Özümüzü unutmak
Bu hafta sizlere bir süreliğine kentten uzaklaşıp sığındığım Anadolu topraklarını, Anadolu kadınını anlatmak istiyorum. Gün doğmadan kalkıp, güneşin doğuşunu ellerinde sapanlarla çalışarak karşılayan, elleri kınalı, toprak kokan güzel insanları anlatmak istiyorum. O kadar çok aktarmak istediklerim var. Nereden başlasam bilemiyorum.
Anadolu kadını demek 'alın teri' demek. 'Durmaksızın çalışmak' demek.
Anadolu kadını demek sanki dünyanın tüm kötülüklerinden 'arınmış' olmak demek.
'Şefkat' demek...
Marmara, Ege, İç Anadolu, Doğu, Akdeniz, Karadeniz. Coğrafyası neresi olursa olsun bence toprakla kurdukları bağ çok özel.
Kahvaltı masalarında yediğimiz domatese, salatalığa, maydanoza bizim dokunduğumuz gibi dokunmuyorlar.
Odak noktaları bizden çok farklı.
Biz kentlilerin endüstriyel hayata geçtikten sonra unuttuğumuz farklı bir boyutta yaşıyorlar.
Topraktaki her bir yaşam formuyla özel bir bağ içindeler.
Doğayı, toprağı yani ' özümüzü' unuttuğumuzu hatırlatır gibi. Özlerinde yaşıyorlar her biri.
Dünyanın bütün sorunlarından, kişisel ihtirastan arınmış gibi toprağın onlara verdiği her bir mahsule sonsuz bir şükürle dokunuyorlar.
Bahçelerinde büyüttükleri maydanoz, tere, salatalık, domatesleri çocukları gibi.
Sabah uyanır uyanmaz bahçelerinde geçirdikleri her bir anı şaşkınlıkla izledi.
Her bir domatesin kızarmasını, kayısılarının biraz daha büyümesine verdikleri tepki inanılmaz.
Büyüleyici. Dokunuyorlar, gurur duyuyorlar, seviyorlar yaradan şükrediyorlar.
Durmaksızın çalışıyorlar.
Sonra bir koşu çeşmeye gidip ağırlıklara aldırmaksızın taşıyorlar su kovalarını.
Sıra bebelerini besliyorlar. Biraz daha uyusun diye parmak uçlarında yürüdükleri evlerinde yataklarında uyumak üzere olan çocukların kahvaltılarını hazırlıyorlar.
Sonra hayvanlarının ihtiyaçlarını karşılıyorlar.
Gün onlar için aralıksız akıyor. Sıra toprak anayla buluşma vakti. Tarlaya koşuyorlar.
Gün batana kadar çalıştıkları tarladan gün batış vakti ayrılıyorlar.
Dönüşte yok bizlerin yaptığı gibi kanepeye uzanmak, hemen uyumak.
Sütten kaymak, yoğurt, yoğurttan peynir, meyvelerden reçel, undan hamur, hamurdan ekmek yapmak vakti.
Hele ki vakit hasat zamanıyla örneğin incir hasat zamanı ise, gün doğmadan gidiyorlar ürünlerini toplamaya.
Hiç mi yorulmazlar hiç mi şikâyet etmezler? Hayranlıkla izledim birer seremoni lezzetindeki tatlı telaşlarını.
Tıpkı buldukları ağacın kovuğunda petek oluşturmak için koşturduğunu gözlemlediğim arılar gibiler.
Her bir arı sırayla giriyor kovuklarına. Biri giriyor biri kovuğun önünde bekliyor.
Yeryüzündeki her yaşam formunun yaratılış amacını sorguluyor insan burada. Her bir canlının yaşamak için aralıksız üretmek için kurdukları işbirliğini, ahengini fark ediyorum yeniden buralarda.
Marketlerden alıp bir paket una şimdi farklı bir başka bakıyorum.
1 kilo unun una dönüşmesi süreci tek kelimeyle bir alın teri. Yaratanın bir mucizesi, toprak ananının bizlere bir hediyesi.
Ektiği başakların boy atmasını sabırla beklemek, sabırla beklediği başakları kulaklarına burnuna girecek tozun samanın karıştığı bir alanda toplanması. Gün doğmadan toplanan buğdayların büyük sepetlerde yıkanması, yıkanan buğdayların çatılarda kurutulması.
Sonra güneşle buluşup kuruyan buğdayın değirmene götürülüp una dönüşme süreci.
Toprağın verdiği her bir ürünün emekle, alın teriyle, sevgiyle, sabırla var olma sürecini unutmadan yaşıyorlar.
Birçok tarlanın ekilmediğini fark ettim. Ekilmiyor çünkü çocuklarımız iş, aş için şehre göç ediyor diye yakınıyorlar.
Daha önce ekilen ürünlerin artık ithal edildiğine üzülüyorlar. Örneğin, yerel tohumların korunması gerekiyor, ekilmeyip boş kalan toprakların daha çok işlenmesi için yeni neslin teşvik edilmesi gerekiyor.
Köyden kente göçün durdurulması için yeni neslin daha fazla motivasyona ihtiyacı var. Çiftçinin desteklenmesi, ürünlerini satabilecekleri kooperatifler kurmaları için düzenlemeler yapılması gerekiyor. Anadolu kadının eğitimi, organik tarım konusunda daha fazla işbirliği gerekiyor.
Bizi var eden özümüz doğayı, toprağı unutmamak dileğiyle…
YORUMLAR