Pek az kişi bilir, hatırlar ama yazar ve yönetmen Tuna Kiremitçi aslen müzisyendir. Kendi deyişiyle müzikal eğitimini İstiklal Caddesi’nde tamamlamıştır. Ortaokul yıllarından beri çeşitli vesilelerle buluşup Kemancı ruhuyla müzik yaptığı “mahalle arkadaşları” vardır. Gerçi arada Kumdan Kaleler adlı bir grup kurup Eylül Bar ruhuna kaymış, yani çocukluk arkadaşlarını terk etmiştir ama o kendini arayış dönemi kısa sürmüş, Tuna hep hard rock’a sadık kalmıştır. Kanıt mı istiyorsunuz; “Selam Yabancı”yı, yani Tuna Kiremitçi’nin yukarıda söz ettiğim çocukluk ve gençlik arkadaşları Hasan Köseoğlu, Burak Aldinç, Can Yalım ve Selim Öztunç’la kurduğu Atlas grubunun ilk albümünü dinleyin...
Grubun hikâyesini bir de sizden dinlemek isterim...
Burak Aldinç:
1980’lerin başından beri tanıyoruz birbirimizi. Hepimiz profesyonel olarak başka işlerde çalışsak da ara ara toplanıp müzik yapıyorduk. Geçen sene bu sıralar daha ciddi bir şekilde müzik yapmaya, konserler vermeye, albüm çıkarmaya karar verdik...
Tuna Kiremitçi:
Ben 2012’ye kadar yaklaşık 2 sene Bulgaristan’da yaşamıştım, biliyorsun. Döndüğümde de işler yolunda gitmedi, Hürriyet Gazetesi’nde köşe yazarıydım, kovuldum. İşler kötü gidince insan yeni bir başlangıç yapmanın yolunu arıyor. Burak’tan “Ekibi topluyoruz, besteleri kap gel” telefonu tam böyle bir zamanda geldi. Ve kendimi bir anda Ömerli’deki bir evin garajında demo kayıtları yapmaya başlamışken buldum. Şahsen hayatımdaki kötü giden şeylere teşekkür borçluyum.
Ortaokul arkadaşı olmanız birbirinizi çok iyi tanıdığınızı gösteriyor...
Tuna Kiremitçi: Açıkçası ben Burak kadar iyi gitar çalamadığım için beste yapmaya başladım. Müzikal anlamda yollarımızın ayrıldığı yıllar da var arada. Burak ve Hasan, Kutsal Hazine Avcıları grubuyla Kemancı dünyasına gitti, bense Kumdan Kaleler’le Eylül Bar dünyasına...
"Roman yazmakla fazla oyalanmışım"
Bir süre sonra dağıldı Kumdan Kaleler...
T.K.: Açıkçası en çok rahmetli babam sevindi bu işe, çünkü benim müzisyen değil yazar olmamı istiyordu. Hatta “Oğlum madem işsiz güçsüz kaldın, bari roman yaz” dedi. Oyalanmak için romana başladım ama biraz fazla oyalanmışım demek ki... Şaka bir yana, insan insanı çağırdı, olaylar bir şekilde kendiliğinden ilerledi ve bugüne gelindi.
Hasan Köseoğlu:
İş hayatına atılıp evli barklı adamlar olduktan sonra müziği epey bir boşlamıştık aslında. Evet, birileriyle çalıp söylemek insana yetmiyormuş. Kendi şarkılarımızı söylemek, sahneye çıkmak, beraber müzik yapmak istiyormuşuz. Ve bizim için derin bir ukdeymiş müzik, o yüzden içimizden bir çeşit patlama halinde çıktı...
Atlas’ın müziğini nasıl tarif edersiniz?
T.K.: Çocukken dinlediğimiz rock türevlerinden etkilenerek yarattığımız ama bu toprakların müzikal renklerine de açık olan bir müzik diyebilirim.
B.A.: Sirtolar, sultaniyegâhlar da var. Bu toprakların blues’u onlarla yapılıyor sonuçta.
