Chelsea’de, galerilerin olduğu sokaklarda dolaşınca Amerika’nın derdinin, can sıkıntısının artık her yerine tezahür ettiğini daha kolay görüyor insan. Seçimler bitti gitti, yeni başkanları göreve geleli, yeminini edeli haftalar oldu ama yok konu kapanacak gibi değil. Her bir noktasında bir göçmenin nefes alıp verdiği New York özelinde, herhangi birine “Tuzluğu uzat” deseniz konu iki dakika sonra Bay Trump’a ve onun politikalarına gelip dayanıyor. Gazeteler, dergiler yetmiyor, yürüyüşler yetmiyor, New York’un duvar yazıları adım başı karşınıza isyan bayrağıyla çıkıyor. Sanatçılar da öyle veya böyle konuyu muhakkak mülteci kamplarına getirip göçmenlere dair hikâyeleri sanki kimse bilmiyormuş gibi (belki de bilmiyor kimse) bininci kez olsa anlatmaktan kaçınmıyor. James Cohan galerisi de bugünlerde Yinka Shonibare MBE’yi misafir ediyor.


Evdeki önyargı

Shonibare, “Evdeki Önyargı: Bir Salon, Bir Kütüphane, Bir de Oda” adını verdiği sergisinde gelenleri önce salonda karşılıyor. Viktoryen bir hayırseverin salonunu ağır mobilyalarla ve dallı güllü kumaşlarla kaplayan sanatçı hayırseverliğin altını çizercesine salon tarafını iplerle çevirmiş. Bu da sanatçının üslubuna dair bir not olarak dursun burada, belli ki şakalaşıyor yaptığı işlerle. Zaten kalın iplerle çevirmeseler kesin girip içine oturanlar olur. Nihayetinde daha geçen hafta Washington’da Hirshhorn Müzesi’nde bir sanatsever bugünlerde özellikle Instagram’da binlerce fotoğrafı paylaşılan ve hakkında çok konuşulan Yayoi Kusama sergisinde Kusama’nın eserinin üstüne düştü de kırdı, okudunuz mu bilmem. Bir söylentiye göre selfie çekiyormuş, müze müdürü ise “Kaza bu, olur böyle şeyler” deyip geçiştirdi. Yine söylentilere göre eserin tahmini değeri de 800 bin dolarmış. Sanatseverin başına bir şey gelmedi, Kusama da bir balkabağı daha yaptı ve Hirshhorn Müzesi’ne gönderdi. Neyse. 6 BİN



Göçmenin adı kitaplarda

Shonibare’nin üç bölüme ayırdığı sergisinde salon aslında herkesi içerideki büyük kütüphaneye hazırlıyor sanki. Çiçek bahçesi gibi 6 bin kitabı üşenmeden kumaşlarla kapladığı devasa bir kitaplık burası. Kitapların özelliği şu: Hepsinin kapak sırtlarına baktığınızda isimler görüyorsunuz, bu insanlar yazar değil, kitap içindeki eserler onlara ait değil. The British Library adını verdiği bu bölümdeki tüm eserler, Büyük Britanya’nın nasıl bugünlere geldiğini anlatan bir sanat eseri. Zira o binlerce kitap İngiltere’de doğmamış ama hayatını, aklını, fikrini, yaratıcılığını İngiltere’ye adamış insanların isimleriyle duruyor raflarda! Winston Churchill, Dame Helen Mirren, Prens Philip, T.S. Eliot, Henry James, Hans Holbein, Kazuo Ishiguro, Zaha Hadid, Mick Jagger, Handel, Anish Kapoor olmasa biz ne olurduk sorusu da havada bir yerde İngilizlerin tepesinde sallanıyor. Lakin kenara koyduğu iPad’lerde A-Z’ye bir liste de vermiş sanatçı. Listeye girmeye hak kazanan Türklerin isimleri arasında, tiyatro yönetmeni Mehmet Ergen, modacı Hakan Yıldırım, moda tasarımcısı Bora Aksu, şef Hüseyin Özer, yarışcı Jason Tahincioğlu, aktör Kevork Malikyan, opera, film yönetmeni Fuad Kavur, Deniz Kandiyoti, Mert Alaş, şair-editör ve aynı zamanda da gazeteci Ali Kemal Bey, Lara Ömeroğlu ve bir de Kutluğ Ataman’ı görmek mümkün. Bazı isimleri listede görünce “Aaa bu da mı göçmenmiş?” deseniz de serginin adını akılda tutmanın faydası var. Önyargı iyi bir şey değil, maşallah hepimizde mebzul miktarda var. Tam liste şurada: http://thebritishlibraryinstallation.com/names/



Yazı: Elif Key

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.