Yaklaşık bir yüzyıldır, davranışların bireysel olarak değil, kuşaklar boyunca nasıl geliştikleri ve sürdürüldükleri iki temel görüş üzerinden incelendi: Yaradılış ya da yetiştirilme, biyoloji ya da psikoloji.


1992 yılında Freud’un ve Darwin’in ayak izlerinden yürüyen iki genç bilim insanı – Moshe Szyf ve Michael Meaney – bir bara girip hayat deneyimlerinin genler üzerindeki direkt etkileri konusunda devrim niteliğinde bir sentez yaratmaya başladılar – yalnızca kendi deneyimleriniz değil; annenizin, büyükannenizin ve daha eski kuşakların deneyimleri ile birlikte. Bilim insanları, 1970'lerden beri, hücre çekirdekleri içerisindeki DNA yığınlarına hangi genleri kopyalayacaklarını – kalp hücresi ya da beyin hücresi için gibi – söyleyecek ekstra bir şeyin gerekliliğin farkındaydılar.


Organik moleküllerin yaygın yapısal bileşenlerinden olan metil grubu, bahsedilen ekstra elementlerden birisidir – her hücre içerisindeki DNA’lara bağlanarak belirli bir hücre proteini için yalnızca gerekli olan genlerin seçimini yapar. Bu epigenetik değişimlerin aslında yalnızca fetüs gelişimi esnasında yaşandığına inanılıyordu. Ancak sonrasında yapılan araştırmalar, moleküler elemanların DNA’ya yetişkinlik döneminde de eklenebildiklerini, kanser gibi hastalıklarla sonuçlanabilen hücresel değişimlere yol açabildiklerini gösterdi. Metil gruplar, kimi zaman beslenme düzenindeki değişim sayesinde DNA’lara bağlandılar; kimi zamansa bu durumun sebebi belirli kimyasallara maruz kalma oldu. Szyf, epigenetik değişimleri ilaçlar aracılığıyla düzeltmenin hayvanlarda belirli kanser türlerini tedavi edebildiğini gösterdi.



Genetikçileri asıl şaşırtan, epigenetik değişimlerin ebeveynden çocuğa, bir kuşaktan diğerine aktarılabildiklerini öğrenmek oldu. DNA’da herhangi bir değişim olmaksızın metil gruplar eklenebiliyor ve çıkartılabiliyor, değişimler gen mutasyonlarında olduğu gibi kalıtsal yolla geçebiliyordu.


Szyf ve Meaney şöyle bir hipotez geliştirdi: Beslenme düzeni ve kimyasallar epigenetik değişimlere yol açabiliyorsa, belirli deneyimler – çocuk ihmali, madde bağımlılığı ya da diğer ciddi stres kaynakları gibi – insanın beyin nöronları içerisindeki DNA’larda da epigenetik değişimlerin yaşanmasına sebep olabilir mi? Bu soru, davranışsal epigenetik adında yeni bir alanın oluşumuna yol açtı – düzinelerce yeni araştırmanın ve beyni iyileştirmeye yönelik tedavi önerilerinin ortaya çıkmasını sağlayan bir alan.


Davranışsal epigenetik çalışmalarına göre, kendi geçmişimizdeki ya da yakın atalarımızın geçmişlerindeki travmatik deneyimler, DNA’larımıza işleyen moleküler yaralara sebep oluyor. Tüm bu deneyimler, unutulsalar da asla yok olmuyorlar. Genetik yapımıza sıkıca bağlı moleküler kalıntılar olarak birer parçamız haline geliyorlar. DNA’lar aynı kalıyor; ancak psikolojik ve davranışsal eğilimler kalıtsal yolla aktarılıyor. Yani büyükannenizden yumrulu dizlerinizin yanı sıra küçükken yaşadığı ihmal sonucu oluşan depresyon yatkınlığını da almış olabilirsiniz.


Ya da almamışsınızdır. Büyükanneniz ilgili ebeveynler tarafından evlat edinildiyse sevgileri ve destekleri sayesinde kazandıklarının tadını çıkarıyor da olabilirsiniz.


Davranışsal epigenetik mekanizmalarının temelinde yalnızca eksiklikler ve zayıflıklar olmuyor; temelde güçlü yönler ve dayanıklılık da var. Kötü durumdaki atalarından bir şeyler alacak kadar şanssız olanlar için ise yeni geliştirilen ilaç tedavileri yalnızca ruh halinize değil, epigenetik değişimlere de müdahale edebiliyor. Büyükannenizin eski moda elbisesi gibi; istediğiniz gibi giyebilir ya da değiştirebilirsiniz.




Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.