Bir süre önce yoğun bir şekilde gündemimde olan bir konuydu, akran zorbalığı. Toplumun konuya bakış açısı, üzerine daha fazla konuşulması ve düşünülmesi gerekliliğini hissettirdi. Konuya, mesleğinin ötesinde bir hassasiyetle yaklaşan, Klinik Psikolog Bilge Çevik ile yazmış olduğu Gerçek Tanıklarla Akran Zorbalığı kitabı ekseninde akran zorbalığını detaylı bir şekilde konuştuğumuz, bilgi dolu bir röportaj gerçekleştirdik. Zorbalık kültürüyle mücadeleye minik bir katkı sunması umuduyla…
“Akran zorbalığı çocuklukta yaşanan bir durum ama çocuklukta kalan bir durum değil”
Niceliksel verilerin ötesine geçerek; bize biraz kendinizden ve hayallerinizden bahsetmenizi istesem; neler söylersiniz?
Belki çok klişe olacak ama hayalim; sevgiyle sarılıp sarmalanmış insanların olduğu bir dünyada yaşamak. Şanslı olduğumu düşünüyorum çünkü mesleğimde bu hayalime hizmet ediyor. Ulaşabildiğim herkese ulaşmaya ve elimden gelen ne varsa yapmaya çalışıyorum. İyiliğin de bulaşıcı olduğunu düşünüyorum. Kendimden bahsedecek olursam; kendi yolculuğumda da olan bir insanım. Mesleğimi yapıyorum, yolculuğumu yaşıyorum, kendimi sürekli geliştirmeye ve yenilemeye çalışıyorum. Şefkat ve sevgiyi daha da hissedebilmek adına; yolun, yolcusuyum. Çok da memnunum böyle olmaktan. Tabii ki hayaller çok daha farklılaşabilir, daha farklı şeyler de söylenebilir ama şefkat ve sevginin tüm dünyaya yayılması, saygı ve sevgi dolu bir dünyada yaşamak; benim öncelikli ve en büyük hayalim.
Kitabınızda; uzun yıllar zorbalığa maruz kalan ve yaşadıklarını hayatının her alanında en derinlere kadar hisseden insanlardan bahsediyorsunuz. Çocukluk çağında maruz kalınan zorbalığın, yetişkin hayatına nasıl bir etkisi olduğundan kısaca bahsedebilir misiniz?
Öncelikle bu soru için gerçekten çok teşekkür ederim. Çünkü benim bu kitabı yazma amacım her şeyden önce şunu anlatmaktı; akran zorbalığı çocuklukta yaşanan bir durum ama çocuklukta kalan bir durum değil maalesef. “Çocuk bunlar, hallederler”, “Geçer, gider” değil. Çocukluk çağında maruz kalınan zorbalığın yetişkin hayatına gerçekten çok önemli, yıkıcı etkileri var. Biz neler görebiliyoruz? Depresif belirtiler, aşırı agresyon, öfke patlamaları, daha sinirli bir ruh hali… Her semptomu görebildiğimiz bir durum aslında. Kişinin karakter özelliklerine bağlı olarak farklı tepkiler de görülebiliyor, yetişkinlikte. Ama zorbalık fark edilmediğinde, zorbalıkla çalışılmadığında, yaşanan mağduriyetin onarımı, iyileştirilmesi yapılmadığında; biz ya kurban örüntüsünde devam eden, hayatını kurban olarak yaşayan birisini görüyoruz. Ya da kurban örüntüsünden çıkıp, zorba olmayı seçen; “Bana bunlar yapıldı, ben de yapacağım o zaman” diyen zorba-kurban dediğimiz örüntüde devam eden birisini görüyoruz, yetişkin hayatımızda. Ama tabii ki bu böyle geldi diye böyle gidecek değil. Doğru müdahale ve doğru desteklerle biz zorbalığın üstesinden gelip, sağlıklı yetişkinler olarak hayatımızı sürdürebiliyoruz.
Bir durumun zorbalık olup olmadığını nasıl anlayabiliriz? Bu konuya kitabınızda detaylı bir şekilde değiniyorsunuz ancak kitabınızı okumayanlar için de kısaca bahsedebilir misiniz?
