Sinemada “romantik-komedi”, “duygusal-dram” ya da “destansı aşk” gibi “melez adlar”la kendine alıcı bulan romans, kadın kitlesi için üretilen bir motiftir aslında.


Özellikle Hollywood’un ilk yıllarından itibaren de “kadın filmi” denerek kadın-erkek ilişkilerinin üzerine pek derinleşmeden gidilmiştir. Birçok oyuncu ikonlaşırken karşımıza ilginç çiftler çıkar. Aşk filmiyse “destansı aşk” formülüyle başladığı süreçte “gerçekçi” hale gelir.


Romantik-komediye gelince, daha ziyade komedinin kolu olarak çalışır. Bu şablonun etrafında şekillenen dünya sinemasında üretilmiş en önemli aşk filmlerini seçtik. Elbette, az farkla dışarıda kalan sayısız eser olduğunu belirtmeliyiz.


Hiroşima Sevgilim (HiroshimaMon Amour) (1959)

Hiroşima’ya atom bombası atılmasıyla oluşan sürece bir “duygusal bağ”ın gözünden bakan film, Fransız bir aktris ile Japon bir mimarın aşkını öne çıkaran bir Alain Resnais mucizesi. Bütün destansı aşk filmlerine karşıt duruşuyla dikkat çeken yapıt, büyük oranda sözlü tarih çalışmasını soyut ruhlar üzerinden yapma becerisiyle çığır açtı. Bu modelle de iz bıraktı.

Bir Konuşabilse... (Lost in Translation) (2003)

Bill Murray ile Scarlett Johansson’u Tokyo’da bir araya getirirken iletişimden ziyade iletişimsizlikten güç alarak fark yaratan soyut bir aşk filmi... Sofia Coppola’nın metropolü bir yabancılaşma platformu olarak kullanması eserin değerine değer katarken, büyük oranda da kalıcı olmasına olanak tanıdı.

Sevmek Zamanı (1965)

Yeşilçam geleneğine karşı gelen bir tasavvuf düşüncesi ve estetiğiyle kavrulan, buradan da evrensel bir dil yaratan özellikli bir başyapıt. Metin Erksan ve Müşfik Kenter geçen aylarda aramızdan ayrılmışken bu özlü eseri anmak hem gurur verici hem de hüzünlü. Ama Sevmek Zamanı, bizi dünyayla yarıştıran aşk filmi klasiklerinden.


Aşk Zamanı (Fa Yeung NinWa / In theMood for Love) (2000)

Gelmiş geçmiş en şiirsel ve stilize aşk temsili diyebiliriz. Aşk Zamanı,Wong Kar- Wai, Maggie Cheung ve Tony Leung’un uluslararası platformda adını duyururken Hong Kong’un zorunlulukları üzerine kurduğu “tutku” ile de dikkatleri üzerine çekti. 1962’de geçen eserin aynı binada yaşayan iki karakter odağında oluşan metinleri, estetik duygusu ve yalnızlığı anlatan kareleri halen akıllarda...

Bir Erkek ve Bir Kadın (Un Homme et Une Femme / AMan and A Woman) (1966)

Anouk Aimée ve Jean-Louis Trintignant’ı biraraya getiren, 1986’da bir de devam filmine açılan bir “Fransız Yeni Dalgası” harikası. Burada çocuklarının okulunda şans eseri tanışan anne-babanın aşk hikâyeleri, geriye dönüşlerle hikâye kurgusunu parçalayarak anlatılır. Bu da Claude Lelouch’un “lineer akmayan aşk filmi” modelini doğurmasını sağlayacaktır.

Rüzgâr Gibi Geçti (Gone with theWind) (1939)

Belki de bir aşk filminin ilk kez bu kadar geniş kitlelere ulaşmasını sağlayan, Vivien Leigh-Clark Gable birlikteliğinin 10 Oscar’lı ve destansı ürünü... Rüzgâr Gibi Geçti, Victor Fleming’in yönetmenliğinde epik aşk filmi kavramının en uğrak ve saf noktasıdır. Amerikan İç Savaşı’ndan bulduğu yollarla da dört saatlik süresine karşın hasıraltı edilemeyen bir klasiktir.

AşkHikâyesi (Love Story) (1970)

Harvard hukuk öğrencisi Oliver ile müzik öğrencisi Jennifer’ın kimyası yıllara bedeldir. Ailelerin bu ilişkiyi onaylamamasına ve bir hastalığın araya girmesine karşın asla bitmeyecek kadar sağlamdır. Arthur Hiller da bu senaryodan akılda kalıcı müzikleri öne çıkaran bir duygu seli yaratmıştır. Filmin devamının gelmesi de bu “efsane”yi taçlandırmıştır. 100 milyon doları aşkın gişesiyle iki milyon dolarlık bütçesini 50’ye katlayan eser, sinema tarihinin en büyük hasılat başarılarından birini elde etmiştir.

