Şiddetin "ötesine" geçebilmek
‘Kadınlar Öldürülmesin, Kadınlar Yaşasın‘ cümlesi şablonlardan, kelimelerden öte anlamlar taşımalı, yankı bulmalı artık. Kadınlar yaşasın diyebilmek için sessiz çığlıklar son bulmalı artık. Eril tahakküme suskun kalan kadınların sesleri yakın zamanda evladını kaybeden bir annenin şu çıığllığındaki gibi yankı bulmalı: “Defalarca yardım istedik, koruyamadınız yavrumu. Onları, kendi ellerimle gömdüm, bu ne büyük acı biliyor musunuz, ben ne yapacağım onlarsız şimdi? Bir anne için ne büyük bir acı, ne büyük bir imtihan… Yüreğimin tam ortasında dinmeyen bir sancı, tüm kelimeler sustu yine.
Kadınların, korunmak için bir lütufa, şefkate, yardıma ihtiyaçları yok. Kadınlar; yasaların onlara verdiği insan haklarını kullanarak, ölüm, tehdit aldığı şüpheliye ilişkin yaptırım uygulanmasını istiyorlar. Dolayıasııyla bu noktada asıl mesele elbette Kadin güvenliğini sağlamak.
Önceki yazılarımda vurgulamıştım. Yargı muhabirli olduğum dönemde eşlerini öldüren erkeklerin katıldığı duruşmaları şaşkınlıkla iizledim. Duruşma günü, beyaz gömlek, kravatlı, takım elbisesiyle hazır olurlardı. Ellerini öne bağlar, başını eğer, sesini duymak neredeyse imkansızdır. Mülayim, sakin,yüzünde sahte pişmanlık, hüzün ifadesi. Savunmaları ise benzerdir.
“Hakim Bey, eşimi çok seviyordum, bir anlık öfkeyle oldu, hatırlamıyorum. Pişmanım.” Ya da, “Kıskançlık krizine girdim, namusumu korumak için bir anlık öfkeyle yaptım… Kendime geldiimde çok gezti. Pişmanım.“
“Kravat indirimi“ alan erkekler...
Ve duruşma biter. Kimisi inandırıcı olur. Sanığın duruşmadaki takım elbiseli, sessiz ve pişmanlık içeren beden dili ‚‘iyi hal‘ olarak kabul edilirdi. ‘Kıskançlık, namus, öfke vs.‘ gerekçeli savunmalarını ise 'haksız tahrik' nedeni olarak kabul edilip cezasında da indirim yapılırdı. Şüpheli duruşma salonundan çıktıktan birkaç dakika sonra ise özüne döner, ellerindeki kelepçeyle şikayetçi kadına ya da yakınlarına hamle yaparak ya da parmak sallayarak tehdit edebilme cesaretini bulabilerdi.
Neden öldürülüyorlar...
Mevcut durum ise farklı. İndirim maddeleri bu gerekçelerle kullanılmıyor. Ancak adaletin koridorunda bile kadını, yakını tehdit etme cesaretleri hiç değişmedi. Öldürülen kadın sayısı ise her geçen gün artmaya devam ediyor. Dilek,Pınar, Gülistan, Ebru, Nazan... adlı yüzlerce binlerce kadın öldürüldü, şiddete maruz kaldı, ölümün eşiğine geldiler. Yasal haklarının uygulanmasına ilişkin taleplerine, şikayetlerine rağmen, ‘yaşamak istiyorum‘ çığlıklarına rağmen hayatlarına son verildi. Peki, iki evladını kaybeden Dilek’in annesinin haykırdığı gibi ‘evladımı neden öldürüldü, kurtulabilirlerdi’ sorusuna hukukçular ne diyor diyor?
Hukukçuların önerisi...
“Asıl mesele cezaların uygulanabilirlik ilkesi. Bu noktada sorun var. Kadınlar için çağrı ve destek hatları 7/24 ulaşılabilir olmalı ve bu mekanizmalar dijital ortamda da oluşturulmalı. Kurumlar arasında koordinasyon olmalı. Tüm bu sorunlara çözüm olarak öncelikle verilen kararları ‘zaman kaybetmeden, dakikalar içinde uygulayan, bu kararları takip eden’ yeni bir hakimlik birimleri kurulmalı.
