Öfkenin cazibesi
Altı temel duygumuzun bugünlerde en çok hissedileni ve ifade edileni öfke olabilir... Yaşam koşullarının zorlaşması giderek daha çok baskı altında hissetmemize, kaygıları arttırıcı söylemler de huzursuzluğa ve güvensizliğe yol açıyor. Biz de eğer kısa zamanda rahatlatıcı bir çözüm bulamıyorsak öfkenin tohumlarını serpmeye başlıyoruz.
Aslında öfke, sadece şu anda içinde bulunduğumuz koşulların etkisiyle filizlenmez. Öfkenin tohumları yaşamımızın çok daha önceki evrelerinde, erken çocukluktan ergenlik dönemine kadar uzanan bir süreçte atılır. O zamanlarda kendimizi ifade etmek için yeterli alan bulamadığımız, nefes alamadığımız, yanlız ve çaresiz hissettiğimiz, ruhumuzun ezildiği her an yetişkinlik dönemindeki stresli durumlarla baş etme tuvalimizi öfkenin renkleriyle boyamaya yönlendirir. Çünkü öfke, bu tür ağır duyguların verdiği acıyı kısa sürede dindiren mucizevi bir ilaçtır. Ancak ne yazık ki etkisi çok kısa sürer ve bir sonraki acıda daha yüksek dozda kullanmadan rahatlayamayız. Erken çocukluktan yetişkinliğe kadarki yaşam süresinde karşılaştığımız olaylar çoğunlukla bize yukarıdaki duyguları hissettiren türden ise, ağrı kesici (öfke) ihtiyacımızın frekansı ve dozu giderek artar. İşin acı tarafı, artık öfke bile rahatlatmaz, yaşamın anlamsızlığına kadar gidebilecek tehlikeli bir yolun başına geliriz.
Oysa sadece öfkeyi hissetmek ve olanca şiddetiyle dışa vurmak, öfke paravanı arkasındaki asıl duygu olan ACIyı sağlıklı biçimde (doğal akışında) yaşamamıza engel olur; bizi adeta uyuşturur. Fiziksel acıdan farklı olarak ruhsal olarak hissedilen acı, insanın kendi özüne dönebilmesi, onu dinleyip dikkate alabilmesi ve kendisi için iyileştirici olanı bulabilmesi için en iyi rehberdir.
Öfke, bizim için değerli olan bir şeyi kaybettiğimiz (elimizden alındığı) zaman veya bunun gerçekleşebileceği endişesi çok yoğun olduğunda verilen bir tepkidir aslında; bu açıdan bakıldığında ikincil bir duygudur, bir elçidir. Bu elçinin size iletmek istediği mesajı bulmaya çalışırken soracağınız içsel soru ise şudur: Benim hangi parçam yaralanıyor/yaralandı? Bu soruya vereceğiniz cevaplar özgürlük, haklar, onur, benlik, vicdan gibi soyut kavramlar olmalıdır. Bu tür kavramlar bizim varoluşumuzu destekleyen, bize içimizde “iyi ki varım” dememizi sağlayan önemli parçalarımızdır. Öfkelendiğiniz durum ne olursa olsun, aslında önemli bir kayıpla ilgili üzüntü veya bundan endişe duyuyorsunuz ve öfkeyi kullanarak bunu gidermeye çalışıyorsunuz demektir.
Bu derin analizi bir örnek vererek daha somut hale getirelim: Trafikte şahit olduğumuz öfke en sık rastlanan durum diyebiliriz. Burada söz konusu olan, sahip olduğu (olduğuna inandığı) haklarını koruma mücadelesidir. O ortamda sahip olduğu hakların ihlal edildiğini düşünen herkes ilk etapta öfkesini gösterir. Ancak aslında orada bulunmamızın bize verdiği haklar çiğnenmiş ve sanki bir arbede sırasında bir yumruk da bize isabet etmiş gibi “canımız yanmıştır”. Bu aşamada “bana bu yapılana çok üzüldüm, canım yandı” demeyiz çünkü bu duyguyu gereği gibi yaşamak bize o anda yaralanan bölümle ilgili bir iyileşme sağlamaz. Oysa öfkeyi dolu dolu hissetmek ve yaralayan tarafa göstermek, hem belki bir dahaki sefere bize karşı daha dikkatli olunmasını sağlayabilir (korku yaratmak) hem de bu durumu kabullenmediğimizi ifade etmenin bir yoludur. Tabii ki daha yakın insan ilişkilerinde ortaya çıkan öfke, daha farklı amaçlar (mesajlar) da taşıyabilir.
Sonuç olarak, bizi huzursuz eden ve yaralayan durumlarda öfkeyle tepki vermemiz doğaldır ve anın ihtiyaçlarına cevap vermesi açısından da şüphesiz caziptir. Ancak o durumu sonradan mutlaka daha derinlemesine analiz etmeli ve öfkemizin taşıdığı mesaja göre tepkimizi sağlıklı iletişime yöneltebilmeliyiz. Öfkenizin daha az ortaya çıkmak zorunda kaldığı, yarasız beresiz günler dileğiyle...
YORUMLAR