Çok kısaca şu maddelerden bahsedebilirim. Gerçekten yaşadığımız durumun zorbalık olduğunu anlamamız için kasıt, rahatsızlık, tekrarlama, uzatma, güç gösterisi ve kışkırtma içermesi gerekiyor olayların. Eğer yaşadığımız olayda bunlardan bir ya da ikisi varsa; endişelenmek için erken aslında. Okulu ya da zorbayı uyarmak için çok geçerli bir sebep olmayabilir. Çocuğunuzu bilgilendirebilir, onunla konuşmalar yapabilirsiniz. Gelip-geçici, öğretici bir süreç olarak da düşünebilirsiniz bu süreci. Bu noktada aşırı hassas davranmanız, faydadan çok zarar getirebilir, diyebilirim. Ancak yukarıda saydığım maddelerden üçü ve daha fazlası söz konusuysa; burada ciddi bir zorbalıktan söz edebiliriz. Bunun için de mutlaka bir yol haritası çizmek; okulla, aileyle görüşmek ve gerekiyorsa bir uzmandan destek alarak ilerlemek gerektiğini söyleyebilirim. Rahatsızlık kısmında şurası önemli; “bazen yapılan davranış sadece sizi mi rahatsız etti?” noktasına bakmak lazım. Çünkü bazen aileler rahatsız oluyor ama çocuklar rahatsız olmuyor bu durumdan. O nedenle ‘‘Oradaki kimin rahatsızlığı?’’ ona da iyi bakmak lazım ve “Gerçekten rahatsız olundu mu bu davranıştan?” ona da bakmak gerekiyor. Çünkü burayı atlayabiliyoruz bazen, yani çocuğun gözünden bakabilmeyi.
Kitabınızda; “Zorbalık terim olarak hayatımıza yeni girmiş olsa bile ne yazık ki sıradan, sıradanlaşmış bir davranıştır. Tam da böyle olduğu için genellikle önemsenmez. Yetişkinler, ‘Hayatın zorlukları işte’ der, geçerler. Onlara göre ‘Mücadele etmeyi öğrenmek lazım’ düşüncesinden ibarettir ne de olsa. ‘Çocuk onlar, kendi aralarında hallederler. Her okulda olur böyle şeyler’ denir… Zorbalık, özellikle de okulda zorbalık, yaygın bir sorundur. Medya, konunun ciddiyetini anlatmakta ve duyurmakta yetersiz kalmaktadır. Sorunun yaygınlığı onun görmezden gelinmesine, kanıksanmasına, dikkate değmeyen bir durummuş gibi kabullenilmesine, mücadelenin gereksiz olduğunun düşünülmesine sebep olmaktadır”vdiyorsunuz. Zorbalığın normalleştirilmesi; zorbalığa maruz kalan çocuğun, yetişkin desteğinden yoksun kalmasına sebep olmaktadır çoğunlukla. Kitabınızda yer alan yaşanmış olaylarda da; zorbalığa uğrayan çocuğun genellikle yalnız bırakıldığına şahit oluyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Aslında sadece zorbalıkta değil, çoğunlukla yaşanan sıkıntılarda kişi kim olursa olsun; çocuk, genç ya da yetişkin; genellikle yalnız bırakılıyor zaten. Belki de yalnız bırakıldıkları için bu sıkıntılar bu kadar büyüyor. Ama özellikle zorbalık konusunda öğretmenler, okullar; önce onlar bunu fark etsin ve gerekiyorsa ailelere söylesinler. Konu zorbalık olduğunda dik bir duruş sergilesinler. Bu konuda okulların tavrı o kadar önemli ki… Bu işi halledemeyen, üstüne düşmeyen, önemsiz gören o kadar çok okul var ki. Tabii ki ellerinden geleni yapan aileler de var, görmeyen de var, okul yüzünden yol alamayan da var. Ama önce okullar. Çocukların yalnız bırakıldığına şahit oluyoruz, bazı çocuklar gerçekten şanssız oluyorlar ve yalnız bırakılabiliyorlar. Ama bir okula bir çocuk emanet edildiğinde en azından o çocuk, orada yalnız olmamalı diye düşünüyorum. Ve bu konuya eğitimcilerin çok ciddi bir şekilde eğilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bazen bu konuda ki yetersizlikler, bazen maddi kaygılar, bazen sosyal kaygılar okulların bu anlamda aksiyon almamalarına veya yanlış aksiyon almalarına sebep olabiliyor. Hem kurban hem de zorba yardıma muhtaçken; birinden birine farklı yaklaşılabiliyor. Bu da zorbalık kültürünün devam etmesine sebep olan bir unsur aslında. Okulların üstüne düşeni doğru ve eksiksiz yapması konusunda çok net ve hatta çok sertim. Okulların eğitim denildiğinde sadece akademik konulara ağırlık vermek yerine bu konulara da eğilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Hatta kitabın ardından ailelerden gelen; "Okul seçerken neye dikkat edelim?" sorusuna, okullara; "Zorbalıkla mücadele programınız nedir?" sorusunu yöneltmeleri şeklinde yanıt veriyorum. Her kurumun bu yanıta net ve kesin bir cevabı, bir müdahale programı olmalı. “Bizim okulumuzda olmaz böyle şeyler”, “İzin vermeyiz” gibi söylemlere, lütfen kulak vermeyin. Etkin müdahale politikalarını dinleyin.
