Beden mermer değildir
Selam mermer kardeşim! Güzeliz ya da değiliz, farkına varalım aslında biz bu yüzyılda öncelikle donuğuz. Mermere dönmüşüz. Sen-güzelsin-denilen-mermerler ve sen-o-kadar-da-güzel-değilsin-denilen-mermerler. Önce biraz ısınmaya ihtiyacımız var, bir parça ateşin etrafında toplanmaya. Bu yazı dilerim öyle bir ateş olsun. Canlanırsak ve tekrar yaşamaya başlarsak bakarız ne güzelmiş, ne değilmiş, olur mu?
Bir süredir dünyadan ve ülkemizden beden imajı etrafında söz söyleyen pek çok kişiyi dinledim. Olan bitene bakındım, bir şeyler oluyor, görmemek imkânsız. Araştırmacı parçamın da epey hoşuna gitti bu dinleme ve gözlem hali.
Sosyal medyada filtrelerin gerçekle yarattığı farkı göz önüne sererek…
“Bedenimiz nasıl olursa olsun çok güzel, bize endüstrilerin dayattığı güzellik standartlarını iade etmek istiyoruz” diyerek…
“Beden olumlama değil beden nötrleme yapalım” diyerek…
Bazen de büyük topluluklar üzerinde etkisi olan kişiler olarak bu gücü kolektif bir iyileşme için kullanmaya niyet ederek, bedenlerinin dayatılan güzellik standartlarının dışında ve çok gerçek hallerinden paylaşımlar yaparak…
Bazen desteklenerek ve destekleyerek, bazen kendi aralarında aynı fikirde olamayarak…
Ses çıkarıyor kadınlar. Kimi isyan ederek, kimi sakince gülümseyerek. Hepsi kökü hepimizde aynı olan acıya kendi sürdüğü ilacı göstererek.
Uzun, çok uzun bir ıstırabın yasının ifadesi olarak okuyorum tüm bu akımı. Bir şeylere bakıp ilk akla gelen eleştirileri yapmak ya da onu oradan ötekini burasından beğenmeyip yargılamak kolay. Biraz derinlemesine bakınca her bir sesteki acıyı işitmemek imkânsız.
Kadınlar olarak hepimize bulaşmış, hayatımızın bir döneminde muhakkak bizi etkisi altına almış, utandırmış, sıkmış, bunaltmış, enerjimizi ve hayat gücümüzü çalmış, belki çalmakta olan kocaman bir baskıdan söz ediyoruz. Uzun kadınları kamburlaştırmış, büyük kadınları kendilerini hayatın başka taraflarında küçültmeye sevketmiş bir baskı. Kısa kadınlara anatomilerini bozacak ayakkabılar satmış; cildi koyu renk olanlara beyazlatıcı, açık tenlilere solaryum ve bronzlaştırıcı. Kıvırcık saçlara düzleştiricilerle, düz saçlara perma ile şiddet uygulamış.
Mutlak doğru olmak iddiasından uzak bir tavırla aktarmaya niyet ederek bu hassas konuda ben de iki kelam etmek istedim. Aslında bu yazı, bir süredir bekleyenlerden. Çünkü hem fikirlerimi aktarmak, hem de bunu bu uğurda ses çıkaran her bir güzel kadının çabasını görür ve onurlandırır bir yerden yapabilmek istedim. Demlenmesi için biraz bekledim.
Sonra şefkatti öğretiydi bıraktım birer birer fazlalıklarımı; bir kadın olarak, hayatının bir döneminde “güzel kadın” olmaya kafayı fazlaca takmış, saçlarına da bedenine de şiddet uygulayarak güzel olarak var olmaya çalışmış milyonlarca kadından biri olarak yazayım dedim. Aynı zamanda bir insan olarak. Bireysel ve kolektif travmanın bedenini nasıl hissizleştirdiğini türlü şekillerde deneyimlemiş ve hissedebilirliğine ket vurulmuş, yaşamının bir kısmını donmuş geçirmiş sıradan bir canlı olarak.
En başa dönelim. “Güzellik şudur”, diyen bir kültüre
“Güzellik şu değildir, budur.”
ya da,
“Neyin güzel olduğuna siz karar veremezsiniz.”
ya da,
“Biz her halimizle güzeliz.”
diyerek karşı çıkabileceğimizi pek sanmıyorum.
