Barış gelsin, kalp olsun...

Mutlu olmaktan ya da bunu belli etmekten çekindiğimiz bir noktadayız. Gülümsemelerimizi birbirimizden gizler, arada bir de olsa artık dayanılmaz boyuttaki ölüm haberleri yokmuş gibi azıcık huzurlanmaktan utanır haldeyiz.


Hem aklımızla hiç bir şeyi çözemiyor, hem de başkasından gelen en ufak bir umut kırıntısına tahammül edemiyoruz. ‘Umut yok, asla huzur olmayacak’ diyenler çoğunlukta. Geleceği olmayanın hayali de olmaz. Mutlu hayallerimizi aptallık sayıp, gerçek sandığımız sanal sınırlar uğruna ölüyor, öldürüyoruz.


Oysa ardı ardına gelen bu çöküntülerle ruhumuz çekildikçe, öfke artıyor. Her köşeden intikam çığlıkları yükseliyor. Tüm bu kakafoni içinde ‘barış’ diyenlerin cılız sesi neredeyse duyulamayacak kadar zayıf kalıyor. Artık kimsenin diğerinin huzurunu bile görmeye tahammülü yok. Kendimizden bile saklanarak ruhen yok olmamızı önleyecek dozda, günlük ihtiyaç kadar gülüyoruz. Kahkaha atmak çoktan gündemimizden kalktı, açıkça olmasa da zımnen çoktan yasaklandı.


Hem fiziken, hem de psikolojik olarak kendine has bir ‘savaş’ ortamındayız. Ve önceden tanıdığımı sandığım pek çok insanı, kavramı, durumu tanıyamıyorum artık. Burası benim büyüdüğüm, yaşadığım ülke değil. Değişti. Cennetle başlayan cümlelerin öznesiydi, şimdi zebanilerinden ürktüğümüz bir yere evrildi.


‘Savaşmayın’ diyene öfke büyük. Bu tepkiyi verenler bu çatışmaların ‘savaş’ olmadığını söylüyor. Onların argümanına göre ‘savaş ancak iki ülke arasında olurmuş’. Burada yalnızca yenilecek bir düşman varmış. Buna savaş dersen karşıdaki birine olduğundan farklı bir anlam kazandırıyormuşsun.


Sonuçta ne desen olmuyor. Her umudumuz, her çığlığımız başka birinin kinine, öfkesine, ideolojisine tosluyor. ‘Durun, durdurun’ diyene hain yaftası çok kolay yapıştırılıyor.


Mutlu olma hakkı elinde kalan bir tek çocuklar. Onlar bile etraflarındaki bu kadar mutsuz, öfkeli büyüğün içinde neredeyse bir var olma, ayakta kalma savaşı veriyorlar. Ama sürekli gergin, gözü kulağı her an kötü haberi bekleyen büyüklerle baş etmek kolay değil. İtilip kakılıyor, ne sebeple azarlandıklarını anlayamıyorlar. Bu darmadağınık, bir çocuğun ne aklını ne kalbini beslemekten uzak ortamda, iki ateş arasında kaynayan hayallerini çocukluk anılarında biriktiriyorlar.


Ben bu ülkede hiç huzur yüzü görmedim desem yeridir. Sanırım tanıdığım insanların bir çoğu da öyle. Ve giderek her dönemde bir öncekini arar haldeyiz.


Bir yandan da birileri sürekli ‘onu da unutma, bunu da unutma’ diye bütün katliamların, kan davalarının hafızasını taze tutmaya çalışıyor. Neslin geri kalanını da onlar uğruna heba edelim, çocuklarımız da bu girdaplardan çıkamasın diye mi bilmiyorum. Ben bir an önce tüm bunları keşke unutsalar, bambaşka bir yerden, yeni bir başlangıçtan yola çıkabilseler istiyorum.


Yine de umudum var. Tek sebebi de oğlum. Savaşı, kavgayı, düşmanlığı bilmeyen, kötülüğe aklı ermeyen, kimseye küsemeyen, nefret edemeyen, hiç bir insana kinlenemeyen oğlum. Karşımda ‘gerçek bir insan’ gibi dikilen, başkalarının anlamadığı, onun icadı olan sesleri ‘sevgi sesi’ diye niteleyen oğlum. Yanaklarımızı her birbirine yasladığımızda bana bakıp ‘kalp oldu’ diyen, gerçek sevgiyi gözlerinde gördüğüm tek insan oğlum.


Her gün yeniden dikkatle ona bakıyor, bakıyor, bakıyorum. Baktıkça umutlanıyorum. Hala ve henüz umutlanmak da yasak değilken.




Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.