Sil Baştan (Eternal Sunshine of the Spotless Mind) (2004)

Biraz “fantastik” rötuşla, hafıza düzenlemeyi de merceğine alan bir Kate Winslet-Jim Carrey birlikteliği... Filmi her izleyen için Michel Gondry-Charlie Kaufman ikilisinden çıkan “acıklı aşk hikâyesini zihinden silmek lazım” süreci, filmin başarısını da beraberinde getirmiştir. Hallüsinatif dünyası, yan karakterleri, özgün senaryosu ve unutulmaz çiftiyle bu nev-i şahsına münhasır eseri akıllardan çıkarmak kolay mı?

Aşkın (500) Günü (500 Days of Summer) (2009)

Sonunu bildiğimiz bir aşk hikâyesinin 500 gününe ayrı ayrı bakış atan, buradan da bir stil devrimi yaratan özellikli bir yapıt. MarcWebb’in kara kalem estetiği serbestliğiyle ürettiği eser, Joseph Gordon- Levitt ile Zooey Deschanel’in samimiyetinden de çok şey yakalıyor. Ama özellikleWebb’in yetisiyle yeni “Örümcek Adam” filmine sıçraması bu “lineer olmayan akış”ın değerini ortaya koyuyor.

İrlandalı Kız (Ryan’s Daughter) (1970)

1916 yılı İrlanda’sında, Britanya yönetimine karşı Paskalya Ayaklanması’nın göbeğinde filizlenen bir aşk öyküsü... Rosy (Sarah Miles) ile İngiliz subay Charles (Robert Mitchum) arasındaki ilişki o kadar ateşlidir ki cinsellik dozajı da yer yer artar ve modern sinemanın gelenekleriyle yoğrulur. Doktor Zhivago ve Brief Encounter gibi destansı aşk filmleriyle tanınan David Lean’in daha az bilinen gömülü hazinesi...

Şafak (Sunrise: A Song of Two Humans) (1927)

George O’Brien ile Janet Gaynor’ı biraraya getiren sinemanın “şimdiki zaman”da geçen en etkileyici romantizm serüvenlerinden... F.W. Murnau’nun dışavurumcu çizgileriyle yoğrulan bu sessiz film, duygusuyla, melankolisiyle ve tekinsizliğiyle akıllarda kalmayı sürdürüyor.

Yeniden Sev Beni (Reconstruction) (2003)

Danimarkalı Christoffer Boe’nun aşkı yeniden inşa etmek için bütün sinemasal metotları devreye soktuğu, “kuşbakışı” bir tür filmi... Alex, Simone’dan ayrılınca yine aynı oyuncunun canlandırdığı Aimee’nin peşine düşer. Ancak bu yanılsama onu nereye kadar götürecektir?

Casablanca (1942)

Michael Curtiz’in zekâsı, Humphrey Bogart’ın karizması ve Ingrid Bergman’ın zarafetini bir daha biraraya getirmek kolay mı? Peki ya Rick Blaine’in Casablanca’dan geçmiş bir aşkı hatırlamasıyla yaşananları... “Tekrar Çal Sam” bestesini ve kara film örgüsünü? İşte Casablanca’nın sırrı bunlar...

Boy Meets Girl (1984)

Fransız sinemasının çılgın çocuğu Leos Carax’ın sevgilisinden ayrılan bir yönetmenin çaresiz bir kadınla yaşadığı etkileşimi ele alan asap bozucu filmi... Köprüüstü Aşıkları’yla da tanınan yönetmen burada siyah-beyaz dokunun ve Paris’in keyfine varıyor.


Kutup Çizgisi Âşıkları (Los Amantes del Circulo Polar / Lovers of the Arctic Circle) (1998)

Çocukluktan beri beraber olan, isimleri de birbirine benzeyen iki karakterin hikâyesi bu. Otto ve Ana, sürekli bir döngünün içinde, “kutup çizgisi”nde yaşanan tesadüflerle hayatlarını sürdüren iki bireydir. Julio Medem de aslında bu kavram ışığında bir aşk filmi formülü yaratarak burada İspanyol sinemasının tür sahnesi adına gurur kaynağını vermiştir. Film, tesadüflerle yürüyen mistik bir romantizm yolculuğu sunar...


Haber: Kerem Akça

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.