Birazdan okuyacaklarınızı bana anlattıran, otuz sekiz yıllık hayatımda yirmi iki kere terk edilmemdir.
Biz erkekler, beraber olduğumuz ilk kadının bize söylediklerini dinlesek, aslında işin sırrını çözeriz. Hem kadınların ne istediğini anlarız, hem de kendimizdeki yamukların farkına varırız. Bir dünya zaman kaybetmeyiz. Kur, yık, ara-bul, yeniden kur, yeniden yık. «Hepsi aynı abi bunların.» Yorucu be!
Yıllarca «Biraz düzensizim», «Rahatım», «Dağınığım, ama kendi içimde bir düzenim var» diye diye üste üste çıkmaya çalıştım. Bir süre idare ettiğim durumlar var. Üzerimdeki tüyleri sevimli göstermek için «Eh, kedi babasıyım, kolay değil» dedim mesela. Kedi seven bütün kızlarda işe yaradı doğrusu. Çamaşırları otuz derecede, hızlı programda yıkadığım için koltuk altıma yerleşen ve zamanla safran sarısına dönüşen lekeleri, kötü ham madde kullanan tekstil sektörüne mal ettim. Lafı Çin’deki çocuk işçilere getirip birkaç aktivist kızdan puan aldığım oldu. Bunun verdiği cesaretle, ter kokusundan söz açıldığında, su tüketimine karşı olduğum için sık duş almadığımı söyleyerek dikkat dağıtmayı denedim. Çevreci bir kızı ikna ettim sayılır, ama ter kokusunu yıkanmadan, doğal yöntemlerle savmanın mümkün olduğunu sıkıcı sıkıcı anlatmasına engel olamadım. Her birinin sonunda gitmesine de.
Açıkça yüzüme vurmuyorlardı. Ama erkeklerin, kadınların yakalarından düşmelerini hızlandırmak için hazırladıkları tipte ayrılık konuşmaları yapıyorlardı. «Sen çok iyisin aslında, ben galiba bir ilişkiye hazır değilim.» «Bir ilişki yürütmeye becerikli değilim.» «Daha iyilerine layıksın.» «Birbirimizden çok farklıyız.» «Sana benzeyen biriyle çok daha mutlu olabilirsin.» Bu son lafları bir araya getirenler, o esnada bakışlarını kaçırıyordu. Bana benzeyen biriyle mutlu değil, ancak tetanos olabilirdim!
Esasında, kızların ağızlarından çıkan sözlerden çok yüzlerindeki ifadeyi, vücut dillerini dinlesem yeterdi. Sarıldığımda kollarını benden önce gevşetmelerinin, başını omzuma koyup hızla doğrulmalarının, öpüşmek için eğildiğimde başlarını sağa sola çevirmelerinin, oral seks yapmak istememelerinin sebeplerini onlarda aramakta ısrar etmeseydim iyiydi. «Kızlar başta çok istekli oluyorlar, ilişki biraz oturur gibi olunca buz kesiyorlar.» Gideceklerini hissettiğim zaman, -genellikle üçüncü-dördüncü aydan itibaren- erkek erkeğe oturup içerken, kızlara bok atmaya başlıyordum. «Abicim, bütün kadınlar frijit yemin ederim.» İlginçtir, meclisteki dostlar kadeh tokuşturarak benimle hemfikir oluyordu derhal. «İşte budur!» Sonra onlar da sökülüyordu. «Bir ay oldu tık yok!» «Ya başı ağrır, ya kıçı!» «Sevişmemek için çocukların odasının kapısını açık bırakıyor. Anlamıyorum sanki!..» «Sevişmekten kaçarlar, sonra da aldatıldım diye yaygarayı basarlar!»
Bugün sorarsanız, «Bir erkeğin kumaşı erkek erkeğe meclislerde belli olur» derim. Kim ki orada ana avrat düz gider, mevzuyu yatağa, alet edevat boyutlarına getirir, muhabbeti bunun üzerinden döndürür, kadınlara sayar, ya iktidarsızdır ya da cinsel hayatı yürekler acısıdır. Kendimden biliyorum. İktidarsız değilim ama cinsel hayatımın içler acısı olduğunu söyleyebilirim. Sürekli terk edilmek, insanı kendine güvensiz biri haline getiriyor. Yirmi iki kere terk edilmenin üzerine, bir kadına dokunmaya çekiniyorum. Diyelim, izin verdi dokundum, ama onun yüzündeki o iğrenme ifadesini görmemek için işimi çabucak bitirmeye bakıyorum.