Koruma kararı tek başına yeterli değil. Eş zamanlı olarak, örneğin şikayetçi eşe ve çocuklarına yaklaşması için elektronik kelepçe sistemi uygulanmalıydı. Hapis kararı çıkartılır çıkartılmaz tebligat vs. beklenmeden eş yakalanabilirdi.Kadın sığınma yerleri, şiddet uygulayan sanığa pPsikolojik destek programları olmalı...”
Sorunun çözümü yalnızca adaletin terazisinde mi aramak gerekir...
Bence; sorunlardan biri elbette adaletin terazinde aranmalı. Ancak sosyolojik olguları gözardı etmemek gerekir.
Kadın cinayetleri son bulmuyor. Şiddete maruz kalıyorlar, öldürülüyor, yakınlarının ifadesiyle korunamıyorlar. Bu noktada sorunsal; cinsiyet ayrımcılığı meselesinden çok daha öte kadının insan hakkı. Mesele, erkek çocukların evde toplumsal cinsiyetçi kalıplarla yetiştirilmesi, sonra bu yargıların kamusal hayatta pekiştirilmesi. Dolayısıyla sorunsalın odak noktası; erkekleri doğdukları andan itibaren kadına yönelik ayrımcılık içeen önyargılarıyla yetiştirmek…
İşte o nedenle önce eğitim, sonra, her zaman eğitim yöntemlerini tartışmalıyız. Küçük yaştan itibaren,ana sınıfından itibaren. Okulda, evde, kamusal alanda, işyerinde ‘cinsiyet ayrımcılığı’ konusunda farkındalık oluşturacak eğitim bilinci oluşturulmalı önce.
Kadınların ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğunun sözlerle değil ilgili uzmanların desteklediği bir sistem içinde temsil biçimi konusunda planlamalar yapılmalı, müfredatlar oluşturulmalı, hatta sürece aileyi de dahil edecek eğitim programları oluşturulmalı.
Dizilerde ‘kadının temsili‘ sorunsalı
Sorunsalın nedenleriden biri; yasalar yaptırımları konuşmak kadar aynı zamanda popüler kültürün kadını ötekileştirmesine izin vermemek için ne yapılabiliri de analiz etmek olmalı. Örneğin cinsiyet ayrımcı kalıpların tekrarlandığı kitapları,resimleri, dizileri daha fazla konuşmalıyız. Birçok dizide kadınları hak arayış sürecinde farkındalık oluşturacak, yüreklendirecek profilde değil, intikam, entrika üçgeninde gösteren, kadını üreten, çalışan değil mağdur, edilgen, şiddete tepki göstermeyen, cinsel obje olarak tanımlanan mitler, ‘İdeal kadını‘, fedakar, cefakar, analık olgularla tanımlayan, bir kadının erkek tarafından seçilmesi gerektiği, seçilmesi için ise mutlaka güzel olması gerektiğine vurgu yapan ya da dizilerde kadınları erkeklerin alt birimlerinde çalışan ya da görünür olmayan alanlarda çalışan ya da kadınların erkekler gibi tıp, sanat, bilim vs. her alanda çalışabileceklerini, başarılarını anlatmak çok daha güç olacaktır.
Eril tahakküme suskun kadınlar...
Dolayısıyla; kadınlar için önce, sonra ve her zaman ‘eğitim‘ diyorum. Kadın ve erkeğin ‘eşit temsil‘ hakkında sahip olduğu bilincin ‘önce ve sonra ‘eğitimle aşılabileceğii konusunda farkındalıkların gelişmesi için daha fazla sosyolojik parametrelere, araştırmalara ihtiyaç var.
İşte o vakit eril tahakküme sessiz kalan kadınların sesleri yankı bulacaktır.
YORUMLAR