Kitabınızda: “Okula bir zorbalık sorunu bildiren öğrencinin ya da velinin, bu durumun ‘normal’ ya da ‘büyüme sürecinin bir parçası’ olduğu söylemiyle maskelenen bir dirençle karşılaşması da mümkündür. Gerçekte, okulun zorbalığın önünü kesmemesine sebep olan, bu sorunla etkili mücadele etmek için gerekli yöntemlerin bilinmemesidir” diyorsunuz. Okullar zorbalıkla nasıl baş edebileceklerini gerçekten bilmiyorlar mı yoksa kolay olan yolu mu tercih ediyorlar?
Okullar zorbalıkla nasıl baş edebileceklerini gerçekten bilmiyorlar. Çocuklara birbirinden özür diletmek, müdürün odasına çağırmak, ikisini herkesin içerisinde konuşturmak gibi yöntemlere başvurabiliyorlar. Yani gerçekten bilmiyorlar. Kolay olan yolu da tercih ediyorlar. Ama gerçekten nasıl uğraşacağını bilen okul, kolay olan yolu tercih etmiyor. Gerçekten nasıl uğraşacağını bilmeyen okul, görmezden gelmeye devam ediyor. Gerçekten bilen okul yapıyor ve kolay olan yolun aslında gerçekten nasıl baş edebileceklerini bildikleri zaman, izledikleri yol olduğunun farkındalar. Mesleğim gereği bir sürü okulla ilişki halindeyim ve görüyorum. Bir okul zorbalıkla nasıl mücadele edeceğini biliyorsa; orada işler, sular seller gibi ilerliyor. Ama bir okul zorbalıkla nasıl mücadele edeceğini bilmiyorsa; görmezden de geliyor, kolay yolu da tercih ediyor ve bilmiyor da aynı zamanda. Böyle bir kısır döngü var aslında.
Akran zorbalığının en yoğun olarak yaşandığı yerler; okullar. Okula zorbalıkla ilgili bir durum bildirildiğinde genellikle gözler ilk olarak zorba eyleme değil de bu eylemin hedefi olan çocuğa yönelebiliyor. Çocuğun kendisini savunması gerektiği bilgisi okulların genellikle ilettiği ilk yanıt oluyor bu konuda. Ve zorbalık uygulayan çocuğun ailesine genellikle çocuklarının uygulamış olduğu zorba davranışlar hakkında bilgi verilmiyor. Ve zorbalığa maruz kalan çocuğun ailesi de bazen aynı eylemi çocuğunun da uygulaması yönünde bir telkinde bulunabiliyor. Okulun iş birliğine yanaşmadığı durumlarda aileler nasıl bir yol izlemeliler sizce?
Okulla hem aile hem de gerekiyorsa bir uzman iletişime geçtiyse ve okul hala iş birliğine yanaşmıyorsa bu konuda çok netim; çocuğa iyi gelmeyen bir yerde çocuğu tutmanın hiçbir anlamı yok. Çocuğa kötü gelen, iş birliğine yanaşılmayan, çocuğu bile bile kötüye gönderen bir ortamda çocuğu tutmanın hiçbir anlamı yok. Bu noktada bence aileler okul değişikliğine de gitmeliler. Bu konuda ben çok net ve kararlı duruyorum. Ama bu şu demek değil; en ufak bir olayda okul değiştirelim. Hem okulla konuşuldu, bir uzmandan destek alındı (bence okul işbirliği için de bir uzman desteği şart bu konuda) ve gerekiyorsa uzmanda okulla iletişime geçti ve gerçekten bir yol alınamadıysa; evet çocuğu orada tutmanın hiçbir anlamı yok diye düşünüyorum. Aileler ne olursa olsun çocuğun arkasında durmalılar. Çünkü öğretmen ve okul binlerce var, ama çocuğun bir tane anne ve babası var. Okul, öğretmen ve arkadaş değişebilir ancak anne ve baba değişmez. O nedenle aileler ne olursa olsun çocuğun arkasında durmalılar. Zorba çocuğun ailesi de her zaman çocuğun arkasında durmalı ama yanlışa da yanlış demeyi bilmeli. 7.Okulların zorbalıkla mücadele politikalarının olmasının gerekliliğine de değiniyorsunuz kitabınızda. Ancak zorbalıkla mücadele politikası olan okul sayısı oldukça az. Kitabınızda da belirttiğiniz üzere zorbalık yaygınlığı dolayısıyla toplum içerisinde de normalleştirilmiş durumda.
Böyle bir ortamda zorbalık kültürüyle nasıl mücadele edilebilir?
