Marvel resimli romanlarının sinema uyarlamaları arasında X-Men’in benim için hep özel bir yeri vardır. Mutantların her birinin, kendisini dünyanın geri kalanından ayıran farklı bir yeteneğe sahip olması ilginç durumlara ve çatışmalara vesile olur. Bu yeteneklerin getirdiği acılar ve her birinin toplum dışı kalmaya verdiği tepkiler ise daha ilginçtir. X-Men evreninde geçen tüm filmler, bu meseleler etrafında döndüğü için dokunaklı ve çekicidir. Ayrıca bilimkurgu lezzetini en yoğun yaşatan süper kahraman serilerinden biridir. “TheWolverine”e de kuşkusuz benzer tatların beklentisiyle gittim. Hugh Jackman’ın canlandırdığıWolverine’in 2009 tarihli ilk solo filmi “X-Men Başlangıç:Wolverine”i beğendiğim için zaten endişeli değildim. Ne var ki, sonuç benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Bunun en önemli nedeni, öykünün bildiğimiz, tanıdığımız X-Men evreninin neredeyse tümüyle dışında geçmesi.


1945 yılında Japonya’nın Nagazaki kentinde açılan filmin aslında etkileyici bir başlangıcı olduğu söylenebilir. İlk bölüm de Wolverine’in rüyalarına, inzivaya çekildiği ormandaki vahşi hallerine, hayata karşı ilgisizliğine ve ölümsüzlüğe duyduğu nefrete tanık oluyoruz. Bildiğimiz, özlediğimiz X-Men dünyasının kurulduğunu düşünmeye başladığımız anlarda ise Wolverine Japonya’ya intikal ediyor ve biz de vasat bir macera filminin orta yerine düşüyoruz. Kahramanımız bir anda kendisini eski dostu Yashida’nın güzel torunu Mariko’nun (Tao Okamoto) koruyucusu ilan ediveriyor. Nereden tutsanız elinizde kalacak hikâye, “Bütün kötüleri hakla, prensesi kurtar” prensibiyle işleyen bir video oyunundan farksız. İki mutant Yukio (Rila Fukushima) ve Viper (Svetlana Khodcenkova) dışında ilgiye değer karakterlerin olmadığı bu “kaç, kovala, vur, öldür” öyküsünde ne yazık ki omurgayı sağlamlaştıracak fikirler ve dramatik çatışmalar yok. Ölümsüzlüğü tehlikeye girenWolverine’in Jean (Famke Janssen) ile sohbet ettiği rüyalarındaki var oluş sorunları da durumu kurtarmıyor. 1995’te “Şişman” (Heavy) ile bağımsız sularda başlattığı kariyerini büyük bütçeli stüdyo filmleriyle sürdüren James Mangold’un bu senaryoyla XMen dünyasına bir katkı yapması elbette mümkün değil ama öyküye ekstra bir yönetmenlik cazibesi kattığını söylemek de zor.


Yapı olarak 1970’lerin Uzakdoğu dövüş filmlerini hatırlatan filmde aksiyon ve dövüş sevenler aradıklarını bulabilirler ama bilimkurgu tutkunlarının aynı keyfi yaşayacağını sanmam. Ve son bir not: Bir X-Men hayranıysanız film bitince yerinizden kalkmayın. Jenerik arasında XMen evreniyle ilgili önemli bir sahne bekliyor sizi. Zaten orada, bütün film boyunca neyin eksikliğini çektiğinizi de anlıyorsunuz...


Gerçek bir seri katilin öyküsü

Robert Hansen 20. yüzyıl suç tarihinin en korkunç seri katillerinden biri. 1980-1983 yılları arasında 17 kadını öldürdüğünü itiraf eden Hansen’in aslında kaç kişiyi öldürdüğü hakkında bile hâlâ kesin bir bilgi yok. Günümüzdeki gibi deri döküntüsünden suçluların teşhis edildiği bir dönemde, Alaska gibi ıssız bir coğrafyada yaşamanın avantajlarını kullanan Hansen, kurbanlarından Cindy Paulson adlı genç kadını elinden kaçırmasa belki daha yıllarca yakalanmayacaktı.


“Karanlık Cinayetler” (The Frozen Ground) işte bu yakalanma sürecindeki gerçek olaylara odaklanan bir film. Yerel polisin fahişe olduğu için Cindy’ye inanmaması ve Hansen hakkındaki dosyayı kapatmasıyla başlayan süreç, Alaska Eyalet Polisi’ndeki inatçı dedektif Jack Halcombe’un (Nicolas Cage) olaya dahil olmasıyla tersine dönüyor. Senaryoyu da yazan yönetmen ScottWalker, Hansen’i (John Cusack), avını sabırla bekleyen sinsi bir cani; dedektif Halcombe’u ise ahlaklı, iyi kalpli bir kahraman olarak çiziyor. Vanesse Hudgens’in canlandırdığı Cindy ise Hansen’in peşini bırakmadığı bir kader kurbanı olarak geliyor karşımıza. Karakterlerini genellikle yakından, hareketli ve sallantılı bir kamerayla takip edenWalker, heyecan dozunu yukarıda tutmak için elinden geleni yapıyor. Öyküyü, dedektif Halcombe’un delil bulmak ve Cindy’nin hayatını kurtarmak için zamana karşı mücadele etmesi üzerine kuruyor.


Açıkçası bu yaklaşım, filmi bildik polisiye gerilim klişelerine teslim ediyor ve “Karanlık Cinayetler”, gerçeklere dayanıyor olmanın avantajını kullanamayan, orta halli bir seri katil filmine dönüşüyor.


Haber: Mehmet Açar

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.