“Her halimizle güzeliz” kalbimize iyi geliyor belki ama akıl isyan ediyor, tam içine sindiremiyor bu cevabı. Bu arada evrim var, eş seçimlerinde belli bedensel özelliklerin ön plana çıkması var, güzellik mevzusunun biyolojik sebepleri var da var, geçiyorum oraları… Çünkü bu şiddetin kökeni biyolojik sebeplerden ibaret olamaz. Endüstri devriminden bugüne kadar tüketim artsın diye bizden çalınan danslarımız, sevişmelerimiz, rahatlığımız, neşemiz ve hayat enerjimiz var. Clarissa Estes o müthiş sesiyle “Sizi tanımıyorum, kim olduğunuzu bilmiyorum ama atalarınızın dans ettiğine eminim.” dediğinde bir şefkat tokadı yediğimi hissetmiştim.
Bir güce karşı güçle cevap vermek anladığım kadarıyla karşı cepheyi besleyip durur. Karşıtlıktan drama doğabilir, sürtüşme doğabilir ama bir şeylerin sahici dönüşümü... Bir kadının bedeninde gerçek manada huzur bulması...
Bana sorarsanız cevapları değiştirmek değil soruları değiştirmek gerek.
Güzel olan ne? Sorusunun değişmeye yazgılı cevaplarında gezinmek yerine soruyu ezerek devrim yaratabilir miyiz? Çünkü soru “Ne güzel?” olduğu müddetçe sorun devam edecek.
“Sorun hangi biçim, büyüklük, hangi renk, hangi yaş değil, ama hissediyor mu, amaçlandığı gibi çalışıyor mu, tepki verebiliyor mu, bir duygular yelpazesi algılıyor mu, sorunudur. Korkuyor mu, acıdan ya da korkudan felç mi olmuş, eski bir travmadan dolayı uyuşmuş mu, yoksa kendi müziğine sahip mi, sahip olduğu pek çok görme yoluyla bakıyor mu? sorunudur.” diyor yine Estes.
“Bedenim nasıl görünüyor?”dan önce “Bedenim nasıl hissediyor?” diye sormayı
öğrenebilirim. İşin güzel yanı bu öğrenilebilir ve öğretilebilir. Dahası bedenimin içinde iyi hissetmeyi de -bir yere kadar- öğrenebilirim.
Ve ama durun, daha asıl diyeceğimi demedim.
“Kültürümüzün bedeni sadece heykel olarak gören anlayışı yanlıştır. Beden mermer değildir. Onun yapılma amacı bu değildir.”*
Onun yapılma amacına bakmadan, neyi taşıdığına, neye yaşam boyu yoldaşlık ettiğine bakmadan güzeldi, asıl bu güzeldi, yok yok bu da güzeldi…
Gerçek şu ki bazen bir insana rastlıyorum ve bedeni gözüme bir günbatımı, bir çeşmeden akan su ya da bir şiir kadar güzel görünüyor. Biliyor musunuz, sahiden dışarıdan bakıldığında ideal güzellik standartlarına hiç uymayan insanlarda bu deneyimi yaşıyorum, yüzlerine başka türlü bir aydınlık ve güzellik yerleşmiş oluyor. Onu görmemek -sanırım- neredeyse imkansız. Yani evet her birimizin algısında birileri daha “güzel.” Ama karşılaştığım istisnasız herkesin bedenini bir ev olarak görmeye başladığımda ve neyi taşıdığını bildiğimde bu tanımlar asıl o zaman yerle bir olmuştu.
Ben bedenimden ibaret miyim?
O zaman bedenimi gözlemleyebilen de kim?
Bedenim ölüp toprağa konulduğunda ne oluyor?
Bu sorulara bakmadan güzellik konuşmayı, ilgisini çekenlere bırakalım. Gelin ötesini keşfedelim. Atalarımız gibi dans edelim ve zıplayabilelim, nasıl görüneceğiz dert etmeden. Şarkılar söyleyelim, sesimiz güzel mi çirkin mi sormadan. Ama önce bir ateşin başında oturalım beraber tüm mermer kardeşler, önce donan yerlerimiz biraz hissedebilir hale gelsin. Önce ayak tabanlarımızın yerle temasını biraz hissedelim, atan bir kalbimiz olduğunu sonra.
Buzlar çözünürken canımız daha çok yanacak; ama sonra ısınmak var, hissetmek, dans etmek, şarkılar söyleyebilmek, canlı olmak var.
Ölmeden - bir gün olsun- sahiden yaşamak ihtimali var. Beden mermer değilken.
*Dr. Clarissa Pinkola Estes
YORUMLAR