T.K.: Kendi hikâyemden yola çıkarak anlatayım... Daha önce yaptığım müzikler de fena sayılmazdı ama şimdi dönüp bakınca büyük bir sorunları olduğunu fark ediyorum: Onlar pek ben değilmişim. Beraber çalmaya başladığımızda her zaman yapmak istediğim şeyi nihayet keşfetmenin mutluluğuyla “İşte bu” dedim. Kumdan Kaleler naif, geleceğe umutla bakan gençlerin müziğini yapıyordu. Atlas daha feleğin çemberinden geçmiş, hayatın karanlık ve aydınlık taraflarını görmüş adamların müziğiyle çıkıyor dinleyici karşısına. Dünyaya meydan okuyan, özgüvenli ve tavırlı, o yüzden de daha rock’n roll...
Yazar olmasına rağmen bir rock grubunda çalan Stephen King’in Ceset, O, Yanımda Kal gibi romanlarındaki adamlara benzetiyorum sizi. Çocukken birlikte maceralara atılmış, müzik yapmış, eğlenmişsiniz. Şimdi olgunluk çağınızda da yeniden buluşuyorsunuz...
T.K.: Çok güzel bir şey söyledin, Stephen King kafası bize uyar. Hâlâ ortaokulda birlikte müzik yapan tuhaf çocuklarız. Zaman hiç geçmemiş gibi...
B.A.: Sadece şartlarımız daha iyi. Stüdyoya girdiğimiz zaman, bir zamanlar aynı yatakhanede uyuyan ve ailesinden çok birbirlerini gören küçük çocuklar gibiyiz, evet.
H.K.: 20 yaşında sahip olmamız gereken şartlara 40 yaşında sahip olduk. Gerçi benim davulum aynı...
Esin perisi bir Danua-Labrador kırması
Son sorum: Atlas adı nereden geldi?
H.K.: Köpeğimizin adı o. Burak’ın ailesi ve benim ailem Ömerli’de aynı evde yaşıyoruz. Onun bir oğlu var, benim çocuğum yok. Kıskandım herhalde. Her neyse, bu fotoğrafta gördüğünüz Danua- Labrador kırması Atlas gelip bizi buldu sonuçta. Grup üyeleri olarak hepimiz çok seviyoruz onu, tabii ben diğerlerinden biraz daha fazla seviyor olabilirim, o ayrı.
B.A.: Hiç yalnız bırakmadı bizi. Tuna sözleri yazıyor alt katta mesela, bakıyoruz Atlas yanında. Ben gitar çalarken de öyle.
H.K.: Aslında Atlas başından sonuna tüm stüdyo aşamasında yanımızdaydı.
T.K.: İlk günden beri bize, bu gruba inandı.
"Uzayda bir elektrik hasıl oldu"
“Selam Yabancı”nın Gezi ruhu taşıdığını söylüyorsunuz. Olaylar başlamış mıydı?
B.A.: Yola çıktığımızda değil ama stüdyoya girdiğimizde başlamıştı. İster istemez etkilendik. Yani şarkıların çoğu yazılmıştı zaten ama geri kalanlarda Gezi’den etkilendiğimiz aşikâr. Sert olmayacağını düşündüğümüz bir şarkının hayata geçerken acayip sertleştiğini gördük mesela. Nihayetinde Selim hariç hepimiz alaylı müzisyenleriz. Koşullardan, ortalığı kaplayan toz dumandan etkilenmeyecek kadar da profesyonel olamayız yani.
T.K.: Bu albümü Jedi kafasıyla yaptık. Hatırla, güçte bir tedirginlik varsa herkes bundan etkilenir. Hani Erkin Koray, “Uzayda Bir Elektrik Hasıl Oldu” demişti ya, 2013’ün İstanbul’unun havasında öyle bir şey vardı. O elektrik de bizim hem sözlerimize, hem de müziklerimize kaçınılmaz olarak tesir etti. Birçok şey tuhaf bir şekilde ama tesadüfen bir araya geldi ve ortaya bu karışım çıktı. Aşırı derecede maddileşen dünyamızda, dostluk, kardeşlik, doğa sevgisi anlamında bir maneviyat arayışının sonucuydu Gezi. Eh, sanat da bu tarz bir arayışın sonucunda ortaya çıkmaz mı zaten?
Tam olarak nasıl bir kafadır Jedi kafası?
T.K.: Evrendeki iyilikle sürekli olarak temas halinde olmak, ondan beslenmek ve onu beslemek... Gücün aydınlık tarafında olmak. Müzik de bizim için tam bu aslında.
Röportaj: Gülenay Börekçi
YORUMLAR