Üçüncü çocuğumu bekliyorum: Pandemi bebek. Mart’tan beri içimde büyüyor. Yakında doğurmam gerekiyor, içimde ömür boyu tutamam. Bir travma olarak ömür boyu benimle olacak. Onu içimde tutmak yerine yanımda, etrafımda olmasına izin vererek yaşamaya devam etmem gerek. Beklediğim bir hamilelik değildi ama onun ilk tekmelerini hissettikten sonra alıştım. Sonuçta o benim evladım.
Deliriyor muyum?
Doğumdan korkmuyorum. Hangi doğum yöntemi olacağını bebeğim kendisi belirleyecek. Benimse nasıl bir doğum olacağı konusunda bir sahne canlanıyor gözümün önünde. Türkan Şoray bir köy kadını. Evde kendi başına doğum yapıyor. Sahneyi canlandıran kişi Türkan Şoray olunca bende başka çağrışımlar uyanıyor ve gardırobun önüne gidiyorum. Uzun zamandır giyemediğim elbiselerime, yıllar boyunca biriken ama hala sapasağlam olan iş kıyafetlerime bakıyorum. Evde mi giysem? Eşofman ve tayt yerine evin içinde bu giysilerle gezinsem? İçeriden bir ses geliyor “Anneeee”. “Bir dakika kızım, bekle” diyorum. O 1 dakikanın nasıl bir süre olduğu hakkında aslında ben dahil kimsenin net bir fikri yok. Evin küçüğü olan oğlum 1 dakikanın neye benzediğini iyi anlayacak yaşta değil. Kızım ise annesinin “1 dakika” dediğinde ne olacağını öğrenecek kadar bu ailede mesai edindi.
Ameliyattan korkmuyorum ama sezaryen ile alsınlar da istemiyorum. Bu bebek, “pandemi bebek” çok büyürse onu kendim doğuramayacakmışım gibi hissediyorum. Zamanı gelince doğurmam gerek. Evet, zamanı yaklaşıyor ve gerektiği zaman içimde tutmamam, onu doğurmam gerek. Doğurmak içinse sakin bir ortama, rahat bırakılmaya, kapsanmaya, şefkate ihtiyacım var. Bu ortamda… Ne büyük bir paradoks.
Hayatın bu ikiliği içinde ben hem bir anneyim hem de diğer birçok kişiyim. Eş olmak, evlat olmak, anne olmak dört duvar arasında yaşanınca sanki katsayı ile çoğalıyor. ‘Hapistekiler de böyle mi hissediyor acaba?’ diye merak ediyorum. Dört duvar arasında kimlikler birbirine karışıyor ama sonunda hepsi sanki tek bir şapkanın altına giriyor. Çoğunluğu dört duvar arasında, evde geçen günler boyunca ne yazık ki bir tek anne olduğumu hissediyorum. Bu kimlik artık bana ağır geliyor. Birinin arkadaşı, birinin ablası, birinin kız kardeşi, birinin eski sevgilisi, birinin hiçbir şeyi olmayı daha yoğun hissetmeye ve deneyimlemeye ihtiyacım var. Biraz başarısızlığa, düştüğüm zaman bir süre orada kalmaya ihtiyacım var. Göz yaşımı silip devam etmeye değil, çocuk gibi ağlamaya ya da umarsızca takılmaya ihtiyacım var. Çocuklar kadar anda yaşamaya, geçmişi taşımadan ve geleceği düşünmeden neşelenmeye ihtiyacım var. Anda kalırken eğlenmeye, yaptığım her şeyi keyifle yapmaya ihtiyacım var. Anne olduğumu unutmaya ihtiyacım var. Yetişkin olmaktan memnunum ama biraz da çocuk gibi olmaya ihtiyacım var. Zamanı geriye döndürmek değil isteğim. Bu yaşımda, bu halimde çocuksu olabilmeye ihtiyacım var. Sorumluluklar boyu aşınca ise eğlenerek yapmak, eğlence katmak zor.
Geleceğe Dönüş filminden bir sahneyi duvar resmi olarak çizmişler. Profesör diyor ki: “Marty, her ne olursa olsun, sakın 2020’ye gitme!”
İhtiyaçlarımı, sakince akan bir nehirde, bir sal üzerinde yer almak kadar dingin bir şekilde karşılamaya ihtiyacım var.
Dinginleşmeyi deniyorum. Nefesim beni an’a getiriyor. An’da kalmalarım arttıkça, bir hedef, bir ilham beliriyor içimde. Hayır, Pazartesi günü diyete başlamak değil. İçimde büyüyen sıkıntıyı, Pandemi bebeğimi tüm bu zor hamileliğe rağmen endişe veya yılgınlıkla değil, coşkuyla doğuracağım. Aylar boyunca kazandıklarımı düşünüyorum. Pandemi sayesinde öğrendiklerim, tanıştığım yeni insanlar, aylar içinde sanki yıllarca büyümüşüm gibi hissedişim, kısıtlanma sayesinde tadını daha çok çıkardığım birçok şey, artan becerilerim, kendimle ilgili keşiflerim… Ben bu bebeği doğuracağım. Ömür boyu benimle olacak. Ablasına ve abisine, yani ondan önce doğurduğum çocuklarıma da onu bir bela değil, aileyi tamamlayan bir kardeş gibi görmeleri için elimden geleni yapacağım. Büyüdüğünde “İyi ki seni doğurmuşum” diyeceğim. Ona ilk zamanlarda beni ne kadar zorladığından hiç bahsetmeyeceğim. Belki en fazla “Ne günlerdi!” derim. Ona sadece teşekkür edeceğim.
Önceki bölümler...
YORUMLAR