İşten yeni dönmüştüm. Anahtarı kilide taktığımı üst kattaki ev sahibinin kızı duymuş olacak, kapıyı açtı. “Simiiin, dur, dur” dedi, “sana bir paket geldi. Evde yoktun, geri gitmesin diye ben aldım.” Ayağında terliklerle çoktan inmeye başlamıştı, merdivenlerin ortasında buluştuk. Yüzünde merakını tam giderememiş bir ifade vardı. “Yılbaşı hediyesi herhalde.”


Dört katlı bu aile apartmanını, bulunduğu sokakla beraber seviyordum. Üç kiracıdan biri bendim ve gerçekten kızları gibiydim. İnip çıkarken aralanan kapılardan gördüğüm muşamba örtülü masaların serildiği o sofaları, koridorlara taşıp kapının altından benim daireye sızan yemek kokularını, bütün günü çubuklu pijamayla balkonda geçiren alt komşuyu, dar sokakta oynayan çocukların yankılanan seslerini, sabah beşte kapının önünde karşılaştığımızda “Hayırlı kandiller” dileyen travestiyi seviyordum.


Evi tesadüfen bulmuştum, ama buraya taşınmamın sebebi oydu. Daha kolay, daha sık görüşebilelim diye bu semte gelmiştim. Ne var ki üç yıl dolmak üzereydi ve ben artık onu görmek istemiyordum. Bunu ona söylemiştim de. Daha nazik biçimde tabii. “Biraz ara verelim” diye. Yabancısı olduğu bir teklif değildi, öncesinde ilk ondan gelmişti. Şimdi eteklerinin tutuşmasının sebebi buydu zaten. Ara vermeyi, ayrılmak olarak algıladığımı gayet iyi biliyordu.


Bunu, bana o yılbaşı hediyesini göndermeden dört ay önce söylemişti. “Son bir kez yemek yiyelim, söylemek istediğim şeyler var” demişti. Yer ayırttığı Uzak Doğu restoranında, ancak tatlılardan sonra başladığı konuşmasını “Bana bir şans ver, seninle olmaya hazırım, beraber yürüyelim” diye bitirmişti. Beni oldubittiye getirmesine hep sinir olmuştum. “Son konuşma” diye çağırdığı o yemeğe, beni son dakikada ikna etmeyi planlayarak gelmesi de yine asabımı fena bozmuştu. “Anahtarlarımı verir misin?” demiştim. Cebinden çıkarıp masanın üzerine koyması dakikalar almıştı.


Anahtarları o akşam almak zorundaydım. Çünkü aramalarına, mesajlarına cevap vermediğim günlerden birinde, bana şöyle bir mesaj yazmıştı. “Sürpriz yapmak istedim. Senin evdeyim. Patlıcanlı poğaça aldım, kahvaltı için gelmeni bekliyorum.” “Haberim olmadan evime girmenden hiç hoşlanmadım” cevabıma karşılık patlıcanlı poğaçalarını bırakıp çıkmış, ama aramaktan, yazmaktan vazgeçmemişti.


Beni kendinden iyice bıktırması o günlere tekabül ediyor. Cebimdeki telefondan, evimin telefonundan, bilgisayarımı açtığımda posta kutumdan hep o çıkıyordu. Hiçbirine cevap alamadığı için şimdi evin posta kutusunu zorluyordu!


Üç yıl açık etmeden yaşadığımız ilişkiyi şimdi ortaya dökmeye karar vermişti. Karar veren yine oydu! Kadınların, kendilerini ellerinde oyuncak eden erkeklere kin biriktirdiklerini ve er geç o kini kustuklarını öğrenmemiş olabilir miydi? O yaşta, biten evliliklerinden, yürümeyen onca ilişkisinden sonra?


Son çabalarını gösterirken bile bana kendi sevdiklerini dayatıyordu. Uzak Doğu mutfağını sevmediğimi biliyordu, ama kendi tatlı-ekşi sosa batırıp batırıp Nem yiyecek diye o restoranda yer ayırtmıştı. Bana “sürpriz yapmak” için, “Sevmiyorum” dediğim ve bir kere bile ağzıma sürmediğim, her defasında kendi başına yiyip bitirdiği patlıcanlı poğaçaları seçmişti. Kendi sevdiği şeylerle bana sürpriz yapıyordu ve bunun işe yaramasını bekliyordu.


“Duralım biraz” diyordum, durmuyordu. En son bana yap-boz göndermişti, üzerinde arada bir buluştuğumuz yazlık yerin resmi vardı. Şimdi de oranın resmini yapıp bozup, yapıp bozup oynamamı istiyordu. Üstelik kargoyla değil, işyerinin kuryesiyle göndermişti. İçine de not yazmıştı. “Bizi hatırla istedim.”


Zaten her şey senin bu istemelerin yüzünden boka sarmadı mı? Beni zorlamanı istemiyorum. Bana hiçbir şey dayatmanı istemiyorum. Benim ne yapacağıma senin karar vermeni istemiyorum. Anlamıyor musun?


Bence anlıyordu. Ama her zamanki gibi sonuçta galip geleceğine inanıyordu. Erkeğin en çileden çıkaranı, anlayıp da anlamamış gibi yapan, dinlemeyip dümdüz giden.


Unutmak istediğimi hatırlamaya zorluyordu beni. Yap-bozu duvarlara fırlatmak, yırtılan karton kutusundan çıkan taneleri tek tek çiğneyip yere tükürmek istiyordum. Yapmadım. Akşam çöpü çıkarırken yap-bozu kapının önüne koydum, poşetin yanına. Yatmadan önce baktım, çöp duruyordu, yap-boz yoktu. Ev sahibinin kızı almış olabilir.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.