Pandora’nın kutusu
Hikaye bu ya, O Dünya’ya tanrısal güzellik ve zekanın temsilcisi olarak gönderilmişti. İnsanlığı bugüne kadar getiren ‘merak’ duygusu yine onun ellerinden yayılmıştı. Gerçi bu merak Pandora’nın kendisine emanet edilen kutuyu açmasıyla birlikte ‘pişmanlık, kızgınlık, kibir’ babından ne varsa ortalığa saçılmasına da sebep olmuştu. ‘Erkek’ yazdığı bütün bu hikayelerde kahramanlığı, cesareti, mertliği kendine saklamış, ne kadar musibet varsa kadına bırakmıştı. Tanrısal güzellikle bezenmiş bir zekanın merakıyla baş etme şansı olmadığını düşünmüş olacak ki, kadını da hemcinsleriyle ve hatta çocuklarıyla birlikte köleleştirmiş, satışa çıkarmıştı.
Bir noktada işin suyu çıkmış olacak ki ‘kölelik’ denen sistemin Dünya yüzünden kaldırılması istendi, bunda kimi inançlar ve dini eğilimler etkin oldu. Ama dinden sonra insan hakları politikaları da dahil, insanın insandan farkı olmadığı söyleyen her türlü yaklaşım bir yerde tıkandı. Açıkça köleleştirilen insanın yerini bugünkü ekonomik kölelik sistemleri aldı.
Kıtaları keşfediyoruz diye yola çıkanlar, gittikleri her yerden değerli ne varsa çalıp, sahiplerini de kendi himayelerine alıp yepyeni bir kölelik sistemi icat ettiler. Hala ‘demokrasinin beşiği’ hikayeleriyle Dünya’yı oyalayan bu ülkelerin emelleri sanırım hiç kesintiye uğramadı, hala pek uğrayacakmış gibi de durmuyor.
Zeus’un memleketinin son yıllarda ne hale geldiğini, nelere mecbur bırakıldığını, zincirlerinden kopmak istedikçe nasıl daha sıkı bağlanmaya çalışıldığını gördükçe ortaçağın bittiğine inanasım gelmiyor.
Daha bir estetik kaygılı da olsa aşağı yukarı aynı sistemin daha teknolojik bir biçimde yaşıyor olduğunu görmemek mümkün değil.
Peki tüm bunlar olurken Pandora’ya ne oldu?
Tüm bu çirkinlikler için aşka, sevgiye, şefkate tutundu. Çocuk doğurdu, tarlada çalıştı, hayvanlara baktı, hiç durmadan üretti. ‘Zamanla değişir’ sandığı adamın aşkının kölesi olmaya devam etti. Her şeye rağmen insandan umudunu kesmedi. Gayretine hiç soluk aldırmadı. Elinde ne varsa sundu. Aslında elinde pek bir şey de kalmamıştı. Pandora’nın kutusunda kalan son şey olan ‘umut’ dışında.
Yunanistan’ın borçlarıyla ilgili yaşadığı süreci izlerken, Çilem’in hikayesi düşüyor ekranıma. Derken Havva ananın Yeşil Yol’a itirazı, ardından Suriyeli bir kadının karnı burnunda, nereye gittiğini bile bilmediği bir botun içinde denizde verdiği yaşam mücadelesi. O mücadelenin sonunda kaçtığı her şeyden kurtulacağını sanırken, yine ancak aynı sistemin kıyılarına varabileceğini de bilmiyor muhtemelen.
Dünya aklımın almadığı bir yer. Ne bir fikir üretebiliyorum, ne de olabileceklere dair bir öngörü. Bir tek duygularımla ilişki kurabiliyorum olan bitenle. Düşünmek yerine öfkelenerek, üzülerek, anksiyete atakları geçirip kaygılanarak, bazen de her şeye rağmen bir yıldıza bakıp umutlanarak.
Ve içimden garip cümleler geçiyor. ‘Ah be Pandora, o son kutuyu açmayacaktın.’ Ya da hadi diyelim açtın. İçinden çıkanları bu yarım akıllı oğlan çocuklarının eline bırakmayacaktın.’
YORUMLAR