İçimizdeki çocuk

Bu hafta, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'ndan esinlenerek çocuklar, özellikle de büyüsek de içimizde saklanan çocuklarla ilgili yazmak istedim. İçimizde saklanan çocuklara geçmeden önce, biraz çocukları tarif etmekte, çocuk olmayı hatırlamakta fayda var diye düşünüyorum.


Nasıldır çocuk olmak? Her şeyden önce ilk bağlantıyı kendi bedenimizle kurduğumuz için, bedensel ihtiyaçlarımızı çok hızlı fark ederiz ve bunlar bizim için her şeyden önemlidir. Özellikle düzenli ve yeterli beslenemediğimiz veya yeterince uyuyamadığımız zaman kıyamet kopar. Aslında kendini sevmeyi ve sağlığımız için kendimize öncelik tanımayı doğduğumuz andan itibaren çok iyi biliriz.


Bu dünyaya yeni gelmiş olmanın verdiği bir merak ve ilgiye sahip oluruz, tanık olduğumuz her şeye bu dürtüyle yaklaşırız. Çok iyi gözlemleriz ve gördüğümüz şeyleri önce dikkatle izleyip SONRA yorum yaparız. Başkalarının söyledikleri değil, kendi gözlemlerimiz ve kendimizce kurduğumuz sebep-sonuç ilişkileri önemlidir. Keşfetmek, incelemek, araştırmak, öğrenmek isteriz... Bu nedenle algımız çok açıktır; sesler, hareketler, renkler, hepsi bizim için çok ilginçtir. Acelemiz yoktur; dakikalarca bunlarla oyalanabilir, kendimizce yeni kombinasyonlar yaratabiliriz.


Yaratmak demişken, henüz hiçbir önyargıya sahip olmadığımızdan, yaratacı gücümüz en üst seviyededir; hayal edebilir ve hayallerimizin gerçek olabileceğine inanırız. Hatta bunun için şartları zorlamaya yönelik kolay tükenmeyecek bir enerjimiz vardır.


Enerjimiz genelde yüksektir; uzun süre koşup zıplayabiliriz. Sadece zıplayarak bile çok eğlenebiliriz! Canımız bir şey istiyorsa asla “üşenmeyiz” hatta bu kelimenin anlamını bile bilmeyiz; çocuklar için sadece fiziksel olarak algılanabilecek düzeyde yorgunluk söz konusudur. Oynamak ve eğlenmek adeta temel yaşam amacımızdır; bunları her ortamda yapabilecek bir dayanıklılığa ve ruh tamir etme gücüne sahip oluruz. Savaşın yerle bir ettiği binaların arasında bile buldukları döküntü eşyalarla oynayan çocuklar görebilirsiniz...


Güven duygumuz ilk zamanlar kaynağı hiç kurumayan bir hayrat gibidir; özellikle ailemize karşı... Bize nasıl davranırlarsa davransınlar onlara her zaman güveniriz ve onlardan ayrılmak aklımızın ucundan bile geçmez. Dünyaya geldiğimizde ilk gördüğümüz insanlar bizim için yaşamla bağlantımız gibidir ve bağlantı kötü bile olsa içgüdüsel olarak bağlantıyı koparmak istemeyiz. Bu durum da bize maalesef yetişkin oldukça unuttuğumuz bir kabullenme ve uyum sağlama becerisi kazandırır. Her şart altında hayatta kalmanın ve kendimizi korumanın (uzun vadede ruhumuza zarar verecek türden de olsa) bir yolunu buluruz. Eğer her zamanki şartları zorlama gücümüzle insanları/ortamı değiştiremiyorsak, zaman kaybetmeden orada güvenli bir şekilde kalabilmenin (çünkü gidecek başka yerimiz yoktur) rafine yollarını icat ederiz.


İşte çocuk olmanın en belirgin özelllikleri bunlar... Bu liste daha da uzatılabilir ama ben daha çok yetişkin oldukça en çok kaybettiğimiz, unuttuğumuz veya içimizde bir yerlerde baskı altında tuttuğumuz özelliklerden bahsetmek istedim. Gelin siz de bu 23 Nisan'da bu listeyi bir gözden geçirin ve hangi yaşta olursanız olun şöyle bir değerlendirme yapın: Şu anda en çok hangi çocuk özelliklerimin yıprandığını veya kaynağının tükenmekte olduğunu görüyorum? Yaşam hikayemdeki hangi bölümler buna neden olmuş olabilir? İçimdeki çocuğa bu halimi unutmadığımı, hatta aslında zaman zaman çok ihtiyaç duyduğumu nasıl gösterebilirim? Belki bu vesileyle siz de içinizde bir kenarda unutulmuş çocuğa hak ettiği gibi bir bayram yaşatabilirsiniz. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun!



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.