M’ana
Bir bebeğin gözlerinin derinliklerinde; nasıl yaşamamız gerektiğinin bilgisi saklıdır.
Tam 7 yıl önce yazmaya başladım M’ana’yı. Hem varlığı hem de adı, yıllar önce gördüğüm bir rüya ile girmişti hayatıma. Ancak bu rüyanın anlamını –ya da doğru olduğuna inandığım anlamını- ancak M’ana doğduktan sonra kavrayabildim. Yazmak, o günlerde hayata tutunmanın bir yolu belki de tek yoluydu benim için. İçinde yer aldığımız sistemin ve kültürün acımasızlığıyla derin bir şekilde yüzleşiyordum. Küçük bir çocuğun varlığının tüm sorumluluğunu iliklerime dek hissederken bu yüzleşmelerin verdiği acı her geçen gün daha da dayanılmaz bir hal alıyordu. Bu acının içine kendi hikâyem ve insan olma halim de dâhil olunca, sağlıklı bir şekilde devam edebilmenin tek yolu, bu acıyı mayalamak ve dönüştürmenin yollarını aramak ve bulmaktı.
Doğumla birlikte başlayan travmatik süreç; sağlık, beslenme, eğitim ve sosyo-ekonomik hemen her alanda yeniden tezahür ediyordu. Ya her durumda öfkelenip, çaresizliğe teslim olacaktım ya da dünya için küçük ama bizim için büyük adımlar atacaktım. Annelik, bu noktada benim için bir yandan politik bir meseleye, diğer yandan da devrimci bir eyleme dönüştü. Çünkü içinde bulunduğumuz sistemde, üzerime sadece annelik rolünü değil, o an çocuğumun ihtiyacı olan her ne ise o rolü de giymem gerektiğini anlamıştım. Annelik, benim için zor olan kısmıyla tam da burada başlıyordu sanırım.
Oğlumun doğumuyla birlikte sorularımın sayısı da, yoğunluğu da her geçen gün artmaya başladı. Yaşadıklarım, okuduklarım, dinlediklerim, şahit olduklarım ve gözlemlerimle birlikte, artık sorularımı yalnızca kendim için sormadığımı fark ettim. Annelik yolculuğumun henüz başındayken, var olmasına ve okumaya ihtiyaç duyduğum bu kitabı, belki de benim gibi sorular soran o tek kişi için yazmaya karar verdim.
M’ana, sorulardan doğan bir hikâye. Yedi yılın sonunda dünyaya geldi. Bu kitap, benim için adeta ikinci bir doğum oldu. Yazım süreci neredeyse oğlumla yaşıt. Elbette, bu süreçte bilfiil yazamadım. Kalemi elime her alışımda farklı duygular yaşadım. Bazen hiç yazmamış olmayı diledim, bazen yazmaktan tamamen vazgeçtim. Hatta yazıyor olmamın, hayatlarını bu işe adamış, o çok sevdiğim yazarlara haksızlık olduğunu düşündüm. Ama her seferinde içimde bir yerlerden bir şeyler beni yeniden yazmaya çağırdı. Bir çocuğun büyümesine eşlik ederken içimde büyüyen şeydi; M’ana.
Soruları her daim yanıtlarından fazla olan biri olarak, bu sorularla başa çıkmakta zorlandım. M’ana’nın bir söyleşi kitabı olması, belki de bu yüzden kaçınılmazdı. Bu yolculukta, benim dert edindiğim meseleler üzerine önceden fazlasıyla düşünmüş, yazmış, yaşamış çok kıymetli kadınlarla kesişti yolum. Berin Orhan, Damla Çeliktaban, Gülüş Türkmen, Hüma Zeybek, Nihan Kaya, Selen Çağlayık, Şule Seda Ay... Bilgi ve deneyimlerini, duygu ve düşüncelerini tüm samimiyetleriyle paylaştılar; koşulsuz destek sundular. Bu kitap, sadece bir anlatı değil, ortak bir çalışma, bir dayanışma aynı zamanda. M’ana’ya gösterdikleri anne şefkati için sevgili Ayo Yayınları’na ve Görkem Özen Çömez’e, yazım sürecine sunduğu eşsiz katkılar için sevgili Şule Seda Ay’a ve eşsiz dokunuşları için sevgili Betül Yılmaz’a çok teşekkür ederim. Herkese sonsuz sevgi ve derin bir minnetle….
Bu çalışmayı hazırlarken amacım kesin ve net yanıtlar sunmak değildi. Kendi sorularımızı sorma cesareti göstermek ve bu sorular vasıtasıyla kendi benzersiz yolculuğumuza çıkmaktı.
Her sorunun kalbine dokunan bir yolculuk M’ana…
Ve artık sizinle…
YORUMLAR