Kadınlar benden iğreniyor. Çünkü ben pis bir adamım. İtiraf ediyorum. Bunu bu kadar açık biçimde kabul etmemin sebebi, yaşadığım şu son hadise.
İsmi Gülru. Eski işyerimde aynı departmanda çalışıyorduk. Boşandığını duyunca «Nasılsın?» diye mesaj yazdım. Uzaktan çok beğenirdim. Akşam buluştuk, dışarıda yemek yedik. Gece onun evinde kaldık. O davet etti, ondan. Yoksa evi temizlemiştim, bana da gidebilirdik. Her neyse, sabah kalktım, tuvalete gittim. Odaya dönüp üstümü giyindim. Mutfaktan seslendi. «Kahve mi? Çay mı?» «Çay» dedim. Teşekkür ettim. Aynada tişörtümün sağını solunu düzeltip -bilgi işlemciyim, işe tişörtle kotla gidiyorum- kendime şöyle bir baktım, mutfağa geçtim. Hiç gülümseyesi yokmuş da kendini zorluyormuş gibi tebessüm etti. Ekmek dilimlerinin arasından tost makinasının kızgın zeminine taşan peynirin çıkardığı ses konuşma bahanesi oldu. «İki dakikaya hazır olur» dedikten sonra kalktı. «Geliyorum şimdi» deyip koridora çıktı, banyoya girdiğini gördüm. Sonraki saniyeler, asla unutmayacağım utanç tablosu olarak sicilime işlendi.
«Iyyy» diye bir ses çıkardığını duydum Gülru’nun. Takiben kusmaya başladı. Yanına koştuğumda eğilmiş, önceki gece yediklerini klozete boşaltıyordu. Doğruldu, «Ne oldu?» dememe fırsat bırakmadan eliyle duvarı işaret etti. İyice cılızlaşmış sesiyle «Sil, git» dedi. İki büklüm çıktı banyodan, yatak odasına gidip kapıyı kapattı. Başımı kaldırıp gösterdiği yere baktım, klozetin üstüne. Fayansta kahverengi bir leke duruyordu. Söylemeye çok utanıyorum ama, başka türlü anlatamam. Ayakta çiş yaparken bir elimle Küçük Ertan’ı tutarım, bir elimi karşı duvara dayarım. O sabah kakadan sonra çiş yapmıştım. Nasıl olmuşsa olmuş. Fark etmemişim. Neyse ki ellerimi yıkamıştım.
Dediği gibi fayansı sildim. Hemen evden çıktım. Kimseye anlatmaya niyetim yoktu. Kişisel tarihime gömmeye hazırlıyordum kendimi. Erkekler, utanç verici tecrübelerini kendilerine saklarlar. Ne var ki kadınlar, bu tecrübeleri radyo anteni takıp yayınlamaya bayılırlar. Gülru da öyle yapmış. Onunla hala aynı yerde çalışan, benim de hala görüştüğüm eski iş arkadaşıma anlatmış. Erkek meclisinde demlenirken « Fayans işi kötü olmuş » deyince elimde kadeh dondum. Kulağıma eğilip söylediği için yine de minnet duydum. En azından diğerlerine benim yanımda duyurmamıştı. Benden sonra epeyce eğlendikleri geldi kulağıma. Olsun en azından yanlarında değildim.
Olaydan sonra psikolojim iyice bozuldu. Kızlarla yatıyorum ama evlerinde yatmıyorum. Dişlerimi düzenli olarak fırçalamaya başladım, günde bir kere duş alıyorum, her gün külot değiştiriyorum. Bugün çamaşırları kırk derecede yıkayacağıma dair kendime söz verdim. Çiş yaparken artık bir değil, iki elimle tutuyorum Küçük Ertan’ı.
YORUMLAR