Dut savaşları devam ederken balkona çıkmak pek akıllı işi değildi. Fakat sıcak da dayanılır gibi değildi. Ve balkon sezonunu açmaya karar verdi. Balkonu temizlerken şöyle bir eskilere uzandı.
Ortaokula başlarken Merzuk isimli bir apartmana taşınmışlardı. Apartmanda tamon bir genç olmuşlardı. Yaz aylarında bu on bir genç her günü beraber geçirirlerdi. Bazı günler boş olan birinin evinde toplanır, İbrahim Tatlıses ve Ahmet Kaya dinleyerek olmayan dertlere efkarlanırlardı. Bazı günlerse çay bahçesine giderler, oralet eşliğinde ana babalarının dedikodularını yaparlardı. Akşama doğru da istikamet stadyum olurdu. Koşmaya diye gittikleri stadın çimlerine yayılıp gelen geçenle çene çalarlardı.
Stadyum dönüşü akşam için dama ışık ve ses sistemi kurmaya başlarlardı. Sıcak bir memlekette olduklarından akşamları tüm apartman damda olurdu. Büyükler damın bir yanında karpuz yiyerek, o yazın ensıcak yaz olduğundan, tabii her yaz en sıcak yazdı onlara göre, apartmanın kapısının on bininci bozulmasının nedenlerinden konuşurlardı. Gençler damın diğer yanında kağıt oynayıp birbirlerine saydırırlardı. Tabii her akşam bir kurban, büyüklerin tarafını kolaçan edip gençlerin tarafını korumakla görevlendirilirdi. Akşamın ilerleyen saatlerinde yaz aşklarının konuşulduğu, dumanların tüttürüldüğü bu taraf kahkahaların rüzgar gibi savrulduğu bir yer olurdu.
Dama çıkılamayan günlerde Güzin teyze’nin evinde toplanırlardı. Yine gençler olarak evin en uç ve balkonlu odasını seçerlerdi. Türk kahvelerinin gelmesiyle Veysi abi’nin stand-up’ı başlardı. Veysi abi, o hafta topladığı malzemeleri bir bir incelikle ortaya döker, malzemenin kaynağı olan kişi bile dayanamayıp kahkahayı basardı. Grupta bir misafir varsa Veysi abi hemen eski defterleri açar ve en bomba, en efsane olayları ard arda sıralardı. Akşamın ilerleyen saatlerinde çay demlenir ve bir balkona on bir kişinin nasıl sığabileceği test edilirdi. En şanssız olan balkon kapısında kendine yer bulabilmiş olandı çünkü tüm akşam çay servisi onun ellerinden öperdi.
Güzin teyze saat 11 sonrası ağır adımlarla balkona doğru yaklaşır;
“Daha yatmayı düşünmüyorsunuz herhalde.”
“Birazdan gideriz Güzin teyze. Sen de gelsene.”
“Yok. Gelmem. Geç oldu.”
Güzin teyze tekrar oturma odasına dönerdi ama ilk uyarıyı da vermiş olurdu. On beş dakika sonra tekrar kapıda görünene kadar konuların en dibine vurulurdu.
Ve Güzin teyze daha hızlı adımlarla yaklaşıp;
“Hala napıyorsunuz?”
“Güzin Teyze şu çayımız bitsin kalkıyoruz. Gel biraz otur bizimle.”
“Yook oturmam. Yatacağım ben. Nurten, kızını sabah bize bırakacakmış.”
Güzin teyze ikinci uyarısını diğer günkü işlerini hatırlatarak yapar ve yine oturma odasına dönerdi. Herkes artık vaktin dolduğunu ve üçüncü saldırının püskürtülemeyeceğini bilirdi. Veysi abi, Güzin teyze’nin göbeği önde paytak paytak yürüme ve “Kime diyorum? Günler torbaya mı girdi?” deme taklidini tam yaparken onun sesi duyulurdu.
Son işaretin verilmesiyle herkes tasını tarağını toplardı. Fakat henüz Güzin teyze’ye karşı yenilgiyi kabul etmemiş olurlardı. Evin kapısında tam yarım saat süren muhabbet, kapının arkasından gözleri belermiş Güzin teyze’nin görünmesine kadar sürerdi.
“Bak hele, hala buradalar. Uykunuz da mı gelmiyor. Kovuyorum hala gitmiyorlar.”
Anılara o kadar dalmıştı ki Güzin teyze’nin sesi kulaklarında yankılandı. Ah be Güzin teyze, senin kovmaların olmasa o sohbetlerin tadı olur muydu hiç, diyerek balkondaki sandalyeye kuruldu.
Fotoğraf: Tuğçe Özdeniz Arslan
Önceki bölümler:
YORUMLAR