Benim elimden kitap yazmak geldi. Öğretmenler için eğitim vermek, ailelere ulaşmak, canlı yayınlar ve röportajlar yapmak geliyor. Bunları yaparak mücadele edebiliriz. Evet, zorbalık çok yerleşmiş, çok yaygın, çok normalleştirilmiş durumda ama ne kadar konuşursak, ne kadar üstüne gidersek, ne kadar fark ettirebilirsek o kadar iyi. Biliyorum; tamamen yok olmayacak zorbalık her zaman olmaya devam edecek ama en azından dur demeyi bilen bireyler yetişmeye başlayacak, umudum var.
Kreş çağında bir çocuk da zorbalığa uğrayabilir ve bir yetişkinden yardım isteyemeyebilir. Aynı durum bir yetişkinden yardım isteme konusunda; daha büyük yaş grubu çocuklar içinde geçerli. Böyle bir durumda aile çocuğunun zorbalığa maruz kaldığını nasıl anlayabilir?
Çok geniş kapsamlı bir konu aslında ama kısa bir yanıt vermem gerekirse; alt ıslatma söz konusu olabilir. Ama bu demek değil ki; bu semptom yok, o zaman çocuğumuz böyle bir şey yaşamıyor. Her çocuk altını ıslatmaz çünkü. Böyle konularda çok net cevaplar vermeyi sevmiyorum ama şunu söyleyebilirim; çocuğun normaline uymayan bir davranış gözlemlemeye başladığınızda; bir soru işareti koyulabilir oraya. Deliksiz uyuyan bir çocuğun uykuları bölünüyorsa, altını ıslatmayan bir çocuk altını ıslatmaya başladıysa, çok içe kapanık olan bir çocuk aşırı dışarı açıldıysa, çok dışa dönük bir çocuk içine kapandıysa, çok iştahlı bir çocuk yemiyorsa, çok iştahsız bir çocuk yiyorsa… Yani çocuğun normaline uymayan bir durum olduğunda, bunu gözlemlediğinizde; orada bir soru işareti koyup; bir destek, bir yardım almak faydalı olabilir diye düşünüyorum.
Kitabınızda bahsettiğiniz bir konu da farklı yetiştirilme tarzıyla büyüyen çocukların akran zorbalığının hedefi haline gelebileceği. Toplumun kabul ettiği kalıpların dışına çıkan bir bakış açısıyla büyüyen bir çocuğun dışlanabileceği, zorbalığa maruz kalabileceği ihtimali de ailelerin gözünü korkutuyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Evet, gerçekten biz sadece zorbalık değil; ekran, sosyal beceriler gibi birçok konuda; çocuklarımızı olumluya yönlendirmeye çalışıyoruz. Çoğu ebeveynin böyle bir kaygısı var. ‘‘Biz elimizden gelen her şeyi yapıyoruz ama bizim çocuğumuz dışarıda hakkını koruyamıyor ya da dışlanıyor çünkü diğer çocuklar çok acımasız olabiliyor’’ diyorlar. Maalesef böyle bir durum var. Yani bu bir gerçek. Ama o kısımla ilgili de şunu söyleyeceğim; kararlarımızda net, çocuk yetiştirme tarzımızda da bir o kadar emin adımlarla ilerlemeliyiz. Dünyada yanlışlar ve kötülükler olacak. Ama bizim sayımız arttıkça da onlar azınlık olacak diye düşünüyorum. Aileler telaşlanmakta haksız değiller, haklılar ancak bu demek değil ki; doğru bildiğimizden, pozitif olandan, sevgi ve şefkat dolu, barışçıl olandan vazgeçelim. O nedenle olabildiğince umutlu olmamız ve bu umutla beraber bildiğimizden de vazgeçmeden yürümemiz lazım. Bu konuda terapilerin önemine de değinmek istiyorum. Terapi sadece çocuk zorbalığa maruz kaldığında ya da travmatik bir olay yaşandığında uygulanmaz. Terapiler bazen sadece çocuğu güçlendirmek ve özgüvenini artırmak, pozitif durumları çocuğa aktarmak için de uygulanır. O nedenle olabildiğince çocuğu destekleyecek, çocuğu güçlendirecek kaynaklara, becerilere, alanlara yönelmek gerekir. “Evet, kötü şeyler oluyor ama bak senin de bunlarla baş edebilecek güçlü bir karakterin, böyle yanların var” kısmını da çocuğa gösterebilmek adına. Böyle olumlu şeyleri ve hayatındaki kaynakları çocuğa hep hatırlatıyor olmak ve çocuğun onlardan beslenmesi üzerine yoğunlaşmak da bir çözüm olabilir.
Röportaj: Sinem Uslu
YORUMLAR