nu ziyaret etmiştim.
Londra’da festival için kaldığımız St. Martins Lane Oteli de Philippe Starck imzalı modern bir yapı. Dün odadaki lambayı bir türlü yakamadığınızı anlatmıştınız. Ben de tuvaletin kapısını bulamadım. Absürt, uçuk kaçık tasarımları seviyor musunuz?
Seviyorum. En azından eğlenceli! O lambayı yakabilmek için o kadar çok şey denedim ki... El çırptım, çığlık attım. Meğer ışıklı şeridin yanında minicik bir düğme varmış.
Tasarımın sadece elitlere yönelik sayılmasına karşı olan Philippe Starck seyahat kartı, diş fırçası gibi gündelik eşyalar tasarlayarak sıradan insanların hayatına da estetik katmaya çalışıyor. Bu tür girişimleri samimi buluyor musunuz?
Elitist olmadığını söylememiz absürt olur. Yine de samimi bir girişim olduğunu düşünüyorum. Nitekim Starck’ın tasarladığı şeffaf sandalyeler (Kartell Louis Ghost Chair) ve limon sıkacağı (Alessi’s Juicy Salif) o kadar çok eve girdi ki...
Türk tasarımcı ya da mimarlar var mı beğendiğiniz?
Tek tek isim hatırlamıyorum. Tasarımcı olarak Derin Sarıyer’i takdir ediyorum. Şevki Pekin’in Dikili’de yaptığı evi çok beğendim. Sade, minimalist ve fonksiyonel yapıları seviyorum ama aslında minimalist değilim. Evim obje doludur.
Nerede yaşıyorsunuz?
49 yıldır Cihangir’deyim. Birkaç ev değiştirdim. Rum mimarisi evlerde de oturdum. Şimdiki evim 1960’lar binası.
"Mimari Politikamız Yok"
Mitterand, Elysée’deki konutların yenilenmesi için Philippe Starck’ı görevlendirmiş. Bizde ise TOKİ’lerin çirkinliğinden şikâyet edilir. Nerede hata yapıyoruz?
Kültürle ilgili politikamız yok. Müthiş bir yozlaşma var. Yalan dolan ve rüşvet düzeniyle imzayı basıp yetkiyi veriyorlar. İstanbul’un yok edilişini umutsuzca seyrediyoruz.
Roma-Parisİstanbul arasında geçen bir hayatınız var. Londra’nın ayrı bir yeri var mı?
Hep Roma’da yaşadığım zannedilir ama İtalya’ya hiç yerleşmedim. Üniversiteyi Paris’te okumuştum. Birkaç yıl önce bir tiyatro oyunu için Paris’te ev kiraladım. 3 sene orada kaldım. Geçen yıl orayı da kapatıp İstanbul’da yaşamayı seçtim. Londra’yla ilişkimse çok yeni. Üniversite yıllarında gelmiş, sonra vizeye tepki gösterip bir daha uğramamıştım. İki yıl önce bir arkadaşımın doğum günü için geldim. Şimdi yeniden buradayım.
Mutfakla ilgilisiniz. “Şu restorana mutlaka gitmeli, şu şefin yemeklerini tatmalıyım” dediğiniz bir yer var mı Londra’da?
St. Martin Lane’de deniz mahsulleri yapan geleneksel bir İngiliz lokantası var, orayı önerebilirim. İlginç yeni bazı şefler var ama onlara ne kadar İngiliz denir, bilemiyorum. Mesela Yotam Ottolenghi adında İsrailli bir şefi izliyorum. Londra’da Ortadoğu mutfağı pişiriyor. İngilizler için ilginç belki ama bizim için çok da şaşırtıcı değil...
"Onur Ödülü, Yaş Kemale Erdi Demektir"
Londra Türk Filmleri Festivali’nde Onur Ödülü aldınız. Hüzünlü bir yanı da var mı bunun?
Onur ödülü, “yaş kemale erdi” demek ama hüzünlenmeye hiç niyetim yok! Yaş kemale ermese erkenden ölüp gitmiş olacaktım. (Gülüyor.) Uzun zamandan beri gelmek istediğim bir festivaldi bu. Daha önce Ümit Ünal’ın yönettiği Dokuz ve Nar filmleriyle davet edilmiştim ama kısmet olmamıştı.
Yarışmada jüri üyeliği de yaptınız...
Vaktim varsa mutlaka kabul ediyorum çünkü normalde film seyretmeye pek zamanım olmuyor. Jüri olunca mecburen hepsini birden seyrediyorum.
Bugüne kadar 20’den fazla filmde oynadınız. İçinizde ukde kaldı mı? “Ah keşke oynasaydım” dediğiniz bir film var mı?
İçinde olmaktan hoşlanabileceğim yüzlerce film var. Oyuncu olmak zaten seyirciyken “Neden sahnede değilim” demek.
"Yeni bir tür iç savaş yaşıyoruz"
Türk toplumu giderek kutuplaşıyor. Soma faciası bile bizi birleştiremedi. Türkiye’nin halini nasıl görüyorsunuz?
Yeni bir tür iç savaş yaşadığımızı düşünüyorum. Bize düşman güçler var ve oldukça acımasız bir şekilde saldırıyorlar. İnsanları acımasızca tutukluyor, dövüyor, öldürüyorlar. Bu iç savaş değil de nedir?
Polis şiddetine karşı çıkıyoruz ama öte yandan polise karşı topyekûn bir nefretin ortaya çıkması da tuhaf değil mi?
Nefrete dönüşür tabii. Gerçek mermiyle biri vurulmuşken nasıl dönüşmesin?
Gençliğinize kıyasla bugünleri nasıl görüyorsunuz?
Son derece karanlık. Hiç bu kadar hicap duymamıştım. Nereye kadar böyle devam edebilir aklım almıyor. Çok üzgünüm. Hepimiz ruh hastası oluyoruz. Güvenli bir ortamda yaşamıyoruz. Genel bir paranoya var. Zaman zaman kendimi kötülük düşünürken yakalıyorum. Belirli figürler var ki ölseler üzülmeyeceğim! Kendimi beddua ederken yakalıyorum. Bizi kötüleştiriyorlar...
Yeni projeleri
“30-31 Mayıs’ta Tiyatro Festivali’nde İkinci Kat’ın bir oyununda oynayacağım. Murat Mahmut Yazıcıoğlu’nun yazdığı oyunu, Sami Berat Marçalı yönetiyor. Deniz Türkali ile iki kardeşi oynuyoruz. Nazan Kesal ile Ahu Öztürk’ün yönettiği Toz Bezi filminde oynayacağım. Ayrıca Fransız bir yönetmenin filmi ve İtalya’da da birkaç tiyatro projesi var.
Yılmaz hakkında bilmediğimiz 5 şey!
- Gizli bir hipokondriyak, yani hastalık hastasıyım. Evde dört çekmece dolusu ilaç var. Hiçbirini kullanmam ama mutlaka bulundururum.
- Çok dağınığım, arkamdan biri sürekli toplasın isterim!
- Pırlantaya bayılırım! Hayatta takmam ama görmeyi çok severim. Tiffany&Co’nun tüm kataloglarını takip ederim.
- Tembelim. İlla dünyaya bir şey bırakma arzusunda değilim.
- Prova yapmaktan nefret ederim.
Röportaj: Kübra Par
Fotoğrafları: Julia Sukan Del Rio/Draw HQ
YORUMLAR